Evsizleri  anlatan ‘Eksi Bir’ filminin senaristlerinden Heybeliadalı Eyüphan Erkul, "Yeni kent yaşamının en önemli ‘öteki’leri, evsizlerdir. Özetle küresel bir soruna parmak bastık" dedi

'Küresel bir soruna parmak bastık'

Aysel Kılıç

Türkiye’nin ve dünyanın kanayan yarası haline gelen “evsizlik” sorunu şimdilerde bir filme konu oldu. Senaryosunu Adalı yazar Eyüphan Erkul ve Orhan Oğuz’un yazdığı “Eksi Bir” isimli film, New York’taki Chelsea Film Festivali’nden dört ödülle döndü. Yönetmenliğini Orhan Oğuz’un, yapımcılığını Yasemin Küçükçavdar Güler’in yaptığı, başrollerini Ercan Kesal, Nilüfer Açıkalın, Metin Belgin ve Serkan Ercan’ın paylaştığı “Eksi Bir”, yalnızca en iyi film ödülünü almadı; filmin senaristleri Erkul ve Oğuz en iyi senaryo, Cihan Yeşiltarla en iyi görüntü yönetmeni, Metin Belgin ise en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Bu başarı, sanat dünyasına damgasını vururken; “evsizlik” sorunu da yeniden gündeme geldi.

Gazeteciler olarak sıkça objektiflerimizi çevirdiğimiz evsizleri konuşmak ve senaryonunun başarısını sormak için yazar-senarist Eyüphan Erkul’un yaşadığı Heybeliada’nın yolunu tuttuk. Serin ve yağışlı bir havada bizi Luz Cafe’nin sıcak ortamında ağırlayan Erkul ile sadece filmi konuşmadık; kitaplarından sanata, akademik hayatından, doğaya ve Ada’ya yani hayata dair birçok şeyi konuştuk.

adali-erkul-kuresel-bir-soruna-parmak-bastik-539865-1.

-Kendinizden söz eder misiniz?

Geleneksel Antepli bir ailenin çocuğuyum. Kişiliğim orada gelişti. O zamanlar maddiyat bu kadar geçer akçe değildi toplum içinde. Dürüstlük, erdem, dayanışma güzel ahlak belirtisiydi. Sonra yolum başkentimize düştü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi-Tiyatro/ Dramatik Yazarlık Bölümü mezunuyum. Pek bilinmez, zaten senede beş öğrenci alırlar. Dünya çapında hocalarımız vardı bizim. “Dream Team” hesabı. Sevda Şener, Metin And, Nurhan Karadağ, Turgut Özakman, Sevinç Sokullu, Ayşegül Yüksel, Sıtkı Tekmen, Selda Öndül, Süreyya Karacabey, Erkan Ergin gibi efsanevi hocaların öğrencisi olma şansı yakaladık. Sadece sanatı değil dünyayı da öğrettiler bize… Bu eğitim, tiyatro metni ve senaryo yazma biçimimi belirledi. Romancılığımı daha çok eski ulu yazarlarla, en çok da Yaşar Kemal’le biçimlendi. İkinci romanım Kara Yılan yayımlanınca okuyup çok beğenmiş, yanına çağırdı, böylece tanışma şansını yakaladım. Ne yazık ki hocam değildi fakat “çok şükür ki” onunla aynı çağda yaşama fırsatım oldu. Çok uzun muhabbetler ettik, çok feyz aldım Koca Çınar’dan. Sayesinde kendi üslubumu kurup, yolumu buldum. Rahmet içinde yatsın. Başka… Başka bir sevdiğim, bir de liseye giden kızım var adı Zehra. Çok kitap okuyor ne mutlu ki! Yazdığım “suç dizilerini” izledi küçükken, yanlış mı yönlendirdik ne? Adli Tıp Uzmanı olmayı istiyor şimdi.

-Yazın hayatına erken atıldınız. Birikim ve Express dergilerinde, Birgün, Radikal İki, Milliyet-Kültür eki ve Yurt gazetelerinde yazdınız. Senaryolarınız ve dört kitabınız da var.

