Baro olarak h

ZİHNİYET DEĞİŞİMİ DE GEREKLİ: KURALLAR, KURUMLAR VE KAFALAR DEĞİŞMELİ... 'Türkiyeliler' diye yazmıştı

nemde, Parlamento'da kendine özgü ama çok çarpık bir tablo vardı. AKP yüzde 34'lük oyla TBMM'de bunun iki katı oranında temsil ediliyordu. Aslında bu dağılımda, CHP bir 'yarım parti' konumundaydı. AKP, bu çarpık yapılanma nedeniyle, kendisini fazla muktedir olarak düşündü. Bu noktada, bizdeki bir yanılgıya da değinelim: 'Hükümet oldu, ama iktidar olamadı', 'iktidar oldu, ama muktedir değildi' gibi, bir yanlış algılama var. Ayrıca, 'seçimle güç aldı, ama başka yerde devlet iktidarı var' gibi, siyasal iktidar-devlet iktidarı ayrımı yapılır. Ben bu iki ayrımın da yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir kez, iktidar olmak demek, her istediğini yapmak anlamına gelmez. İkincisi, siyasal iktidar, aslında bütün iktidar dönemeçlerini birleştiren bir iktidardır. Her şey, fren ve denge mekanizmalarında olup bitiyor. Bir hukuk devletinde anayasal kurumlar, kendi görev alanında işler. Üniversiteler alanında bilgi iktidarı geçerli, silahlı kuvvetler açısından yurt savunmasına ilişkin bilgi ve teknolojisi geçerli. TBMM yasayı en iyi biçimde yapma konusunda iktidara sahip, hükümet de öyle. Bu açıdan yapılan yanlışlar sonucu gelinen nokta, zıtlaşma oldu. Siyasal iktidar, sonuna kadar her şeyi yapabilme gücünün kendisinde olduğu zehabına kapıldı. Onun karşısındaki hukuki silaha (AYM kararı) da hakiki silah (TSK'nın 'e-muhtırası') gölgesi düşünce, o zaman, bir tür 22. dönem yasama organı görev süresini zor tamamladı. Yeni dönem ise, bu handikaplarla açıldı. Yeni bir Meclis oluştu ama, atılan okların yaraları henüz sarıla-madı. Sarılabilip, sarılamayacağını önümüzdeki haftalarda göreceğiz. Ama önceki duruma göre güzel bir tablo oluştu. Bağımsızlar var, iki parti yerine üç parti var, hatta teker kişilik altıncı yedinci partiler var. Ama, bu tablo hukuku dolanma' yoluyla oluştu. Ancak, bu tablo, yüzde ıo'luk barajın muhafazası için kesinlikle bir meşruiyet vesilesi olamaz, olmamalı.

Önceki dönemde, CHP ile AKP birbiri ile kavga etti. Ama pekala üzerinde uzlaştıkları an-ti-demokratik bir çok konu da olmadı değil: bileşik oy pusulası, yüzde 10 barajı gibi. Umut verici olan şu: yeni dönemde bu farklı unsurları anti-demokratik yönde buluşturmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Ancak demokrasi açığımızdan kaynaklanan aksak yapının hâlâ devam ettiğini, yüzde 13'lük bir oyun yine TBMM'de temsil edilemediğini görmezlikten gelmememiz gerekir.

