Büyükşehir Belediyeler Kanunu Tasarısını gazetemize değerlendiren ODTÜ Öğretim Üyesi ve Kent Plancısı Doç. Dr. Tarık Şengül, “Büyüklerin küçükleri yuttuğu bir senaryo ile bir kez daha karşı karşıyayız” diyor

L. DOĞAN TILIÇ

Büyükşehir Belediyeler Kanunu Tasarısını gazetemize değerlendiren ODTÜ Öğretim Üyesi ve Kent Plancısı Doç. Dr. Tarık Şengül, “Büyüklerin küçükleri yuttuğu bir senaryo ile bir kez daha karşı karşıyayız” diyor

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi ve Kent Plancısı Doç. Dr. Tarık Şengül, BirGün’ün Büyükşehir Belediyeler Kanunu Tasarı ile ilgili sorularını yanıtladı. Şengül, “İçinde yaşayanlara sormadan yerleşmelerin tüzel kişiliklerini değiştirmek Türkiye’nin de imzaladığı Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na aykırı. Yeni düzenlemenin ilk etapta kaybedeni belediye statüsü sona erecek olan küçük belde ve yerleşimler. Büyükşehir statüsünde olmayan çok sayıdaki belediyenin gelirleri önemli miktarlarda düşecek” diyor.

»TBMM gündeminde olan Büyükşehirlerle ilgili yasa teklifi birçok çevrede büyük rahatsızlık yarattı. Tasarının içeriğinde ne var; niçin bu derece rahatsızlık yarattı?
Genel hatlarıyla, Tasarı mevcut 16 Büyükşehir’e ek olarak nüfusu 750. 000’i geçen 13 ilde yeni büyükşehir oluşturuyor. Ayrıca söz konusu 29 büyükşehir belediyesinin sınırı il sınırı haline geliyor. Öte yandan, büyükşehir statüsündeki 29 ilde İl Özel İdareleri’nin tamamı ve 1591 belde belediyesi yok ediliyor. 16.082 köy statüsündeki yerleşme mahalle haline gelirken, köy statüsü sona eren bu kırsal yerleşmelerin mera alanları ve diğer varlıkları da ilgili belediyelere devrediliyor. Bu yerleşmelere hizmetlerin belediyeler tarafından sağlanması öngörülüyor.
Yapılmakta olan değişiklik oldukça köklü ve çok önemli sonuçları olacak nitelikte. Eleştiriler çok farklı çevrelerden ve farklı nedenlerle geliyor. Yönteme olduğu kadar içeriğe yönelik olarak da kaygılar ifade ediliyor.

»Yöntem derken yasanın hazırlanış biçiminden mi söz ediyoruz?
Bir ölçüde öyle; tasarı, birçok başka örnekte olduğu gibi, kapalı kapılar ardında hazırlandı. Tümüyle iktidarın mantığını taşıyor. Düzenleme ilgili taraflar ve demokratik kitle örgütleri ile paylaşılmadı.  Ancak, yönteme ilişkin sorun çok daha büyük. Değişiklikten etkilenecek belediye ve köy statüsünde binlerce yerleşme ve bu yerleşmelerde yaşayan çok sayıda insan var. Yerel yönetimlerin önemli ayakları olan belde belediyeleri ve köy tüzel kişilikleri gerek kurulurken, gerekse de ortadan kaldırılırken, bu beldelerde yaşayanların görüşüne başvurulması gerekirken, iktidar bu konuda en ufak bir zahmete girmedi.
Tabiri caizse, 11 yıl önce kurulan iktidar partisi kapalı kapılar arkasında birçoğunun kuruluşu yüzlerce yıl geriye giden yerleşmelerinin tüzel kişiliklerini sona erdirdi. Bu yerleşmelerde yaşayanların görüşüne başvurmadan tüzel kişiliklerin sona erdirilmesi Türkiye’nin de altında imzasının bulunduğu Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na da aykırılık taşıyor.

»İçerik açısından ne tür olumsuzluklar görüyorsunuz; yeni düzenlemenin kaybeden ve kazananları kimler?

