Peki neden ciddi bir halk desteği olmayan, temelde asker ve polisin zoruna dayanan bir iktidar değişikliği ABD için bu kadar öneme sahip? Diğer tüm Pembe Dalga ülkeleri gibi emperyalizme tehdit oluşturabilecek bağımsız, halkçı bir politik programı başarılı şekilde sürdürmüş olması en başat temeli. Bu programın ve reformların sürebilmiş olmasındaki en büyük etken de çoğunluğu Amerika menşeili, madenden telekomünikasyona kadar birçok sektörde ülkeyi sömüren şirketleri kamulaştırmış olması.

Kötürüm emperyalizmin son kurbanı: Bolivya

Yusuf Tuna Koç

2019 bitmeye yazarken, dünyada siyasi dengeler hızla değişmeye devam ediyor. Geçtiğimiz ay, Lübnan’dan Irak’a, Şili’ye bir dizi ülkede halkların neoliberal iktidarlara, kendilerini yoksulluğa hapseden düzene karşı protestolarına sahne olduk. Fransa’da Sarı Yeleklilerin yaktığı ateş daha sönmeden iki gün önce yeni bir eylem dalgası başladı. Kapitalizm, aşamadığı krizin içerisinde tüm dünyayı bir çıkışsızlığa sürüklerken, bir yandan da kendisini var edebilmek adına sisteme karşı oluşabilecek tüm tehditleri zor gücüyle bastırmaya çalışmaya devam ediyor. Venezuela’da Amerikancı Guaido’nun kendi kendini ülkenin başkanı ilan etmeye çalışmasının üzerinden çok geçmeden, bu hafta Bolivya’da şu an için başarıya ulaşmış gözüken bir darbeye tanık olduk. Şu an için diyorum çünkü ne yapılan darbenin gücü ne arkasındaki siyasi destek, ne de artık neoliberal sistemin zor gücüyle dayattığı seçenekler sürdürülebilir bir gelecek sunmuyor. Peki, bugün geleceği belirsiz bu darbeyi getiren süreç nasıl gelişti ve Bolivya, ABD’nin emperyalist politikaları açısından nasıl bir öneme sahip?


Latin Amerika siyasi tarihinde, 20 ve 21. yüzyıl başları hayati öneme sahip. İlki, ülkelerin emperyalist devletlere karşı bağımsızlıklarını kazanmalarıyla sömürge olmaktan çıkmalarını, ikincisi ise neoliberal kapitalizme karşı gelişen halkçı alternatiflerin, Chavez, Lula, Morales gibi liderlerin önderliğinde tüm kıtaya yayılan Pembe Dalga'nın müjdecisi olmuştu. Fakat geçtiğimiz 20 senelik sürede, bu pembe dalga, bir dünya sistemi olarak kapitalizmi kendi kıyısında bütünüyle boğamadıkça zayıflamış, bu kapitalist bağımlılığın sonucunda da benzer ekonomiye sahip ülkelerin kâbusu olan 2016 kriziyle beraber tüm bölgede önlenemez bir yoksulluğu beraberinde getirmişti. Dalganın rengi kızıla varmadan çözülemeyen bu kriz, kıtayı kendi emperyalist hedefleri etrafında zapturapt altına almaya çalışan ABD için yeni fırsatlar yaratmıştı. Brezilya’da parlamento ve bürokrasideki Amerikancıların iş birliğiyle Lula 2016’dan 2019 seçimi bitene kadar rehin tutuldu ve bugün kasaba faşisti Bolsonaro’nun ülkesinde ancak serbest kalabildi. Venezuela’da Chavizmo programından ve ilkelerinden saparak ülkeyi çıkmaza sürükleyen Maduro, ordu ve kilise ile ilişkisi sayesinde şimdilik darbe tehditlerini savuşturabiliyor. Nikaragua benzer şekilde sallantıda. Latin Amerika’nın sömürgecilere karşı en önemli liderlerinden Bolivar’ın ülkesi Bolivya’da ise geçtiğimiz hafta, ordu ve polis iş birliğiyle Morales iktidardan uzaklaştırıldı.