» SEZER: Kanımca, CHP ile MHP'nin arasındaki en belirgin farkın, -belki abartı olabilir ama- neredeyse sadece kısaltmalarmdaki ilk harfler olduğu bu dönemde, bağımsızlar, niceliğin ötesinde niteliksel açıdan da anlam kazanıyor denilebilir mi?
AKP merkeze ilerleme iddiasını sürdürürse, o yönde somut uygulamalar ortaya koyarsa, ulusalcı ya da milliyetçi söylem adı altında, şove-nist unsurları da bağrında tutan, etnik kimliklere karşı olma söylemiyle Türkiye toplumunu belirli bir kimliğe indirgemeye çalışan yaklaşımın ittifakına tanık olabiliriz. Geçen aylardan aldığımız miras, bize bu iki partinin dirsek temasının ötesine geçtiğini kanıtladı. Burada bağımsızların ve özellikle DTP'nin duruşu çok önemli. DTP'nin ulusal ölçekte milliyetçi yaklaşımın karşı kampı ya da ona tepki olarak etnik milliyetçi yöne doğru kayma göstermemesi önemli. Büyük milliyetçilik, küçüğünü; küçük milliyetçilik de büyüğünü tahrik etmemeli. TBMM'de-ki konuşmaları, tartışmaları, siyaset bilimci ve anayasacıların, medyanın ve İH savunucularının mercek altına alması gerekli. Orada ırkçı şeyleri mi, milliyetçiliği mi, militarizmi mi, yoksa demokrasinin fikri içeriğini mi gündeme getiriyorlar? Ancak burada önemli bir görev de çoğunluk partisine düşüyor. Çünkü AKP, hatırlanacağı üzere, geçen dönemde şovenist milliyetçilere hiç gerek olmadığı halde çanak tuttu. O yaklaşım tarzı, benim belleğime şu soruyu kaydetti: Acaba çoğunluk partisi de kendi milliyetçi uzantıları nedeniyle mi bu tarafa hayır diyemiyor. Yoksa sadece oy kaygısı değil, asli uzantıları da olduğu için mi? 12 Eylül rejiminin kurmaya çalıştığı Türk-İslam sentezi, İslam-Türk sentezine mi dönüştü? Bu bakımdan, AKP'nin tavrı önümüzdeki dönem için önemli.

BOYAR: Geçtiğimiz yasama yılında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin bir Anayasa değişikliği gerçekleştirildi. 11. Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesi halinde, bu durumun, başlayan referandum sürecine etkisi ne olacaktır? 22. dönem TBMM'si, 11. Cumhurbaşkanı'nı se-çemediği için, halka seçtirme yönünde böyle bir süreç başladı. CB'yi seçtiremediğinden yakınan parti, bu kez daha güçlü bir biçimde geldi. Yeni TBMM'nin cumhurbaşkanını seçme olasılığı daha yüksek. Madem ki bu anayasa değişikliği cumhurbaşkanı seçilemediği için yapıldı, seçimin sonuçlanması halinde bu anayasa değişikliğine gerek var mı? Konuya teknik açıdan bakıldığında, yeni cumhurbaşkanı şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasası'na göre seçilecek. Fakat 21 Ekim'de referanduma sunulacak olan Anayasa değişikliği süreci, hala devam eden bir süreç. Yeni cumhurbaşkanı seçilirse, süreç devam edecek. Çünkü 22. dönem Meclis'i ve Cumhurbaşkanı bu yönde irade kullandı, YSK devreye girdi. Ama, şöyle bir belirsizliği de göz önüne alalım: Anayasa değişikliği paketinin geçici 19. maddesi, "11. Cumhurbaşkanı, referandumu izleyen 40. günde seçilir" diyor. O zaman ne olacak? Şu açık: önümüzdeki haftalarda TBMM, 1982'nin 102. maddesine göre cumhurbaşkanını seçtiği zaman, cumhurbaşkanı makamı hukuken dolmuş olacak. O zaman otomatik olarak o geçici maddenin 12. Cumhurbaşkanı için uygulanması mümkün olabilir ancak. Fakat maddede 11. Cumhurbaşkanı'nın kastedilmesi, halk iradesini yanıltabilir. Sanki halkta, oy vereceği metin aracılığıyla 11.Cumhurbaşkanı'nı seçeceği izlenimi uyandırılabilir. Bu belirsizliği gidermek için, üç öneri getirilebilir: İlki, 'Cumhurbaşkanını seçtik, ama referandumun olumlu sonuçlanması durumunda, seçilenin görev süresini kısaltarak yenisini halka seçtirelim' denebilir. İkincisi, 'Hayır, bu çok ciddi bir anayasal zorlama olur. Bunu yapmaktansa, 11. Cumhurbaşkanı'nı TBMM seçmiştir. Yeni hüküm artık sonraki seçimlere uygulansın, dolayısıyla geçici maddeyi kaldıralım' denebilir. Üçüncü olarak ise, demek ki TBMM cumhurbaşkanını seçemediği için feshedildiği halde, yeni cumhurbaşkanını seçtiğine göre, bundan sonraki parlamentoların da seçmemesi için herhangi bir neden yok. Aslında en iyi çözüm, rejim değişikliği ve kurumlar dengesi açısından tartışılan, üstelik münfesih bir TBMM iradesine dayanan bu pakete müdahale edip, hükümsüz kılmak.