Düzenleme, her ne kadar bu ayrımı tümüyle görmezden gelse de, kentsel ve kırsal alanlarda yol açacağı sorunlar çerçevesinde değerlendirilmeli. Kentler açısından baktığımızda yeni düzenlemenin ilk etapta kaybedeni kuşkusuz belediye statüsü sona erecek olan küçük belde ve yerleşimler. Düzenleme, 29 büyükşehir belediyesindeki toplam 1022 belde belediyesinin kapatılarak mahalle statüsü kazanmasını ve diğer 52 ilde nüfusu 2 binin altına düşen 559 beldenin de köye dönüşmesini öngörüyor. Türkiye’deki 2.950 belediyenin yarısından fazlasına karşılık gelen 1.591’i kapanmış olacak. Diğer bir anlatımla, büyüklerin küçükleri yuttuğu bir senaryo ile bir kez daha karşı karşıyayız.
Kaybedenlerin ikinci sırasında 29 ilin dışında kalan 52 il sınırı içindeki belediyeler vardır. Büyükşehirlerin vergi ve diğer gelirlerden aldığı pay diğer belediyelere göre daha yüksektir. Merkezi yönetimin kendi kaynaklarından fedakârlık etmediği bir durumda, yani belediyelere aktarılan kaynakların oranının aynı kalması durumda, bu değişikliğin anlamı büyükşehir statüsünde olmayan çok sayıdaki belediyenin gelirlerinin önemli miktarlarda düşmesidir. Yani, iktidar bu düzenleme ile ağırlığını görece büyükşehirlerden tarafa koyup, halihazırda ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşayan küçük yerleşmeleri biraz daha kenara itmiş, gözden çıkarmış olacaktır. Bu sürecin sonunda bu yerleşmelerden daha büyük yerleşmelere olan göçün daha da hızlanması kaçınılmazdır.

»Kırsal kesim ve köyler açısından nasıl bir kayıp söz konusu?
Düzenlemeden büyükşehir statüsü kazanan illerin bir bütün olarak olumlu etkileneceği sonucu çıkarılmamalıdır. Bu illerin dikkate değer bir bölümü metropol kentlere atfedilen özelliklerden çok kırsal-tarımsal yapı özellikleri ile öne çıkıyor. Büyükşehir statüsü ile köy niteliğini yitirecek bu alanlarda yaşayan geniş kırsal kesimin de yeni düzenlemenin kaybedenleri arasında yer alacağı açıktır.
Daha önceki uygulamalarda, büyükşehir statüsü verilen yerleşmelerin köy tüzel kişilikleri mahalle statüsüne dönüşmüştür. Bunun parçası olarak da kırsal-tarımsal ekonomilerin merkezinde yer alan meralar da belediyelerin denetimine geçmiştir.  Bu durum dinamik gelişme gösteren ve metropollerin gelişme alanında yer alan köyler açısından anlaşılabilirdir. Beğenelim beğenmeyelim, kazanılan imar hakları bu yerleşmelerde kayıpları belli ölçülerde dengeleyici bir rol oynamıştır.
Ne var ki, bu durum düzenlemeye konu olan 13 il çerçevesinde çok sınırlı bir alan için geçerlidir. Böyle olunca bu kırsal nitelikte yerleşmelerin önemli kayıplarla karşılaşması kaçınılmazdır. Bunun en iyi örneğini pergel yasası ile büyükşehir sınırlarına dâhil edilen yerleşmelerin geçtiğimiz dönemde karşı karşıya kaldığı olumsuzluklar oluşturmaktadır. Bu nitelikteki kırsal yerleşmelerin çok büyük bölümünün büyükşehir hizmetlerinden yararlanamadıkları yönündeki şikâyetler gazete haberlerine sıkça yansımıştır. Ankara gibi kaynakları görece zengin belediyelerin bulunduğu alanlarda bu tür şikâyetler söz konusuyken, sınırlı bütçe ve teknik donanımla, Mardin, Urfa, Kahramanmaraş gibi belediyelerin tüm ile hizmet götürmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Dahası bu yerleşmelerin emlak vergisi ve diğer hizmet bedellerinin tespitinde kentsel alana dahil olmalarından dolayı çok daha yüksek düzeylerde ödemeler yapmaları da kaçınılmaz hale gelecektir. Bu düzenlemenin söz konusu illerde tarım ve tarıma dayanan kırsal nüfusu da gözden çıkardığı açıktır. Yıllardır bitmeyen GAP’ın merkezinde yer alan Urfa’da köy statüsünün ve tarımsal ekonominin merkezinde yer alan mera varlığının sona ermesinin başka ne anlamı olabilir ki?
Öte yandan bu düzenlemenin kamu finansmanı açısından da önemli sonuçlarının olacağı açıktır. Yapılan hesaplar belediye açma ve kapama işlemlerinden kaynaklı biçimde 4 milyar lira civarında bir yükün kamu maliyesine bineceğini göstermektedir. Kuşkusuz bu, vergi yoluyla topluma yansıyacak bir maliyet olacaktır.