İlk ikisi çıraklık dönemimdi, diyelim. (Gülüyor.) Sonra yayımlanan Kara Yılan, Antep Kurtuluş Savaşı'nın meşhur Molla Mehmed’ini anlatır. Bir de Çanakkale harbini anlatan “Savaş Ana” isimli romanım var. Oradaki karakter de Memed'dir. O da Anteplidir ama bu başka bir Memed. 20 yaşlarında bir Anzaklı ile bir Türk'ün trajedisini anlatan savaş karşıtı bir roman o. Hiç hamaset yapmadan savaş denen illeti anlattım orada. Ayrıca Seküler Göç’ü anlatan M.P. Cafe adında henüz yayımlanmamış bir romanım daha var. Hala bir yayıncı bulamadım.

Birikim’de bir kez yazdım. Hayalimdi. Öğrenciyken başardım. Dört yıldır gazetelerde yazmıyorum. İstemiyorum da bunu çünkü bu sizin edebiyatçı yönünüzü öldürüyor. Bir sanatçı çağlar üstü olmayı başarmalı. Gündelik çekişmeler sizi eksiltir, paçanızdan tutar aşağı çeker. Yaşar Kemal siyasetle uğraşırken beş sene roman yazamadı. Ne büyük kayıp insanlık için. Üstelik dünyada hep aynı siyasi gelişmeler yaşanıyor. Pir Sultan ne diyor; “Nesini söyleyeyim canım efendim.” O hesap! Yeni Medya çağında komik o işler artık bunlar! Gazeteler yakında kağıt baskıyı durduracak. Bitse de, bu tür “allengirli” hadiselerden kurtulsak.

ADALILARIN HİKAYELERİNİ YAZIYOR

-Yeni kitaplarınızı da okuyacak mıyız ?

Elbette. Ada insanını anlattığım “İstanbul’un Gölgesi” isimli bir hikaye kitabı üzerinde çalışıyorum. Şu ana kadar yedi-sekiz hikaye oldu. Kahveci Mahmut, ayakkabı tamircisi Mesut, faytoncu Memet gibi insanların hikayeleri... Ayrıca bir tiyatro oyunu yazıyorum. Büyük ihtimalle SanAtaşehir’de sahnelenecek.

-Adalılar sizin yazar olduğunuzu biliyor mu?

Aslında pek bilmezler. Anlatmadım. Pek röportaj vermem televizyonlara çıkmayı sevmem. Yazar olduğumu söylemeye de çekinirim biraz. Birden çok “afilli” laf edenler çoğalıyor çevrenizde. Sürekli “memleketi kurtarmanızı” istiyorlar. Kurtarıcı yazar mitosu eskidi, o tür yazar tipi 20. yüz yılda yaşandı ve bitti. Yaşar Kemaller, Nazım Hikmetler, Aziz Nesinler, Mehmet Akifler, Necip Fazıllar geçen yüz yılın “kurtarıcı” yazarıydı. Zaten şimdiki sosyoloji de -ekoloji dışında- bu misyona uygun değil. Günlük hayatımda bu tür muhabbetlerden kaçınıyorum artık. Ama New York’ta ödül alınca, ipin ucu kaçtı, yazar olduğumu öğrenenler çoğaldı. Tavuk dönercisi, çımacısı, balıkçısı yolumu çevirip tebrik ediyor. “Abi sen yazarmışsın! Bak sen ya hu?” diyenler oluyor. (Gülüyor)

-Burgazadalı Sait Faik gibi. O da insanların içindeyken yazar yönünü hep saklarmış...

Yunus Emreleşmek lazım 21. yüz yılda. Mütevazılık iyidir. Dünyanı küçültmek yüceliktir. Ama çok mütevazı olunca da sizi “salak” zannediyor bizim insanımız. Drajeyi doğru verip, dozu iyi ayarlamak lazım bu hadisede. Büyük Usta Sait Faik Abasıyanık alçak gönüllüydü, istemezdi bilinmeyi. Birçok adalı cenazesinde öğrenmiş yazar olduğunu. Bir de o zaman yazının gücü şimdikinden daha çok. Bakmayın şimdiki televizyonlardan, sosyal medyadan yayılan algıya siz. Tanınmak, bilinmek iyi değil ki zaten! Bir yazar kibriyle insanların içine girdiğinde, o ortam doğallığını yitirir. Oysa kendi halinde gittiğinde hikayenin esas kısmını görürsün. Genellikle bana çok güzel hikayeler tesadüf eder, yaza yaza bitiremem. Fazla kasılmamak süperdir. Yaptığın işle övünmemek yüceliktir. Biz ulu ustalarımızdan böyle gördük. Siz hiç “ben marangozum” diye böbürlenerek gezen, pipolu, kadife ceketli bir usta gördünüz mü? Öyle yapanı “sopayla kovalarlar” vallahi sanayi mahallesinden!

