Ölüye saygının mezarları bile olmayan insanları teğet geçip o şiddetin ve sömürünün mimarları ve uygulayıcılarına bahşedilmesi ne kadar da ironik. Dünyada son yüzyılda yaşanan her türlü olayda etkisi bulunan Kraliçe ve İngiliz monarşisi olunca bir reçelle geçiştirilecek kadar basit olabilir mi?

Kraliçe’nin ölümü tarihin komedyası
Kraliçe’nin oğlu Charles'ın yeni kral olduğu Londra'da St. James Sarayı'nda düzenlenen törenle resmen duyuruldu. (Foto: Depo)

Semiha DURAK/Londra

İngiliz monarşisinin en uzun süre tahtta kalan üyesi Kraliçe II. Elizabeth, perşembe akşamı 96 yasında öldü. Churchill'den bu yana bütün başbakanlarla çalışmış olan Kraliçe, son başbakan Liv Truss ile de el sıkışarak bir devrin kapanışını ve başlangıcını yapmış oldu.

On gün sürecek resmi yas dönemi başladı. Konser ve etkinliklerin pek çoğu iptal edildi. Futbol seyircisini üzen açıklama da cuma günü geldi. Hafta sonu yapılması planlanan maçlar kraliçeye saygıdan dolayı oynanmayacak. Öte yandan kriket ve golf maçlarına iptal gelmemesi protokolün de sınıfsal işlediğinin sembolü gibi. Milletvekillerine 10 gün izin verilirken, bütün çalışanlar işlerine gitmeye devam edecek. Neticede cenazenin ve ardından yapılacak taç giyme töreninin masraflarını karşılayacak olan halkın çalışması gerekiyor. Ama cenazenin olacağı gün, borsa ve bankalar çalışmayacağı için ülke genelinde resmi tatil ilan edildi. Uzmanlar bu tatil gününün ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini düşünse de bunu bir önemi yok. Halkın çoğunluğunu en çok ilgilendiren asıl mesele bu yas tatilinin her yıl tekrarlanıp tekrarlanmayacağı. Bir de cenaze törenini yakından izleyip bu "tarihi" ana tanıklık edebilmek.

SORUNLAR UNUTULDU

Ülkenin gündemini meşgul eden enerji krizi, elektrik faturaları ve yeni başbakan Truss'in paketi bir anda gündemden düşüverdi. Vaktiyle monarşinin yıkılması gerektiğini söyleyen taze başbakan Truss, kraliçenin ölümü karşısındaki üzüntüsünü belirtirken Cumhuriyetçiler ve bazı sosyalistler de taziye mesajlarını paylaştılar. Sanırım hipokrasi sözcüğü en çok yüzlerine yakışıyordu. Fakat en çok şaşırtan İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn'in - belli ki kraliçenin insan yanını ön plana çıkarmak adına- kraliçeyi, onunla bahçecilik, reçel yapımı ve aileler üzerine yaptığı sohbetleri hatırlayarak anacağını söylemesi oldu. Evet, ömrü biten bir insan, birilerinin annesi, babaannesi ama söz konusu şahsiyet, dünyada son yüzyılda yaşanan her türlü olayda dolaylı ya da doğrudan etkisi bulunan kraliçe ve İngiliz monarşisi olunca bir reçelle geçiştirilecek kadar basit olabilir mi?

TARİHİN İRONİSİ

Evet tarihi bir figür ve evet 1945 sonrası, savaşın yıkıntıları arasından kendini yeniden inşa eden bir ülkenin yaratılmasında rolü büyük ama o inşaatın neyin üzerine kurulduğunu, başka büyük yıkımlara neden olduğunu unutmamak gerekiyor. Ölüye saygının sömürgeci şiddete ve soykırıma maruz kalan, mezarları bile olmayan insanları teğet geçip o şiddetin ve sömürünün mimarları ve uygulayıcılarına bahşedilmesi ne kadar da ironik. Hayır, kimilerinin sandığı gibi kraliçe Elizabeth törensel ve sembolik yetkileri olan bir masal karakteri değil, karar ve veto yetkisine sahip, güçlü bir politik figürdü.

Balkonundan el sallayan sevimli ihtiyar pozunun arkasında kolonociliği destekleyen, sömürge ülkelerde yükselen bağımsızlık hareketlerini engelleyen, şiddet ve yağmayla dolu bir miras, koskoca bir kolonicilik tarihi yatıyor.

1952'de babasının ölümü üzerine kraliçe ilan edildiğinde Prens Philip ile Kenya'da bir "gezi"deymiş. Bundan dokuz ay sonra, yüzlerce özgürlük savaşçısı Kenya'da bir ormanda İngiliz birliklerinden saklanacak ve sonraki yıllar içinde de 1,5 milyon Kenyalı, toplama kamplarında hapsedilecek, aç bırakılacak, işkence görecekti. Bu hafta Kenya, sömürgeci Britanya hükümetine toprak hırsızlığı, şiddet ve zulüm gerekçeleriyle 200 milyar dolarlık dava açtı. Uluslararası şirketler tarafından hala işgal altında ve sömürülen Kenyalılar "İngilizler aslında hiç gitmediler" diyor. Kraliçenin 96 yıllık ömrü değil, Kenya hakkında konuşmamız gerekmiyor mu?

