TAKSAV’ın Ankara’da düzenlediği bir dizi seminer devam ediyor. Zamanım olduğu sürece izlemeye çalışıyorum. İzlemiş olduklarıma bakarak

TAKSAV’ın Ankara’da düzenlediği bir dizi seminer devam ediyor. Zamanım olduğu sürece izlemeye çalışıyorum. İzlemiş olduklarıma bakarak kendi payıma doyurucu olduklarını söyleyebilirim. 09 Kasım 2009 Pazartesi akşamı yarım saat gecikmeyle de olsa Aziz Hocamın ( Konukman ) seminerini izledim. Aziz hoca’nın dediği gibi sözün bittiği yere gelmiş olsak gerek ki katılım bir hayli düşüktü. Yine de ağırlığın gençlerde olması sevindirici. Biz yaştaki dostlar her halde yeterli kıvama geldiklerini düşünüyor olduklarından bu tür seminerlere pek rağbet etmiyorlar. Kimimiz zamanın yetmediğinden, kimimiz toplantı enflasyonundan, kimimiz pek çok şapka edindiğinden şikâyetle bu tür seminerleri pas geçiyor. Oysa o akşam Aziz Hoca Taksav’daki seminerden saat 20:30’da çıkıp koşa koşa Mülkiyelilerdeki bir başka toplantıya yetişme çabasında iken gayet istekli görünüyordu. Üstelik kimi sağlık sorunlarına rağmen. Her neyse bu tür toplantıların daha geniş duyuru ile devamında her daim fayda olduğu inancındayım. Neden böyle düşünüyorum? Böyle düşünüyorum, zira oldukça az okuyan bir toplumuz, topluluğuz. Üstelik okumak da yetmiyor. Okuduklarımızı bir birimizle paylaşmayıp, tartışmadıktan sonra. Tartışıp yanlış okumalarımızdan sıyrılıp, daha doğru analizlere, sonuçlara ulaşmadıktan, biriktirdiklerimizi yazarak paylaşmadıktan sonra….
Aslında 09 Kasım akşamı Aziz Hoca’nın seminerinden yola çıkarak kapitalizmin krizine, gelinen noktada emekçilerin, yoksulların tepkilerine ve de sol- sosyalist kesimin duruğu yere, yaptıklarına, yapabileceklerine, olanaklarına değinmek istiyordum. Fakat yukarıdaki girişi yapmadan da edemedim.
Seminerin “emperyalizm, küreselleşme ve kriz” adını taşıyan  ana başlığı aslında bir hayli geniş kapsamlı olup iki saatlik bir süre içerisinde ancak bir ucundan tutup anlatılabilir ve tartışılabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Daha çok krizin Türkiye’ye yansıması ve AKP iktidarının kriz içerisindeki konumlanışı (!) tartışıldı. Seminerin sonunda ve ayak üstü sohbetimizde Aziz Hoca artık sözün bittiğini giderek aynı şeyleri söylemek durumunda kaldığını, kendini tekrarlamak durumunda olduğunu söylüyordu. Nitekim bir yazı talebimi de “söyleşi biçiminde yapalım belki daha doyurucu olur” diyerek biçim değişikliğine uğrattı.
Gerçekten sözün bittiği yerde miyiz? Aziz Hoca’ya katılıyorum. Bir bakıma böyle bir yerdeyiz. Söyleneceklerin pek çoğunun söylendiği doğru. Elbette yaşam devam ettikçe ve hayat değiştikçe söyleneceklerde yenilenmek durumundadır. Zaten aksi diyalektiğede aykırı olmaz mı? Fakat gelinen noktada mücadelenin söylem düzeyinden eylem düzeyine evirilmesi aksak kaldığından, pratiğin söylemi test edecek yoğunlukta yaşanmadığından bu noktaya geldik. Oysa, söylediklerimizin, tespitlerimizin, yazdıklarımızın doğruluğunu test etmenin tek yolu pratikte sınanmaları değil mi? 
Peki pratik için yeterli sınıf iradesine, güce ve desteğe sahip miyiz?
Bu soruya yanıt vermek bir hayli zor olsa gerek. Seminere bir geri dönüş yaparsak, son krizden çıkışın 2010’da gerçekleşeceği söylemleri var. Aziz Hoca’ya göre grafikte bir V çizerek gelişeceği söylenen krizden çıkış AKP’yi bir noktada kurtarabilir. Fakat grafikte V yerine bir W seyri izlerse , işte o zaman sorun herkes için vahim olacaktır. Gerçektende bunun ip uçları bu günden var. Dikkat edilirse son yaşanan krizlerin birbirleriyle aralarındaki süre giderek azalmakta. Daha da önemlisi her krizden bir öncekine göre bir az daha uzun bir sürede ancak çıkılabiliyor. İçinde bulunduğumuz kriz nerdeyse iki yılını doldurmakta ve bana kalırsa bu süre 2010’u  da aşabilir. Bu durumda Aziz Hoca gelebilecek olanın bir açık faşizm olacağından söz ediyor. 1923’te bir ABD dolarının dört trilyon Alman Markı ettiğini ve bu krizin Alman orta sınıfını yok ettiğini biliyoruz. Fakat bu yok oluş sonucunda uygulana para reformu başta olmak üzere diğer reformlar ekonomiyi bir parça istikrara kavuşturmuş ve olası bir kalkışmayı önlemişti. Ancak hemen ardından gelen 1929 krizi ile toplumu hareketlenmiş ve Alman burjuvazisi gerilemekte olan Nazilere destek vermeyi tercih etmişti.
İki yılını doldurmak üzere olan kriz işsizliği iki haneli rakamların çok üzerine tırmandırdı. Ancak bu durum henüz tam anlamıyla bir dibe vurmaya neden olmadı. Gerek Trakya’da gerekse İç Anadolu’da toprağa, köyüne bağını henüz koparmamış olan kent emekçileri, yoksulları bir süre daha kır desteği ile devam edebilecek konumda. Yine özellikle kent çevresinde, varoşlarda geniş aile yapısı hala yüzde 50’lerin üzerinde ve  işi olan işsiz kalanları idare edebilmekte. Tabii bu durum böyle devam edemez. Bu gün varoşlarda yaşayanların siyasetle ilgisi bir hayli zayıf ve  belirli bir siyasi partiye angaje olmuş bir durumu söz konusu değil. Genellikle Türkiye genelinde ibre hangi partiye dönüyorsa varoşlarda da yüzler o an için o partiye dönmekte. Yani pek istekli olarak olmasa da AKP, MHP, CHP gibi partiler arasında gidip gelmekte. Diğer yandan siyasal olarak dışa vuramadığı bir öfke giderek farklı şekillerde dışa yansıyor ve giderek birikiyor. Aslında AKP’nin  zayıf karnı ekonomi ve krizin süreğen olup olmayacağı. Bütün, gündem değiştirme çabalarına rağmen kriz süreğen bir seyir izlerse buradan ne AKP’nin ne de diğerlerinin çıkışı olası değildir. Peki bu gelişmeler ülkeyi açık faşizme götürür mü? Bunu da gelin gelecek hafta tartışalım…