Her ne kadar batı medyasında darbenin gelişi Morales’e karşı bir toplumsal öfkenin sokağa yansıması olarak gösterilmeye çalışılsa da toplumda çok ciddi bir infial söz konusu değildi. Sokakta aslında olan ABD destekli çetelerin, ağırlıklı olarak Bolivya yerlilerine, Morales ve partisi MAS destekçilerine yönelik şiddet eylemleriyken, diktatör(!) Morales karşıtı halkın demokratik gösterileri olarak resmedilmeye çalışıldı. Bu anlatı yeni değil. Aşağı yukarı soğuk savaştan beri Ortadoğu'dan Latin Amerika’ya, Doğu Avrupa’ya emperyalist Batı çıkar çatışması yaşadığı tüm iktidarlara karşı bu söylemi kullandı, söylem bazında kalmadı, kendisine buna yönelik en basit ipucunu verebilecek sahneleri kendi eliyle yarattı. Ukrayna’da silahlı neofaşistlerin liderliğindeki hareket ‘AB demokrasisine özlem’ olarak gösterildi. Suriye’de bu anlatının geldiği nokta herkesin malumu. Bu demek değil ki hedef alınan tüm iktidarlar günahsız. Fakat mesele bir ülkenin iç meselesini yine kendi demokratik unsurları etrafında çözmesi yoluna girmesi ile emperyalist güçlerin o ülkede kendi lehlerine iktidar değiştirme çabasına girmesi farklı şeyler. Nitekim Evo Morales de 2016’daki referandumda kendi özelinde ciddi bir destek kaybı yaşamıştı. O günden bugüne gelene kadar yerini partisinden devredebileceği aktörler de vardı. Nitekim kendisine olan desteğin azalması partisi MAS’ın popülerliğini azaltmadı. Son seçimlerde on puanın üzerinde bir farkla kazanmasından da bunu görebiliriz. Fakat iktidarını bir halefine bırakması belki de asılsız dahi olsa seçimin meşruiyetine yönelik yapılan kara propagandanın, bugün darbeyle sonuçlanan süreci başlatmasını engelleyebilirdi. Çünkü her ne kadar kendisi destek kaybetse de seneler içerisinde yapılan halkçı ekonomik reformlar, yerlilerin hakları temel alınarak düzenlenmiş olan laik anayasa gibi bugün Bolivya’yı emekçileri ve ezilenleri için yaşanabilir kılan tüm faktörleri inşa eden ve sürdürebilecek tek siyasi aktör MAS ve halk da bunun farkında. Ve halk Başkan Morales’in istifasının ardından şimdi sokağa indi. MAS vekilleri, askeri aşarak tekrar meclise girebildi ve seçim kararı aldırdı. Başta darbenin kalıcılığına yönelik soru işaretimin bir sebebi bu. Bugün darbe desteğiyle kendi kendini Başkan ilan edenlerin önümüzdeki süreçte yapılacağı kesinleşen bir seçimde hak etmeden elde ettikleri koltuklarını kaybetmeleri çok olası.
Peki neden ciddi bir halk desteği olmayan, temelde asker ve polisin zoruna dayanan bir iktidar değişikliği ABD için bu kadar öneme sahip? Diğer tüm Pembe Dalga ülkeleri gibi emperyalizme tehdit oluşturabilecek bağımsız, halkçı bir politik programı başarılı şekilde sürdürmüş olması en başat temeli. Bu programın ve reformların sürebilmiş olmasındaki en büyük etken de çoğunluğu Amerika menşeili, madenden telekomünikasyona kadar birçok sektörde ülkeyi sömüren şirketleri kamulaştırmış olması. Bu şekilde yaratılan devlet ekonomisi hem kamu harcamalarıyla hem kendi ekonomisinin gelişmesiyle ülkede yoksulluğu yüzde 65'ten 30'a kadar indirebilmişti. Sadece darbeyi getiren sürecin başlangıcı sayılan 23 Ekim gecesi, Tesla ve Panasonic hisselerine bakmak bile yeterli olacaktır aslında. Bu iki şirketin ortak özelliği Lityum ihtiyaçları. O haftanın başında da Morales lityum madenlerini de kamulaştıracaklarını duyurmuştu. Ve ne hikmetse 23 Ekim gecesi darbe süreci başladığında iki şirketin de hisseleri ani bir yükseliş yaşıyor. Tek başına bu bile ABD emperyalizminin Latin Amerika’ya yönelik müdahaleleriyle geçen on yılları özetlemeye yeter de artar bile. Kuzeyli ‘komşular’ Güney'in kaynaklarından bir türlü vazgeçmek istemiyor. Bunun da ötesinde, bu ihtiraslarına temelli ket vuracak başka bir dünya tahayyülünden, emaresinden bile ölesiye korkuyor. Öyle ki bugün topallayan kapitalizmde bile hâlâ daha bölgedeki tüm yağma şanslarını değerlendirmeye çalışıyorlar. Fakat 2000’ler başlarının neoliberal rüzgarı da dinmiş durumda. Bugün Amerikancı/IMF’ci bir siyaset ve ekonominin bölgeye kâğıt üstünde dahi kazandırabileceği hiçbir şey yok. Bunu Brezilya, 2016’da darbeyle iktidara gelen liberal hükümetle gördü. Kapitalizmin dünyanın hiçbir yerinde bugünün krizine karşı tek kurşunu yok. Toplumsal düzeyde de liberal demokrasi hikayesi iflas ettiğinden beri dünyanın her yerinde kendine çözüm olarak 21. yüzyıl faşistleri yaratıyor. O yüzden de yaptıkları her siyasi müdahale o ülkede toplumsal krizi ve bunalımı yükseltmekten başka bir işe yaramıyor. Dolayısıyla dünün ‘üçüncü dünyaya demokrasi getiren Batı’ yalanı, bugün kamyonlara doldurulan yerlilere işkence eden Amerikancı faşistleri perdelemeye yetmiyor. Bundandır ki bugünkü darbeye aldanıp Bolivya’nın emekçileri ve ezilenleri için her şeyin bittiğini söyleyemeyiz. Bir ihtimal daha var, o da Bolivar’ın torunlarının, emperyalistlerden gasp ettikleri iktidarlarını söke söke geri almaları!

cukurda-defineci-avi-540867-1.