Kampüs kelimesini beğenmeyen devlet kişisi, külliye kelimesini sevdiğini ifade ettiği konuşmada, lokasyon da diyebiliyor. Külliyenin lokasyonu için destinasyon vermediği kalıyor. Gerçek memleket dildir diyorum. Kaybettiğimiz tutarlılık, dilde başlar.

Külliyenin lokasyonu için  destinasyon

ONUR CAYMAZ  onurcaymaz@hotmail.com

Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz sözü dikkatini çekmedi mi hiç? Ne kadar çirkin değil mi? Üstelik dilinde “anam avradım olsun” gibi garip bir yemin varken bu söz ne tuhaf kaçıyor; olur mu böyle... Olmaz tabii. Dil aramızda yaşayan canlı organizmadır ve iktidar gibi (dil kuramayan iktidar olamaz çünkü) sürekli biçim, yapı, kabuk değiştirebilir; şekilden şekle girer. Böyle şekilden şekle giren ne çok canlı formuyla yaşıyoruz biliyorsun; televizyonlar, gazeteler onlarla dolu. Neyse! Aslında “ana” değil yukarıdaki kelime, “ane” demiş sözü ilk söyleyen İranlı. Ane, adamımızın yakınında yaşadığı dağın adı... Yar da zaten çokça bilinen anlamıyla sevgili değil, uçurum. Kullanılmayan anlam aşınıyor görüyorsun işte. Esad, dünyasını kurmuş, imgesini oluşturmuş bir kelimeydi, yeni anlamlar yükleyip eskisini unutturmak için Esed icat oldu; mertlik bozuldu. Anlam aşınıyor yani. Yar kelimesinin dağ - uçurum anlamı da uçup gidiyor böylece... Ane gibi yar, ana gibi oluyor.

Gon, Yunanca köşe. O yüzden Pentagon denen bina beşgen şeklinde; Penta Yunanca beş... Bunun bizdeki karşılığı penç. Pençe’nin ne demek olduğunu söylemem gereksiz herhalde... Gon’a döneyim yine. Köşeye yani... Köşeyazısında köşeden bahsetmeden olmaz; hem de bu köşe tutmaca, köşe dönmece devrinde. Trigonometri diye ders vardı hatırla. Sinüs, tanjant falan. Hiç düşündün mü bu dersin konusu neden hep üçgenlerdi? Tri - gon - o - metri; üçgenin ölçümü demek çünkü (tri üç demekse metri ölçüm olmalı). Öğrenmeye isimlerden başlamalı. Anlam kaybolunca her şey kayıp. Bunca ölçüsüz bir ülkede önce “metri”nin ne olduğunu düşünsek başka bir hayatımız olurdu belki. Metre nereden gelir peki? İnsanlar böylesi bir standardı bulmadan önce inç, feet diye birimler varmış: İngiliz ölçüsü birimi inç. 1 inç, Kraliçe 1. Elizabeth’in el baş parmağının ucundan ilk eklemine kadar olan uzunluktur; 2,54 santimdir. Başka? Bir de feet varmış mesela. 1 feet yine Elizabeth’in; bu kez de ayak uzunluğu; 30,48 santim. Santim ‘c’m biliyorsun, Romen rakamında C 100 demek; 1 metre de 100 santim; bağlantılar bunlar. Okullarda uzunluk ölçüleri ezberletirler ama Denis Quedj’in Metrenin İcadı kitabından bahsetmezler. Din dersinden başka derse ne gerek! Çocuklarımızı devletin eğitiminden nasıl koruyacağız. Bu arada “bizi kandırmışlar” deyip paçayı kurtarmak son günlerde moda, ölçü kimin umuru değil mi aslında. TOKİ’lerle yükselen bu emlak toplumunda kıç kadar yer için yıllarca çalışanlar metrenin anlamını düşünse...