-Ada’daki günlük yaşamınız nasıl geçiyor peki? Yazmak dışında neler yapıyorsunuz?

Doğaya düşkünüm. Ormanda çok zaman geçiriyorum. Kimi zaman tohum, fidan dikiyorum... Bu ara bizim kahveci Süleyman’la yaban mersini topluyoruz. Ada’da yetişen hemen hemen bütün bitkileri tanırım. Yemek yapayı çok sever, genellikle kendi ellerimle topladığım Ada baharatlarını ve otlarını yemeklerde kullanırım. Mutfaktan çıkabildiğim küçük bir bahçem var; burada atalık tohumlardan ürün yetiştiririm. Ayrıca sukabağı ekerim oraya. Onları kurutup üretime dönüştürüyorum. Küçük bir atölye kurdum. Ürünler işliyorum, süslüyorum, abajur haline getiriyorum. İnsanların eski diye attığı tarihi mobilyaları restore edip, geliştiriyorum. Aslında tüm bunları yaparken de yazacağım hikayeleri kurguluyorum...

-Okan Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Akademisyen/öğretmen yönününüzü de anlatmanızı isterim.

Senaryo dersleri vermeye Sinematek/İstanbul’da başladım. Daha sonra da yazar Burhan Sönmez’in kurduğu Karakalem Akademi ile sürdürdüm. Derken Okan Üniversitesi’nde buldum kendimi, orada metin yazarlığı dersi veriyorum. Yeni kuşakla sık görüşmek oldukça eğlenceli. Yeni hayatı öğreniyorsun onlardan. Ayrıca şu an yayınlanan çok fiyakalı dizilerin yazım gruplarında eski öğrencilerim var. Onları uzaktan izleyip mutlu oluyorsun işte. Geçenlerde öğrencim Necip Güleçer, yazdığı uzun metraj filmle Malatya Film Festivali’nde ödül aldı. Sevinçten zil takıp oynayacaktım az daha. Ne diyeyim; aferin onlara, süper çocuklar.

-Son ödüllü senaryonuz olan Eksi Bir’e gelirsek; senaryoyu Orhan Oğuz ile birlikte yazdınız. Aynı senaryo üzerinde çalışmak zor oldu mu?

Tabi Orhan Oğuz büyük usta. Onun filmlerini daha öğrenciyken izler ve hep tanışmak isterdim. “Her Şeye Rağmen” adlı filmi, Türk Sineması’nın klasikleri arasında sayılır mesela, o kadar büyük yönetmendir. Üstelik kalbi temiz bir adamdır… Onunla çalışmak çok keyifliydi. Bir gün Orhan hoca (Oğuz) bir hikayeyle geldi. Çok etkileyiciydi, tüm dünyanın ilgisini çekebilecek bir konuya sahipti. Önemli olan hikayede ne tür bir “tema” işleyeceğimize karar vermekti. Evrensel normlara yöneldik. Yazım aşaması zor olmadı. O ne istediğini bana çok iyi anlatmıştı. Onlarca filmin yönetmenliğini yapmış, yüzlerce diziyi yönetmiş biriydi, istekleri netti. Yani hocanın sözü benim için çok önemliydi ve yazım aşamasında hiç zorluk yaşamadık. Benim açımdan öğreticiydi.

-Senaryoya Ada’da mı çalıştınız?

Evet, genelde Heybeliada Luz Cafe’de veya adadaki güzel mekanlarda toplantılar yaptık.

“BİR ‘ÖTEKİ’KİNİN HİKAYESİ...”

-Filminizin konusunu anlatır mısınız?

İstanbul’da üç zabıta ve bir evsizin soğuk bir kış gecesini anlatan bir hikaye. Haklı, haksız yok. Herkes kendi hayat derdinde. Belediye Başkanı, kültürel etkinlik salonunda bir evsizi buluyor; yarı felçli ve altına yapmış bir şahıs bu. Evsizin, sosyal hizmetlere teslim edilmesi için zabıtalara emir veriyor. Zabıtalar sabaha kadar bu evsizi teslim edecek ilgili kurum arıyor. Hava çok soğuk, -1 derece! Biz soğuk bir İstanbul gecesinde onlara tanıklık yapıyoruz.

