Tercİh yapmak zorunda bırakılıyoruz, üstelik keskin hatlarla. İnsanlar tercihleriyle yaşarlar. Ben gerçekleri haykırmayı seçtim. Bir çığlıktı bu “yayın yasaklarını tanımıyorum” çıkışı

KRAL ÇIPLAK!

> ECE ZEREYCAN

Basın ve ifade özgürlüğü neden önemlidir?
Bu konuyla ilgili sınırlamalar olmalı mı?
Her yayın yasağına uyulmalı mı?

Yargının büyük bölümü iktidar tarafından istila edilmişken ve yargı gücü muhalifleri susturmak, gerçeklerin üzerini örtmek gibi amaçlar için kullanılırken hangi mahkeme kararına nasıl saygı duyacağız ya da uyacağız?

Konu çok yönlü, sorgulanması gereken onlarca açısı var. Yaşadığım son örnek üzerinden gidecek olursak; “çocuklar tecavüze uğrarken gelen yayın ve eleştiri yasağına uymak mı gerekirdi?” sorusu şekil buluyor.

Bu olayın düşünülmesi gereken iki önemli yönü var.

İlki; Ensar Vakfı'na ait evlerde kalan 8-10 yaşlarında 45 erkek çocuğa öğretmenleri tarafından tecavüz edildiği iddiasına ve 10 çocuğun tecavüze uğradığının raporlarla kanıtlanmasına sessiz kalınması insanlık onuruna sığar mı?
İkincisi; evet ortada mahkeme kararları var. Fakat kimin mahkemelerinin kararı bunlar? Bağımsız bir yargının mı, iktidarın her ayıbını örtmek için yasal bir kılıf olarak kullanılan yargının mı?

Bu iki olguyu düşünüp bir tercih yapmak düşüyor haberciye. İlkelerimiz, insanlık onurumuz ve işsiz bırakılmak arasına sıkıştırılmış durumdayız. Ya insanlığı ya biat kültürünü seçeceksin baskısı var, iktidar medyasında da, yazık ki muhalif medyada da...



8-10 yaşlarında çocukların tecavüze uğradıklarını duyduğumda kanım çekildi. Bir şey yapılmalıydı. Toplum böyle bir olaya nasıl bu kadar sessiz ve duyarsız kalabilir diye düşündüm. Mahkeme kararına, yayın yasaklarına uyup susmak mı; bu iğrençliği duyurmak, sorgulamak, eleştirmek ve suçlulardan hesap sorulmasını talep etmek mi?
Yayın yasaklarına uymak, susmak ve doğru bildiğini mahkeme kararı var diye söylememek ya da her tür baskıyı, mücadeleyi göze alıp gerçekleri haykırmak...

Tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz, üstelik keskin hatlarla. İnsanlar tercihleriyle yaşarlar. Ben gerçekleri haykırmayı seçtim. Bir çığlıktı bu “yayın yasaklarını tanımıyorum” çıkışı. Tecavüze uğrayan, katledilen çocuklar adına bir haykırıştı. Çocuklar tecavüze uğrarken susulmaz dediğim ve bu iğrençlik yaşanırken yayın yasağına uymayı kabul etmediğim için işsiz kaldım. Ama kendimi işsiz değil, özgür basın emekçisi olarak görüyorum.

Vahim olan işsiz kalmam değil, bunu kendine muhalif diyen bir medya kuruluşunda yaşamış olmam. AKP zihniyetinin toplumun pek çok damarına sirayet ettiğinin kanıtı bu olay bana göre. Halk TV Gezi direnişindeki yayın politikasıyla gönüllerde yer kazanmış “bizim kanalımız” “sesimiz” dediğimiz yuvamızken, gördüm ki yanlış kişilerin, yanlış yönetimlerin, koltuk ve çıkar peşinde koşanların hüküm sürdüğü bir yapıya dönüşmüş durumda. Halk TV emekçileri canını dişine takıp, gecesini gündüzüne katıp çalışırken, yönetimin AKP diktası benzeri bir yapıyla çalışanlarına baskı ve sansür uygulaması asla kabul edilemez. Emekçisinin alın teriyle şekillenen Halk TV’nin başarısı; iş bilmez, ideolojisi olmayan, ülke çıkarları değil kişisel çıkarlarını ön plana alanlara bırakılamayacak kadar değerlidir. Aksi emek hırsızlığına girer. Her koşulda doğruları aktarmaya çalışan basın emekçilerinin alın teri üzerinden prim yapıp kendi koltuk ve gücünü düşünen emek hırsızlarına "kral çıplak" demeye kendi içimizden başlamalıyız. İktidardaki yanlış gidişata baş kaldırmak için önce kendi içimizdeki diktatörlere dur dememiz şart. Hep birlikte, tek ses olarak! Şimdi bize düşen her zamankinden daha kararlı mücadele etmek. Dayanışmayla ve umudu büyüterek...