Gel biraz daha... Çehar-ı yek, ¼ demek Farsça. Çeharıyek kelimesi dil canlı olduğu için çeyrek olmuş zamanla. Gün de Farsça şenbe diye söylenir; böylece çehar – şenbe yani çarşambaya yani dördüncü güne ulaştın işte. Perşembe de sakın deminki penç ile şembe olmasın; beşinci gün. Peki heft nedir dayımın evladı? Heft Farsça yedi. Haft’a kaç gün peki? Anladın onu...

Daha gel. Kuz, eski Türkçe siyah. Gun  - gon ilişkisini dediydim; böylece siyah bir kuş olan kuzgun, bir anlamda da karanlık taraf demek olacak. Poe gibi karanlık taraftaki bir adam niye Kuzgun diye şiir yazmış, daha iyi anlaşılır işte. Dilin milliyeti yoktur; dil, duyuştur sadece.

Sait Faik, kimseler âşık değil mi bu şehirde diye sormuştu. Değil herhalde ki bunca ölüme, korkunçluğa, yalana alıştık, benimsedik. Korkunç şeyler oluyor oysa bu ülkede... Ağacımıza sarılan sarmaşık, emip kurutuyor her şeyimizi... Aşk dedim, sarmaşık dedim. Aşk kelimesinin en eski hali ışk... Işık ile arasındaki benzerliği görme hadi. Bu ışk, Arapça aşaka kökünden geliyor. Peki sarmaşık? O da aynı kökten evet canım. Hem insanı sarıyor çepeçevre hem de sardıkça emiyor, kurutuyor içini. Boşuna dememiş diyen, her ağacın kurdu kendinden diye...

Öyle güzel ki... Kampüs kelimesini beğenmeyen devlet kişisi, külliye kelimesini sevdiğini ifade ettiği konuşmada, lokasyon da diyebiliyor. Külliyenin lokasyonu için destinasyon vermediği kalıyor. Gerçek memleket dildir diyorum. Kaybettiğimiz tutarlılık, dilde başlar. 

Hakan Albayrak’ı bildin, metro turnikelerinde resmine görürsün sıkça. Geçen yıl KİHMED için yaptığı konuşmada Albayrak, cumhuriyetin batıcılığını falan eleştirirken verdiği her bilgiye Frenkçe la donnée’den hareketle “done” demesi fakat konuşmasına Arapça duayla başlaması da tuhaf değil mi? Yarı aydın, böyle “dilsiz” bir şey olmalı herhalde.

Aşı kelimesini biliyorsun. Batılı ona vaccine diyor. Latince vacca, inek. Çünkü aşıyı bulan Edward Jenner (onu da aslında aynı Amerika gibi çok önceden bir AKP’li bulmuştur), ineklerde görülen “zararsız” çiçek hastalığına maruz kalan insanların; insanlardaki çiçek hastalığına yakalanmadığını keşfettiği için kelimenin kökeni gelip ineğe dayanmıştır. Gelgelelim senin dilinde vaccine ile aşı arasında sözel bağlantı olmadığı için Cern’de çalışan Türk de yoktur pek... Bilim biraz da gelenektir.

Anlam veremediğin dünyada yaşayamazsın. Warsaw, Varşova kentinin Batı’daki adı. Varşova’nın Türkçe söylenişi bir şey çağrıştırmaz genelde... Ama kelimenin İngilizcesi war – saw’a bak hele... War saw, savaş görmüş demek. İkinci Dünya Savaşı’nın orta yerinde yaşamış adamların ülkesini tanımlamak için nasıl da uygun değil mi?

Notlar düşeyim:

- Bugün Bandırma Kitap Fuarı’ndayım. Eski belediye binasında.

- 2 Nisan Perşembe günü 22’de can arkadaşım Güvenç Dağüstün ve Birsen Tezer Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde olacak.

- 11 Nisan Cumartesi, geçen kış Ankara’da çokça ilgi gören Yaratıcı Okurluk atölyemin 8. dönemi başlıyor. İyi okurun kötü yazardan iyi olduğunu anlatmaya çalıştığımız bu programa ilişkin detayları da www.onurcaymaz.com adresinde bulabilirsiniz.