» BOYAR: Sayın Üskül'ün açıklamalarından sonra, Anayasa'da 'Atatürk ilke ve inkılaplarının' yeri konusu gündeme geldi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Burada birbirini bütünleyen iki konu var. Birincisi, yeni Anayasa'da Atatürk'ün yeri ne olmalı? 82'de Atatürk'ün yeri, görünüm olarak çok fazla; ama belki de öz olarak Atatürk'ün yerinin en az olduğu Anayasa 1982. Atatürk'ün 'çağdaş uygarlık düzeyine varma' hedefine karşılık, din derslerini koyduğunuz ya da Anayasa'da yer alan 'insan' öğesini belirli bir etnik yapıya indirgediğiniz zaman, bu daha baştan Atatürk'ün hedefine aykırı düşer. Buna karşılık, 61 Anayasası, Atatürk'ün sadece 'Başlangıç' kısmında belirtildiği, ama maddelerde yer almadığı bir metin. Benim görüşüm de, Atatürk'ün maddelerden ayıklanması. Bu açıdan, örneğin Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu niçin kondu? Çünkü, sivil topluma güvenmedi 82 yönetimi. Türk Dil Kurumu'nun bu görevini kötüye kullandığını düşündü. Zannetti ki, devletin şemsiyesi altına alırsak, sağlıklı bir biçimde bu görev yerine getirilecek. Oysa, her şeyi devletin çatısı altına almak, aslında otoriter, korporatist ve faşist bir yönetim kurmak demektir. Benim görüşüm, 82'den bu yönde de uzaklaşmak gerektiği. Benim de içinde yer aldığım Barolar Birliği'nin oluşturduğu heyetin, Barolar Birliği'nin güdümü altında değil, bağımsız biçimde hazırladığı metinde Atatürk, metinlerden 'Başlangıç' kısmına kaydırıldı. Öneride 'Atatürk ilkelerine dayanan demokratik cumhuriyet' dedik. "Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefinde bir hukuk devletini amaçlayan bu anayasa" dediğiniz zaman ne yapmış olursunuz? Atatürk'ü hukuk devleti hedefine yönlendirmiş olursunuz. Anayasa'nın Başlangıç kısmında bir esin kaynağı olarak düşünülebilir. Şimdiki gibi metne dahildir demedik, yani denetlerken göz önüne alıp bunu uygularsın anlamında değil, 'Başlangıç kısmı yönlendiricidir' dedik. Atatürk'e affolunan "Türk'üyle, Makedonya'lısıyla, Kürt'üyle, Çerkez'iyle,.." ibaresinden ya da İr-temçelik'ten esinlenerek, "Biz Anadolu topraklarının halkları olarak, ortak bir anayasa yapma yönünde irademizi ortaya koyduk" vb. denebilir. Ama siz Atatürk'ü, başlangıç kısmına taşırsanız, sonra da maddelerde -82'de olduğu gibi-'Türk' ifadesini kullanırsanız, o zaman bunun da hiçbir anlamı kalmaz. Ya da 'Türkiye Cumhuriyeti' veya 'Türkiye Devleti' resmi adı mevcutken, yurttaşlık tanımını 'Türk'e indirgerseniz, o zaman bu tartışmaların çok fazla işlevsel yanı kalmaz. O nedenle tartışma yanlış yerden başlatılmıştır. Aslında hedef şu olmalıydı: Nasıl bir hukuk devleti kurmak istiyoruz, yurttaşın tanımı ne olacak, anayasal vatandaşlık esasını getirebilecek miyiz? Tıpkı anayasa tartışmalarına başlanmasında olduğu gibi, konu sıralaması bakımından da biraz tersinden başlandı diye düşünüyorum.

