EMEL İRTEM Oltacı, Denize Dair Hikâyat, Ruhisar, Denize Dair Hikâyat, Gemileri Sayan Kedi, Sarıkasnak, Denize Dair Hikâyat gibi çok sayıda kitaba imza atan Vecdi Çıracıoğlu’ndan yine deniz kokan ‘Son Voli – Serserilik Zor Zanaat’ kitabı geldi. Biz de Çıracıoğlu ile yazın serüvenini ve kitaplarını konuştuk. Son kitaplarında denize dair hikâyeler anlatıyorsun. ‘Son Voli, Serserilik Zor […]

Koşarak, soluk soluğa edebiyat yapılmaz

EMEL İRTEM

Oltacı, Denize Dair Hikâyat, Ruhisar, Denize Dair Hikâyat, Gemileri Sayan Kedi, Sarıkasnak, Denize Dair Hikâyat gibi çok sayıda kitaba imza atan Vecdi Çıracıoğlu’ndan yine deniz kokan ‘Son Voli – Serserilik Zor Zanaat’ kitabı geldi. Biz de Çıracıoğlu ile yazın serüvenini ve kitaplarını konuştuk.

Son kitaplarında denize dair hikâyeler anlatıyorsun. ‘Son Voli, Serserilik Zor Zanaat’da bu durum daha berraklaşıyor. Ne zaman karaya çıkacaksın?

Deniz benim için bir tutku. Tarihi romanım ‘Cimri Kirpi’ dışında Yazdığım tüm kitaplarda deniz var. Son kitaplarım ‘Denize Dair Hikâyat’ alt başlığı altında üçleme olarak yayımlandı. ‘Son Voli’ için, denizden karaya çıktığım yolun son durağı denilebilir ama çok sevdiğim deniz için bu konuda kesin konuşmamamda yarar var. Bu anlamda balıklar mezarlığından çıkıp ayaklanarak, sürüler halinde denize akın eden balıklar, gün gelip ne zaman karaya çıkarlar, işte o zaman ben de karaya çıkarım.

Edebiyatımızda örneğini az gördüğümüz ‘doğa yazımı’ türünde eserler yazıyorsun. Bu anlamda kenti nasıl tanımlıyorsun?

Doğayı görkemli bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. Doğa olmadan insanı düşünemeyiz. Yazılanlar ekolojik okumalara örnek olmalı. Bu açıdan baktığımızda, hani bozkırla denize komşu şehirleri kapsamın dışında tutarsak, özellikle İstanbul gibi bir şehirde bana göre kıyıyla merkez arasında çok büyük farklılık vardı. Şimdilerde kıyılar da betonla doldurulduğundan bir fark kalmadı. Beton rıhtımlar insanla deniz arasındaki bağı kopardı. Sandallar belediyelerin çöplüklerinde yılkıdalar. İstanbul’da yaşayıp da denizi görmeyen, her gün denizi gördüğü halde onunla ilgili hiçbir düşüncesi olmayan ve ayağını bir kere denize sokup yüzmeyen, elini sokup okşamayan insanlar var ve bunlarla sürekli karşılaşıyorum. Yanımdan geçip gidiyor bu insanlar nereye gittiklerini bilmeden. Yaşadığım kent İstanbul hakkında tanımım bu söylediklerimin milyon kere fazlasıdır.

Yazdıklarımı barındıran kent benim için karnavaldır. Karnavalı güneş sistemi gibi düşünürsek kent sistemin güneşidir. Olayların geçtiği kıyı köyü, kahramanlar; Reis, Mavişim, Çingene Muharrem, Keçi Arif, Mühendis, sistemin gezegenleridir. Kaldırımdan geçen bir kedi, havada uçan bir akçakuş, Şoför Nebahat, Aktör Feridun Çölgeçen, ara ara görünen evsiz bir çok paltolu karnabahar gülü; gezegenlerin uydularıdır ki arada bir sahnede görünerek metne çeşni katarlar. Hepsi dünyaya saçıldıkları yerde, denizin dalgasında, rüzgârın şaşkınlığında bir araya gelmiş oldukça ayrıksı, zeki, feylesof ama hepsinden önemlisi kendiliğindenlikleriyle samimiyetlerini okura hissettiren bu Bilge Serseriler gerçek hayattaydılar. Varlık ve öğretileriyle bana çok katkıda bulundular. Bilge Serseri, içeriden görür, sezer ve dünyayla birlikte düşünür.

Sözlük yazarları için derya deniz bir kaynak diye düşündüm ‘Son Voli, Serserilik Zor Zanaat’ı okuduğumda. Bugünün sosyal medyayı da oldukça etkin kullanan genç yazarları için ne düşünüyorsun?