KANLI SÖMÜRGECİ GÜÇ

Britanya'nın göç politikaları, onun sömürgeci imparatorluk geçmişinin kanlı izlerini taşıyan alanlardan biri. Geçtiğimiz yıllarda, tarihin en büyük skandallarından biri olan Windrush ve onun tarihsel kökenleri ile ilgili hazırlanan rapor, İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmeye çalışılmış ama bir şekilde basına sızmıştı. Rapor, 1950 ve 1981 yılları arasında yürürlüğe giren göçmenlik ve vatandaşlık yasalarının Birleşik Krallıkta beyaz olmayan nüfusun sayısını azaltmak için tasarlanmış olduğunu, demokratik parlamentolu kraliyetin aslında hiç de sır olmayan ırkçılığını ifşa ediyordu. Bu yasaların taslak halindeyken kraliçeye sunulduğunu, her birinde söz ve veto hakkına sahip olduğunu sanırım söylemeye gerek yok.

Kraliyet ailesine yapılan suçlamalar arasında yargıya da intikal eden sex skandalları ve rüşvet iddiaları var. Kraliyetin yaramaz çocuğu sanıldığı gibi yalnızca Prens Andrew değil. Çiçeği burnunda Kral III. Charles'in El Kaide bağlantılı ve insan hakları ihlalleriyle suçlanan Katarlı eski bir politikacıdan 2 milyon sterlin aldığı ortaya çıkmış, polise ihbar edilmişti.

SOLCULARIN HAZİN TAVRI

Bütün bunları monarşinin karşısında olduğunu söyleyen cumhuriyetçiler, sosyalistler yazıp söyleyip hatırlatmayacaksa kim yapacak?

Kraliçenin öldüğü gece, Corbyn ve İngiliz solcularına sinirlenip söylenirken, Demiryolu İşçileri Sendikası’nın (RMT) kraliçeye saygıların sunduğu ve ölümünden duydukları üzüntüyle 15 ve 17 Eylül'de yapacakları grevi iptal ettiklerini duyurdukları mesajı gördüm. Bundan sonra film koptu.

Kim bilir, belki de herkes oynuyor. Uygarlığın zorla öğrettiği o sahte nezaket sularında boğulana kadar yüzeceğiz.

"Kraliçe öldü, yaşasın kral" diyen solcular görmekten korkup sosyal medyamı kapatmak üzereyken, eski bir fotoğraf gözüme çarptı. "Türkiye'nin Büyük Misafirleri" başlığının hemen altında kraliyetin çekirdek ailesi seçkin pozuyla karşımda duruyordu. Kraliçe Türkiye'ye ilk ziyaretini 1961'de ve ikincisini ise 1971 yılında yapmış. Tarihler ilginç değil mi? Fotoğrafı twitter hesabında paylaşan Derya Bengi'ye göre, kraliçe Menderes'lerin idam edilmemesini istemiş ama Deniz Gezmiş'lerin idamı konusunda ses çıkarmamış.

Minik çantası ve şapkasıyla el sallayarak aramızdan ayrılan bu şirin ihtiyarin savaşlar, yoksulluklar bir yana kendi küçük dünyamızdaki olaylar, acılar, travmalar ve dönüm noktalarında bile ne kadar büyük bir rolü olduğunu unutmadan siyah- beyaz fotoğrafa bakıyorum ve onu Sex Pistols’den God Save The Queen şarkısıyla uğurluyorum:

Tanrı Kraliçe’yi korusun
Faşist rejim
Tanrı Kraliçe’yi korusun
O bir insan evladı değil

Kraliçe ölür ölmez, oğlu Charles, III. Charles olarak kral ilan edildi. Ölüm haberinin ardından gözyaşlarını ivedilikle silen Cumhuriyetçiler, Elizabeth'in ölümüyle monarşinin son bulacağı iddialarına, bu yöndeki temennilerine kaldıkları yerden devam etmeye başladı. Yıllardır yürütülen Cumhuriyetçilik kampanyaları, ya da olası bir halk referandumu İngiliz monarşini yıkabilir mi bundan pek emin değilim. Neticede saray, bütün monarşiler gibi din ve para temelleri üzerinde yükseliyor.

Fakat, İngiliz Kraliyet tarihinde kral unvanını alan ilk Charles'in hazin sonunu ve sadece on bir yıl sürse bile Cumhuriyet'in bu topraklarda ilk Charles'in idamının ardından ilan edildiğini düşünürsek, Hegel ve Marx'ı bir kez daha anmadan geçemiyoruz: Bütün tarihsel olaylar ve kişiler iki kez tekrar eder; ilkinde tragedya ikincisinde komedya olarak.