)> SEZER: Hocam, İnsan Hakları eğitiminin Türkiye'de yetersizliği malumunuz. Bazı İletişim Fakültelerinde bu konu, demokrasi vb. adlar altındaki seçimlik derslerin sadece bir haftasında veriliyor. İnsan Hakları bilinci ve kültürü, gazeteciler için bu denli gereksiz mi? Bu soru çok önemli ve yerinde bir soru. Hatırlayacaksınız: bu konuları anayasa derslerinde de ele alırız. Medya 'dördüncü kuvvet' denir. Oysa, medya bir özgürlük alanıdır, kuvvet değildir. Devlet erklerinin uyumlu ve dengeli işleyişini sağlamak için, toplumun projektörlerini bunlar üzerine tutan bir araçtır medya. Siyasal iktidarın varlık amacı, insan haklarını güvence altına almak olduğuna göre, medya bu yönde hizmet görmeli. Başkalarının faaliyetine müdahale değil; haklarını güvence altına almak öne çıkmalı. İktidar insan haklarını iktidar alanında tutmak istiyor. Oysa insan haktları iktidar alanını sınırlamak için vardır. Bu ikilem çok önemli. İşte bu açıdan basının yeri de belirleyicidir.

Eğer bana "bunun uzantısı olarak ne söylemek istiyorsunuz" derseniz, son söz şu olabilir: Dikkat edin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok şey konuşuldu, adayın özel zevklerinden, babasının mesleğine, soyuna sopuna kadar hepsi. Ama insan hakları duyarlılığı, insan hakları kurumlarına bakış açısı ve kafası ne olmalı, sorgulanmadı. Koca Türkiye Cumhuriye-ti'nin cumhurbaşkanlığına aday olan bir kişi, alınmalı, insan hakları ve Anayasa uzmanlarının karşısına oturtulmalı, "Sayın cumhurbaşkanı adayı, yaptığınız şu şu uygulamalar insan haklarının şu kurallarıyla, anayasal kurallarla nasıl bağdaşır?" diye sorgulanmalıydı. Sonuç olarak, sorunların çözümünde, kuralların konması ve kurumların düzenlenmesi tek başına yeterli değil, zihniyet değişimi de gerekli. '3 K' olarak ifade edeceğim bunu: Kurallar, kurumlar, kafalar...

* * *

NECMI YÜZBAŞIOGLU (Galatasaray Üniversitesi Anayasa Hukuku Profesörü)

Değişikliğe dokunulmazlık alanını daraltarak başlamalı
» Son günlerde Anayasa'da yapılacak olası değişiklikler üzerine tartışmalar büyüyor. Siz Anayasa değişikliği ile ilgili neler söylersiniz? Değişiklik olacaksa, hangi maddeler değişmeli?
Anayasa'da değişiklik her zaman gereklidir. Hatırlarsanız bu doğrultuda 82 Anayasası'nda değişiklikler yapılmıştır zaten. Bu değişiklikler daha çok özgürlük ve demokrasi adına yapılmıştır. Ama hukuk devleti yanı eksik kalmıştır. Biliyorsunuz Kopenhag kriterlerinde de 3 temel ilke var: İnsan haklarını, demokrasiyi ve hukuk ilkelerini etkin kılmak. Şimdi 1995 ve 2001 değişilikle-rinde 82 Anayasası'nın insan haklan konusundaki o otoriter yapı büyük ölçüde değişmiştir. Daha Avrupa İnsan hakları sözleşmesine yakın hale getirilmiştir. Yine katılım ve çoğulculuk bakımından da genişlemeler olmuştur.
» Yani bugün baktığımızda Anayasa'da eksik olan yönü hukuk mu? Hukuk alanında da nasıl bir değişikliğe gidilmesi gerekiyor?
Evet. Bu alanda bugüne kadar hiçbir değişiklik yapılmadı. Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrası mesela, 12 Eylül dönem ve tasarruflarını koruma hükmü dışında yargı ve hukuk yönünden hiçbir değişikliğe gidilmemiştir.

