Kötülük daha kolay ve ödülü bol

SEBLA KUTSAL

‘Gece Bekçisinin Rüyası’ kısa süre önce okurla buluşan Enver Aysever ile söyleştik. Aysever “İntihar ediyoruz topluca ama hiç kimse rahatsız değil” diyor

» Romanın kahramanına neden isim vermedin ve ondan ‘A.’ diye bahsettin?
‘A’ bir isim değil mi? Koskoca alfabenin ilk harfi. Geleneksel anlatıların dışına taşarken, bazen kahramanınız kendi ismini koyar. Öyle istedi, öyle oldu. Bir romancı her işe karışmamalı.

» A. işitememekten ve konuşamamaktan çok da şikâyetçi değil aslında… Sen de tıpkı A. gibi sağır ve dilsiz olmayı istiyor musun bazen?
Benim ne istediğim o kadar önemli değil. “A” ile tanıştıktan sonra, onun ne düşündüğünü ve eğer niyeti varsa bana ne anlatmak istediğini bulmaya çalıştım. Kırıklıklarım, memlekete dair sıkıntılarım ve ruhumdan süzülüp gelen düşünsel sorunlarımla “A” üzerinden hesaplaştığım oldu. Varlığı beni çok etkiledi doğrusu. Okur, yazarın tanrısal bir gücü olduğunu sanır ve yanılır. Elbette romancının belli bir etkisinden söz etmeliyiz. Ama bir kahramanın tamamına yön verecek gücü olması mümkün değil. Hele ki “A” için…

» Bir istilanın romanı ‘Gece Bekçisinin Rüyası’. Aklımıza, şehrimize, dünümüze ve yarınımıza kılıçtan geçirerek el konulmasının hikâyesi, ne dersiniz?
İstanbulluyum başka yerde yapamam, geçici süre uzak kalsam bile döneceğimi ve şehrimi yerinde bulacağımı bilmek isterim. Sorun şu ki; artık çocukluğumun semtini bile bulamıyorum İstanbul’da. Bu bilinçli, ideolojik bir tercih. İktidar bu yolla yeni bir tür insan yaratıyor. Düşünmeyen, teslim olmuş, hissetmeyen kullar… Bu ürkütücü. Roman kişilerinin tamamı neredeyse bunun ayırdında. Kimi kapısını kilitlemiş başka bir seçeneği yaşıyor, kimi insanlardan yorgun ve içindeki sesle sürdürüyor ömrünü. Bir de ne yapacağını bilemeyenler ve bu fırsattan faydalananlar var. “Benim İstanbul’um nerede?” diye her an soruyorum.

» Romanındaki “özgürlük zindanı” sözünü okuyunca “İşte bu benim ülkem!” diye iç geçirdim. Ülke başlı başına bir oksimoron cenneti. Hiçbir şeyi mantık temeline oturtamıyoruz. Akıl sağlığımızı nasıl koruyacağız?
Bu romanda bilici gibi davrandığımı gördüm, ürktüm. Sis perdesini aralayıp bir hakikati açığa çıkardığım için değil, kimseciklerin buna ses çıkarmaya cesaret edememiş olmasıydı sorun. Romana başladığımda tuttuğum notlar var, tarihlerine baktım ve iç geçirdim, intihar ediyoruz topluca ve hiç kimse mutsuz, rahatsız değil. Herkesin bildiği sırlardan söz ediyor kahramanlarım. Ben de paylaşıyorum.

» Radyo da adeta bir roman kişisi kitabında... Senin, sesini işitebilenlerle birlikte bir radyoya sığışmana bile izin vermedi bu düzen. Bunun sızısı mı yansıdı kalemine?
Bu roman yaşamımda açıklanması kolay olmayacak tuhaf gelişmeleri de barındırıyor içinde. Radyoyu başkişi olarak seçtim ya da o geldi ve oturdu öyküye. Ardından da, aylar sonra, bir radyodan teklif aldım. Doğrusu radyodan konuşan adam olmayı sevdim. Ama gördüm ki kimse konuşanı istemiyor. O halde radyomla birlikte evde susarım ya da konuşurum. Hiçbir iktidara boyun eğecek yaşta değilim artık! Ucuz çıkar, kariyer beklentileri bana göre değil. Üstelik romandaki radyo konuşuyor…

» “İçinde faşizm olmayan bir roman yazılamaz bugünlerde” diyorsun. Dünyada durum böyle. Bu sağa kayışı nasıl yorumluyorsun? Günün birinde akıntı tersine döner mi?
Nazi Almanyası’nı çok okudum. Zweig, Benjamin nasıl, neden ölüme gitti biliyoruz. Ruhlarını anlıyoruz yazdıklarından. Bugün herhangi bir yazarın kendini bunun dışında sayması güç. Bazı piyasacılar için geçerli değil elbette sözlerim. İkinci Dünya Savaşı öncesiyle bugün arasında çok benzerlik var. Şimdi daha sinsi bir faşizm salgın halinde… Kimse açıktan “Ben Naziyim” demiyor ama öyle davranıyor. Tersine döner mi? Mutlaka bir felaket olur ve ders alınır. Ama kötüler hep daha kalabalık olacak. Çünkü kötülük daha kolay ve ödülü bol.