»Bazı çevreler bu tasarıyı federalleşme olarak görüyor; ya da o yönde önemli bir adım olarak değerlendiriyor?
Milliyetçi çevreler dikkate alındığında, bunun iyi niyetli bir okuma olmadığını söyleyebilirim. Sol çevreler içinse, federalleşme hatalı bir değerlendirme ve oldukça büyük bir strateji hatasına götürüyor. Federalleşme diyenler sorunun merkezine Kürtlerin özerlik projesini koyup, düzenlemenin bu projeye hizmet edeceğini öne sürüyorlar. Dikkatler hızla bu konuya yoğunlaşıyor. Oysa düzenlemenin hedefinde çok başka bir kaygı ve proje var. Bakılması ve kaygı duyulması gereken yer çok açık biçimde, AKP etrafında inşa edilen yeni hegemonik yapı ve buradan kaynaklanan niyetlerdir. Bu çerçevede federalizm tezini dillendirenler bilinçli ya da bilinçsiz, iktidarın niyetlerine odaklanılmasını engelliyorlar.

»Nedir bu niyet; iktidar büyükşehirlere ilişkin bu düzenlemeden ne umuyor?

İktidarın niyetlerini anlamak için temel bir takıntısından, bir semptomdan başlamayı öneriyorum; birçok otoriterleşen iktidarda da şahit olduğumuz “büyük ve ihtişamlı” arayışı AKP için de geçerli. İktidar “en büyük biziz, en büyüğü bizim olacak” diyor.
Ancak bu stratejiyi basit bir takıntı ve patolojik durum olarak değerlendirmemek gerekiyor; karşımızda kendine giderek daha fazla güvenen bir iktidar var; ulus-ötesi alanda kendini dünya devleri liginde görüp, Büyük Ortadoğu Projesi’nin liderliğine soyunuyor; Suriye üzerinden dışarıda ve içerde liderlik mesajını veriyor. Bu konum için dev bir nüfus ve bunu destekleyecek en az üç çocuklu büyük aileler istiyor. Bu konumun fiili başkenti olarak İstanbul’u görüp, kentin büyüklüğüne büyüklük katacak Yenişehir kurma kararını Resmi Gazete üzerinden ilan ediyor.  Dünya’nın en büyük havaalanı da, Çamlıca Tepesi’ne dikilmesi öngörülen en büyük camii de, Kartal’da en büyük adalet sarayı da aynı mantığın ürünü. Devasa Kanal-İstanbul bu büyüklüğü tartışılmaz kılacak son müdahale. Bu devasa projelerin eşliğinde merkezini İstanbul’da kuran ya da kurduğunu düşünen iktidar şimdi Anadolu’ya doğru yola çıkıyor; kendi taşrasını bu imaja uygun olarak yeniden yapılandırıyor, orada da büyüğünü istiyor.
Ancak bu taşra esnafa dayanan eski taşra değil. Öyle olmadığını yine İstanbul’da dev alışveriş merkezini açarken, Başbakan’ın küçük esnafa gönderdiği “devir büyüklerin devri, sizin devriniz kapandı” mesajı kanıtlıyor. Daha önce mevcut büyükşehir sayısını bile fazla bulan Başbakan, gelinen noktada küçük yerleşmelere, tıpkı küçük esnafa söylediği gibi, “sizin işiniz bitti” diyor.
