Irkçısından neoliberaline, her gün yeni bir türü türeyen, siyasi ‘alternatiflerle’ doldurulan ülke gündemimiz, dünyadaki dönüşümden bağımsız değil. Peki, dünya neden özellikle de pandemi sonrası süreçte inatla sağdan dönüyor?

Küreselleşmenin cankurtaranı sağcılık

Yusuf Tuna Koç

Türkiye’de gündelik siyaset, ‘alıştırıldığımız’ şekilde politikanın sağ şeridinde akmaya devam ediyor. Fakat bu akış, her ne kadar bizi sağın, milliyetçiliğin, muhafazakârlığın, ülkenin toprağından, ‘özünden’ geldiğine ikna etmek bin bir dil dökse de aynı 50 yıl öncesinde olduğu gibi, tüm söylevleri kazıyınca altından gümrük brandası gözüküyor. Daha ırkçısından daha neoliberaline, her gün yeni bir türü türeyen, siyasi ‘alternatiflerle’ doldurulan ülke gündemimiz, dünyadaki dönüşümden bağımsız değil. Peki, dünya neden özellikle de pandemi sonrası süreçte inatla sağdan dönüyor?

ABD’de kürtaj yasağı

Geçen haftalarda, ABD yüksek yargısından sızdırılan bir metin, kürtajın federal yasal olmaktan çıkarılıp, eyalet mahkemelerinin yetkisine bırakılacağı ihtimalini ortaya çıkardı. Ardından ABD’de kadın hareketleri yaptıkları açıklamalar, eylemliliklerle haklarından vazgeçmeyeceklerini, mücadele edeceklerini duyurdu. Fakat görünen köy, önümüzdeki süreçte kürtajın ve hatta ardından LGBTİ+ haklarının, trans kimliğinin, gay evliliğinin tekrardan eyalet yasalarına bırakılabileceğini gösteriyor. Bu, üzerinden atlanabilir bir gelişme değil. ABD’li kadınlar, geçmişte Trump döneminde de kürtaj hakkına yönelik bir tehditle karşı karşıya kalmışlar, onlarca eylem, haklarından vazgeçmeyeceklerini göstermiş, yönetim geri adım atmıştı. Fakat şimdi bir ‘demokrat’ parti iktidarında hem de Amerikan radikal solunu tasfiye ederek ve ittifak ederek kendisine yedeklemiş bir yönetimin döneminde bu kadar temel bir hakkın ülkenin tamamını güvence alacak bir yasal korumadan çıkarılması dikkate değer bir gelişme.

Biden yönetimi, uzun süredir başta öğrencilerin üniversite borçlarının affı gibi kendisine oy veren ‘sola’ verdiği sözleri yutması, unutması sebebiyle eleştiriliyor. Son kürtaj gelişmesi her ne kadar iktidarın doğrudan elinde olmayan bir şekilde ilerlese de böyle bir kararın, siyasi olarak destek alacağı Trump döneminde değil de kongrede, senatoda çoğunluğu elinde bulunduran demokratlar döneminde alınmasının altını deşmek gerekiyor. Süreci inceleyenler açısından iki temel sebep göze çarpıyor. Birincisi; pandemi sonrası çakılan ekonominin, uzun zamandır sistem tarafından verimsiz bulunan ABD emek gücünün yeniden tahsis edilebilmesi için emeğin yeniden üretimi, bakım emeği, görünmez emek gibi farklı şekillerde niteleyebileceğimiz ‘ailenin ve üretkenliğin korunması’ egemenler tarafından yeniden güçlendirilmek isteniyor. Kürtaj yasağı, eşcinsel evliliklerin, trans kimliğinin meşruiyet kaybı, yeniden üretimi ve bakım emeğini pekiştirebilecek, ABD toplumunu muhafazakâr anlamda hizaya sokabilecek uygulamalar olarak görünüyor. Dolayısıyla, kültürel, özcü bir sağcılık değil, küresel ekonominin tepesinde duran ülkenin emek gücünü niceliksel anlamda pekiştirme hamlesi olarak görenler var.

Dünya solu neden sağa çekiyor

İkincil olarak, aynı geçen ay Fransa’da Macron’un Melanchon oylarıyla iktidara gelebilmesi gibi, Biden de adaylığına gelen süreçte Sanders’ı tasfiye edip, oylarını kanalize ederek iktidar olabilmişti. Dolayısıyla sistem içerisinde ve dışarısında bir alternatif arayan milyonların oyuyla seçilen iki merkez isimden bahsediyoruz. Fakat Macron’un bir önceki dönemde gösterdiği performanstan farksız şekilde, Biden yönetimi de neoliberal sistemde merkez sol siyasetçilerin de artık aslında siyasetin sağında olduğu, ırkçı-özcü-dinci tonları dışlayan bir sağcılığı tahsis etmekle görevli olduğunu gösterdi. Ek olarak, yine ABD’li seçmeni baz alan bir araştırma, son on yılda seçmenlerin kültürel değişimini baz alırken, sağ seçmenin aşırı sağa merkez sol seçmenin de daha sağa yöneldiğini gösteriyor. Bu tabii ki kendiliğinden, doğal akışıyla ilerleyen bir süreç değil. Bunun yanında, özellikle genç kuşakta ise tam tersi yöne ciddi bir eğilim mevcut.