Anayasa'da yasama dokun-mazlığının alanın da daraltılması lazım. Bütün bunlar yargı alanında da reform gerektiğini gösteriyor. 95 ve 2001'de olduğu gibi, ama bu sefer yargı ağırlıklı, daha fazla hukuk devletini öngören, yargı dışı alanı daraltan, yargının bağımsızlığını daha güvenceli hale getiren, yasama dokunulmazlığı alanını kısıtlayan bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç var.

» Yıllar içinde bazı değişiklikler yapılıyor ama hukuk yönüne neden dokunulmuyor sizce?
82 Anayasasındaki hukuk devletine çok sıcak bakmayan, pek çok alanı yargı ve yönetim dışı bırakan, dokunulmazlıklarla siyasileri koruyan o yapı maalesef duruyor. Neden kaldırılmıyor; çünkü bu alan siyasetçilere prim sağlamıyor. O yüzden de kimse bunlarla uğraşmıyor. İnsan hakları, demokrasi dediğiniz zaman meydanlarda oya dönüşüyor, ama hukuk devleti, yargı dediğiniz zaman bu alan biraz onlara dokunuyor. Dokunulmazlık alanını daraltalım dediğiniz zaman, bunun ucu tüm siyasetçilere dokunur. Bu anlamıyla da maalesef politikacılar bu konuya yaklaşmıyor. Oysa asıl ciddi alan burasıdır, değişiklik yapılacaksa da buradan başlanılması gerekir.

* * *

ULKU AZRAK
(Maltepe Üniversitesi öğretim üyesi ve İdare Hukuku Profesörü)
İslam devletinin yolu açılır
Once iki seçenekten birini seçmek lazım. Tümünü kaldırıp yeni bir Anayasa mı yapacaklar, yoksa bazı maddeler mi değişecek. Bu konuda bir karar verilmesi lazım. Kararlı olup olmadıkları ise belli değil. Meclis'e giren Anayasa profesörü Zafer Üskül bazı görüşler ileri sürdü, Er-gun Özbudun'la birlikte. Atatürk ilkelerinden söz edilmesi ideolojikmiş. Neden? Çünkü Atatürk ilkeleri arasında devletçilik de varmış. Halbuki biz her şeyimizi özel-leştiriyoruz değil mi! Ne demek devletçilik! Hepsi Anayasa'dan çıkarılsın isteniyor. Bu AKP'nin unutturma politikasıdır.

Bütün bunlar İslamlaştırma-nın kolaylaştırılması için. "Biz, Ülkü Azrak Anayasa'yı ideolojik olmaktan çıkartıyoruz" dedikten sonra her şey çok kolaylaşır. İslam devletinin yolu açılır.Bu Anayasa aslında o kadar kötü bir Anayasa değil, 1961 Anayasası'nın bazı noktalarda değiştirilmesi suretiyle kabul edildi. Tabii bazı noktalarda değişiklik lazım. Bazı organların kararlarına karşı yargı yoluna başvurulmasını engelleyici maddeler var. Yargı yolu engelinin kaldırılması şart. En önemlisi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamamasına ilişkin hüküm. O hüküm, yargı bağımsızlığını bile etkileyecek bir hükümdür.

İkincisi cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere karşı da yargı yolu kapalı. Mesela cumhurbaşkanının tek başına rektörleri ataması, YÖK üyelerini, başkanını ataması gibi işlemlerin reddine karşı yargı yolunun kapatılması doğru değil. Üçüncüsü, Yüksek Askeri Şûra kararlarına karşı yine idari yargı yollarının kapalı olması durumu. Her ağustosta bazı ihraç kararları alınıyor ve bu kararlara karşı tüm yargı yolları kapalı. Hatta, terfi kararlarında hukuka aykırı olanlar varsa, yargı yolunun açık tutulması gerekir.

Dördüncüsü, Sayıştay'ın bazı idari kararlarına karşı da yargı yolları kapatılmış durumda. Tabii şunu unutmayalım; din derslerinin değişmesi iyi olur ama bunu değiştirirken "Din derslerine girmek istemeyenler bildirimde bulunsun" kaydı getirirlerse, bu tavır yine baskı unsurudur.