İki taraf önce birbirine önyargılı ama daha sonra birbirini tanıdıkça önyargılar dağılıyor ve bambaşka bir gerçek ortaya çıkıyor. ‘Öteki’ saydığımız birinin hikayesini dinlediğimizde ona artık eskisi gibi bakamayız. Birinin asıl hikayesini bilirsen o artık senin için bambaşka birine dönüşür. İşte bu çok sinematografik bir durumdur hele bir de işin içinde “çatışma” varsa anlatmaya değerdir.

- Anlattığınız evsizlerin sorunu sizce nasıl çözülür?

Bizler siyasetçi ya da bilim insanı olmadığımız için nasıl çözüleceğini bilemeyiz. Ama “böyle olmamalı” deme hakkımız var. Durumu tespit ediyoruz. Sonrasına “hayat” diyoruz. Filmde de sanatçı duyarlılığıyla bunu yansıtmaya çalıştık. Eksi Bir filmimiz çok evrensel bir soruna işaret ediyor. Yeni kent yaşamının en önemli ‘öteki’leri, evsizlerdir. Özetle küresel bir soruna parmak bastık. Evsizlik New York’ta da büyük bir sorun, Tahran’da, Yeni Delhi, Sydney veya İstanbul’da da büyük bir sorun. Ne yazık ki toplumlar bu konuda kör ve dilsiz. Var olan yasalardan, bürokratik işleyişten ve empati eksikliğinden doğan “hayırsızlıklar” var. Mevcut yasaya göre, hava ancak -1 (eksi bir) derece olunca evsizler sokaktan toplanıyor. Hava 5 dereceyken sokaktaki evsize kimse bakmıyor! İnsan kışın sokakta çok üşür be! Sorun nasıl çözülür bilmiyoruz ama bu meseleleri alt alta toplarsanız “sanat” elde ediyorsunuz.

-Ekip olarak büyük bir başarıyla döndünüz, neler hissediyorsunuz?

Mutluyuz vallahi çünkü Eksi Bir filmi büyük emeklerle yapıldı. Set ekibi karda, kışta çok büyük bir özveriyle çalıştı. Oyuncular Nilüfer Açıkalın, Metin Belgin, Ercan Kesal ve Serkan Ercan da öyle. Metin Belgin’in en iyi erkek oyuncu seçilmesi, genç görüntü yönetmeni Cihan Yeşiltarla’nın en iyi görüntü ödülü alması çok mutluluk verici bir hadise. Yine aynı festivalde hem en iyi senaryo hem de en iyi film ödülü aldık. Mutluyuz işte.

-Filminiz ne zaman vizyona girecek?

Önümüzdeki haftalarda belli olacak.

-Üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var mı?

Birkaç arkadaşımla “yeni medya” çalışmalarına başladık. YouTube temelli belgeseller çekeceğiz inşallah. Küçük insan hikâyelerini anlattığımız bir çalışma bu. Yıllar sonra tekrar tiyatroya dönüyorum. Bir de dizi görüşmeleri sürüyor yine. Kısmetse senaryosunu yazacağız. Sonra karakış geçecek Ada’ya bahar gelecek. Sonrası iyilik güzellik işte…

adali-erkul-kuresel-bir-soruna-parmak-bastik-539864-1.

Buket Yege: Film ekibini ağırlamaktan büyük gurur duydum

Luz Cafe, Eyüphan Erkul’un yazılarını, senaryolarını yazdığı, zamanının büyük bir bölümünü geçirdiği şirin bir mekan. Eksi Bir’in birçok toplantısı da bu sıcak mekanda yapılmış. Film ekibini ağırlayan

Buket Yege, “Böyle bir ekibi ağırlamak benim için gurur vericiydi” diyor.

Ev yapımı limonataları, kekleri ve kahve çeşitleriyle bilinen Luz Cafe&Shop, sadece yeme içme mekanı değil, aynı zamanda aksesuarlarla donatılmış şık bir atölye-dükkan. Buket Yege’nin elinden çıkan defter, keçe, aksesuar, kanaviçe gibi el işi tasarımların alıcısı ise ağırlıklı olarak Avrupalı insanlar. Yege, her ne kadar, “Üretimimi internet üzerinden pazarlıyorum” dese de dükkanından ürün beğenip almak isteyenleri de eli boş uğurlamıyor.

Luz Cafe, Heybeliada İşgüzar Sokak, 34 numarada.