Daha da önemlisi, mesele siyasilerin ya da seçmenlerin tercihlerine eğilimlerine indirgenip bir trend gibi gösterilemez. Pandemi başladıktan sonra G-8, Dünya Bankası gibi önemli toplantılarda, egemen neoliberal sistemin geleceği tartışılırken en çok gündeme getirilen konu, ekonomilerin daha fazla korumacı, devletçi bir çizgiye geçip geçmeyeceğiydi. Uluslararası şirketlerin ‘vicdanına’ bırakılan küresel ekonominin iyi yönetilmediği, 2007 krizinin hâlâ aşılamadığı, hem çoğunluk hem de gezegenin geleceği için özellikle pandemiyle birlikte yıkıcı sonuçları olduğu cesurca ifade ediliyordu. Bugün sadece ABD değil, Batı’nın neredeyse tamamının verdiği sinyaller, egemenlerin tercihini küresel ekonominin ve neoliberal sistemin geleceğine yatırdığını, bu uğurda devletlerin, milyarlarca emekçinin yaşam kalitesinin, gezegenin geleceğinin de bu uğurda feda edileceğini işaret ediyor. Solu daha da sağa çekme çabasını, bir anlamda bu tercihin politik tahsisinin bir ifadesi olarak da görebilmek mümkün. Daha da ötesi, bu tercihin tam aksi yönü, neoliberal ekonominin dışını işaret eden tüm siyasi seçenekleri politik alandan dışlamanın da bir yöntemi. Solun alanını sağcılıkla doldurarak, buradan gelişecek ve bir şekilde bu sistemin bir alternatifini işaret edecek herhangi bir söyleme, politikaya nefes bırakmama taktiği. Neoliberalizmin mağarasında gölgelere yer yok.

Yeni soğuk savaşın dümeninde sol yok

Mesele en çok üretimin, yeniden üretimin ve emek rejiminin nasıl ilerleyeceğine, hangi beka için feda edileceği tercihine otursa da yine bununla bağlantılı olarak başka değişkenleri de görmek gerekiyor. Neoliberal sisteme bir başka tehdit de aslında kendinden bağımsız olmayarak ‘dışarıdan’ geldi. Mart ayının sonunda, Bloomberg’de yayınlanan bir yazı, Çin ve Rusya’nın küreselleşmeyi tehdit ettiğine işaret ederek, ABD ve müttefiklerini kapitalizmin bekası için göreve çağırıyordu.

ABD’nin, özellikle Çin ile girdiği rekabet, Pekin’in büyümesini durdurma hamleleri yeni değil. Aslında ABD emek rejimine dair, kürtaj yasağı ile ilgili tartışmaları da içine alabileceğimiz politikalar da yine bir yanıyla iki ülke arasındaki sanayi rekabetinin bir parçası olarak bile görülebilir. Ancak son olarak Rusya-Ukrayna savaşının da gösterdiği, küreselleşmenin iki taraflı olarak da terk edilmiş olması. Bir tarafta Çin büyük bir kapitalist güç olarak ABD’ye üretimde rakip olurken, ABD merkezli emperyalist sistem de rakip kabul etmeyeceğini, bu uğurda küreselleşmenin de feda edilebileceğini, ta Trump döneminde başlayan, hâlâ devam eden ticaret savaşları ile göstermişti. Rusya ile yaşanan gerilim de aynı sürecin jeopolitik yansıması. Bir başka deyişle küresellik ancak tüm sektörlerde bir tekelleşme koruma altına alındığında mümkün. Aksi, soğuk savaş baltalarının yeniden ortaya çıkışını işaret ediyor. İnsanlık tarihi için trajik olan ise bu kez sosyalizmin bu savaşın bir tarafı(nda) olamayışı.

Tüm bu gelişmelerin ışığında, tüm suflelerini Washington’dan alan, alamadığında Google Translate’den politika yazan bir muhalefet aklının tasavvurundaki geleceğe bu ülke sığmaz. Fakat özellikle emek rejimine dair bu zamana kadar iktidar tarafından geliştirilen ve benzer kopyasını muhalefetin hazırladığı yön, neden ülkemizde merkez siyasetin bu kadar sağa yönelmesinin asıl motivasyonunu barındırıyor. Meraklısına, gazetemizde bu hafta Bahadır Özgür’ün yazdığı ‘Hiper enflasyon ve artık nüfus’ yazısı, ekonominin neoliberal sisteme bağlı şekilde sürdürülebilmesi için emeğin ne raddeye kadar değersizleştirildiğini çok güzel şekilde açıklıyor. Böyle bir tablonun AKP sonrası sürdürülebilmesi de ancak daha fazla Ümit, daha fazla Ekrem, daha fazla Mansur ve daha fazla Ali ile mümkün!