“Cumhuriyetin ilanından bu yana onun getirdiği temel değerleri yok etmeye yönelik birçok ihanet yaşanmıştır. Köy enstitülerinin kapatılması da bunlardan biridir. Yalınlaştırarak söylersem; köy enstitüleri köyü ve köylüyü uyandırma, köyü içten aydınlatma düşüncesinin üstüne temellenmişti. Bu da köyü, köylüyü öteden beri ezen, sömüren güçleri, ağaları, beyleri, din adamlarını tedirgin etmeye başlamıştı. Bu güçlerin siyasal temsilcileri bu tedirginliklerini açık açık dile getiriyorlar, şöyle diyorlardı: ‘Buralardan yetişenler, yarın köylere dağıldılar mı rahatımızı kaçıracaklar’ (...) O günkü koşullar, toplumsal yapı değişti büyük ölçüde. Artık köy enstitülerini aynı doku, aynı amaçla oluşturamayız. Ne köylerimiz, aynı köyler, ne Türkiye’miz aynı Türkiye. Peki, eğitim düzenimizi bugünkü sefaletinden kurtarmak için köy enstitüleri deneyiminden yararlanamayız mı? Yararlanabiliriz elbette. Köy enstitüsü ruhunun odağında yer alan ‘yaparak öğrenme, soran, sorgulayan, nedenleme gücü, eleştirel bakış açısı gelişmiş insan yetiştirmek’ için başvurulan yol ve yöntemlerden yararlanabiliriz. Ama bugün ülkenin yazgısını elinde bulunduranlarınsa böyle bir kaygıları olduğunu sanmıyorum. Yurttaş değil, kul yetiştirmeye dönük bir eğitim düzeni onların amacına daha uygun düşmüyor mu?” (Emin Özdemir’le Söyleşi)

Üretici eğitim yöntemi (Tebeşir eğitimi, iş eğitimi); Bataklık kurutma (çevrecilik, çadır ve çevresine çiçek), bisiklet, kitaplık (baraka), bina yapımı, mandolin, forma, çanta taşıma; 3. sınıf sonrası kollar (sağlık kurulu; eleme yok, beceri ve yeteneğe göre yönlendirme); Dışarıda eğitim (kimya dersi, kireç çözümü); Kollar (yüksek öğrenimde): Güzel sanatlar; müzik zenginleşecek ve köylere götürülecek. Hayvancılık bakımı, köy ve el sanatları, kümes hayvanları, tarla ve bahçe ziraatı, madencilik; Proje: Köy bölgeleri açılacak ve kooperatifçilikle çalışacak. Öğrencilerin ana babaları kursa gelecek, kur görüp para alacak. Hayvan bakacak para alacak. Fabrikalar kurulacak, doğu batıyı geçecek… Kollar ülkenin kalkınması bağlamında programlanmış. Ankara’nın kültür sanat ve bilim insanları bu okullarda öğretmen. Suna Kan, daha çocuk, Bach çalıyor ilk konserinde öğretmen adaylarına köyde. Kayaklar var. Öğreniyorlar, kayıyorlar. Futbol sahaları yapılıyor, oturacak yer yok. İzlemek yerine herkes oynasın, edilgen olunmalı, oyun alanları bedenin etkinleşmesi içindir… Çok sayıda pinpon masası, voleybol, basketbol sahaları. Öğrenci marangoz atölyeleri. Açık hava tiyatroları. Yurt gezileri… Gereksinmelere ve gerçeklere göre düzenlenmiş bir eğitim…

Notlarımı okumayı kesiyorum. “Bitmez Köy Enstitüleri…” diyorum. Ağzı bir karış açık dinleyen bizim ufaklık “Vay canına, baksana, bu bir devrim!” diyor coşkuyla. “Ama böyle güzel bir şey nasıl bitirilir” diye de soruyor ardından hemen, kırılgan bir sesle. “Bitirilir,” diyorum, “ve buna şey denir çocuğum…” “Ne denir?” dercesine bakıyor saf saf. “Karşı devrim!” denir diyorum…

Türkiye’de yüksek öğretim kurumlarında SBF’de DTCF’de kapatılmalar, kıyınçlar kıyımlar sürüyor. KHK ile akademisyenlerin üniversitelerden çıkarılmasını protesto edenlerden biri, Prof.Dr.Korkut Boratav: “1948’de babamı, 1980’de beni, bugün de asistanımı üniversiteden attılar. Her dönem biraz daha gaddarlaşıyorlar. Şu anda yapılan 12 Eylül’den de diğerlerinden de daha kötüdür” diyor, incelikle(kibarca) da, yine çok değerli Prof.Dr.Kadir Cangızbay; o yerli yerinde kullandığı argo hangi sözler ve deyimlerle anlatırdı şu son gelişmeleri, akademisyenlere-direnişçilere saldırıları acaba? Ben ne dersem diyeyim, biliyorum, karşılığı olmayacak, yetersiz kalacak. Kadir hoca, Ankara’dan bir ses ver!…