Sosyal medya büyük olanak. Olanaklara ulaşma, kaynaklara ulaşma bakımından dipsiz kuyu, ama kullanabilene… Bu soruyu üç aşamada değerlendirmek gerekir. Genç yazarlar, sosyal medyayı kullanan yazarlar ve bugünün sosyal medyayı kullanan genç yazarları… Sosyal medyaya bu katmanlar bilgiye ulaşabiliyorlar ama ne kadar gerçek bilgi? Örneğin, günümüzde Can Yücel’e ait yirmiye yakın şiir dolaşıyor ona ait olmayan. Çapraz, ansiklopedik bilgi olmadan sosyal medyanın gerçeği kabullenilmez. Sosyal medya, edebiyatla uğraşan gençlerin bindiği vasıtanın gaz pedalıdır. Gençler demlendirebilecekleri ve ileride kullanarak imzalarını atabilecekleri kaynakları ve olanakları çok hızlı kullanıyorlar. Kullandıkları dile çok dikkat etmeleri gerekiyor. Hız edebiyatın düşmanıdır. Hızın sonunda ortaya çıkacak kazalardan sonra “keşke” demek lükstür ve keşke olgusu önemini kaybeder. Geri dönüş yoktur artık. Ağırdan almak, yazdıklarını bekletmek, mayalandırmak, helmeleştirmek çok önemli kanımca. Yazı sakinlik ister, sükunet ister. Koşarak, soluk soluğa edebiyat yapılmaz; insan durup kendi içine bakabilecek zamanı koruma altına alabilmeli.

Yazdıklarından hep bir şiir tadı aldım. Son kitapta da bu şiirsel atmosfer bize eşlik ediyor. Şiir kitabı yazmayı düşündün mü?

Hayatımda çocukluğumdan bu yana şiir var. Zaten yaşamda şiirsiz bir varlık düşünemiyorum. Şiiri olan taş bile tabiat şartlarından etkilenir, ufalır ve kum olur. Şiirin olanaklarını ifrata kaçmadan düz yazıda istemeden de olsa içimden geldiğince kullanıyorum. Şairlere ve düz yazıcılara atıflarda bulunarak ve alıntılarla onlardan yararlanıyorum. ‘Son Voli, Serserilik Zor Zanaat’daki kahramanlardan Mühendis evde kalmış bir şair adayı. Yazdıklarını aktardığında, herkesin şair olamayacağını gösteriyor. Bu, inceden bir hiciv veriyor metne. Çevremde çok şair var. Cismani olarak şiir yazmasam da olur. Şiir kitabı yazmayı düşünmüyorum. Hayatta herkesin bir işi olmalı, o konuda yetkinleşmeye çalışmalı, edebiyatta olduğu gibi. Şiirsiz hayat olabilir, ama hayatsız şiir ve edebiyat olmaz.

‘Son Voli, Serserilik Zor Zanaat’ yabancı bir dile çevrilecek olsa, çevirmenini balığa çıkarır mısın?

Çıkarırım. Deniz ve tabiatını her ne kadar bilse de, benim denizin üzerindeyken duygularımı ve denize bakışımı kitabı çevirenin kesinlikle görmesini ve duyumsamasını isterim. Çevirmenle aynı dalgaların üzerinde sallanmalıyız. Çevirmenlik biraz da suyun altını üstüne getirmek değil mi?

Yer değişikliği yazma halini nasıl etkiliyor?

Yazan insan her yerde yazar. Yazı masam cebimdeki defterdir. Kitaplarımın sonunda, onları yazdığım yerleri not düşerim. Bugüne kadar Urumeli Hisarı, Erenköy, Kadı(n)köy(ü), Amasra, Eski Foça’da kitaplar yazdım. Buralarda hep deniz vardır. Şiirsiz hayat olmaz dedim ya, denizsiz de hayat yok gibidir yazan insan için. Deniz tanrıdır, sanatçı yaratan. Halen Amasra’da kış aylarını geçirerek yazıyorum. Orada sıkı dost ve arkadaşlarımla mavi ve yeşil renklerin iç içeliği var. Onların denizle birlikte varlığı yazma halimi olumlu etkileyip bana işaret fişeği, siren oluyor. Neticede insan gittiği yere kendini götürüyor, asıl mekân, yer yazardır.

Garp cephesinde yeni bir şey var mı Mühendis!?

Cephe ya da cephe açmak çok doğru söz, yazan için. Yazar hayata karşı her yerde ve şartta cepheler açarak savaşandır. Cephelerimden ikisi tarihi roman, diğerleri çokça öykülere açıktır. Son söz için ne diyeyim? Tüm yazanlara “Rastgele…”