Kısaca ifade etmek gerekirse; Türkiye AKP iktidarının öncülüğünde, otoriterlikle bezenmiş bir merkezileşme ve tekelleşmeye doğru koşar adım ilerliyor. Yargı, Üniversiteler, ordu ve demokratik kitle örgütleri’ne çeki düzen veren iktidar, şimdi de yönetsel yapıya çeki düzen veriyor. Büyükşehirlere yönelik yapılan düzenlemeyi bu genel merkezileşme stratejisinin taşrasındaki karşılığı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.
Küçük ve çok sayıdaki yerleşme ve bunları temsil eden yerel yönetimler hızla büyük birimlerin parçası haline getiriliyor. Merkezileşmeye karşı olduğunu söyleye gelen iktidar, en büyük merkezileştirme hamlelerinden birini daha yapıyor.  Çünkü kendisi merkezde oturuyor. Kendi büyüklüğüne uygun görece büyük ve merkezileşmiş bir taşra oluşturuyor.
Bu değerlendirmeden söz konusu düzenlemelerin sadece siyasal düzlemde anlamlandırıldığı sonucu çıkmamalıdır. Birikim stratejileri açısından bakıldığında da, finansallaşma sürecinin görece büyük yerleşmelere odaklandığı gerçeğini hatırlamak gerekir. Kentsel rantların merkezinde yer aldığı mevcut ekonomik yapı İstanbul’dan taşraya doğru bakarken karşısında görece büyük kentleri görmek istemektedir. Merkezileşme ve tekelleşme siyasal alanda olduğu kadar, ekonomik alanda da baskın eğilimdir.

»Sol muhalefetin konumu ve izlemesi gereken strateji ne olmalı?

Etkin muhalefet iki önemli özellik üzerine inşa edilir. Birincisi iktidarın zayıflıklarını ve zaaflarını tespit etmek ve ortaya koymak, ikincisi bütün bu zayıflıkları ve çelişkileri kullanan ancak ötesine geçip alternatif öngören bir projeyi siyasal alanda tartışılır kılmak.
Büyükşehir düzenlemesine dikkatli baktığımızda birçok başka önemli düzenlemede olduğu gibi görece güçsüz konumdaki kesimler ve yerleşmelerin gözden çıkarıldığı bir durumla karşı karşıyayız.
Bu çerçevede söz konusu düzenleme temel bir paradoks ve ironinin altını çizmektedir. AKP’nin yola çıkışını hatırlayalım; yerelleşme ve demokratikleşmeyi savunduklarını söyleyip, küçük esnafı, kırsal kesimi, güçsüzleri temsil ettiklerini, mağdurun yanında olduklarını iddia etmişlerdi. İktidarları büyüyüp, merkeze yerleştikçe, yerelin, küçük ve güçsüz olanın düşmanı olmaya başladılar. Şimdi büyük merkezi temsil edip, sadece büyük olanı seviyorlar.
Diğer bir anlatımla, karşısında küçük görmeye tahammülü olmayan bir iktidara sahibiz. Küçüğü ezip, yok etmek AKP iktidarının bir alışkanlığı oldu.  Son düzenlemenin öngördüğü değişikliklere bakıldığında, baştan sona “büyük” ve güçlüyle özdeşleşip, “küçük” ve zayıfa kaybettiren anlayışın damgasını taşımaktadır. İktidarın yaptığı tercihler hızlı biçimde kendi toplumsal tabanını bile feda etmeye götürmektedir. Muhalefetin bu paradoksu gözler önüne sermesi açısından yerel yönetimlere ilişkin bu düzenleme iyi bir fırsattır.