Bellatin otobiyografi olarak nitelendirdiği Büyük Cam’da reel gerçekliğin yapısını bozarak türün dışına çıkıyor. Bu yapı bozumunu bir adım daha ileri götürerek, kurmaca gerçekliğini de bulanıklaştırıyor

Kurmacaya sıkışmış karakterler

Çağatay Uslu

Mario Bellatin’in yeni anlatısı Büyük Cam (Un gran vidrio) Notos Kitap tarafından yayımlandı. Kitabın künyesinde ve alt başlığında türü için otobiyografi dense de Büyük Cam salt otobiyografi olarak okunabilecek bir kitap değil. Türün nesnel kalıpları, kurmaca içerisinde eriyerek metni farklı bir yere taşıyor. Bellatin, Aaron Shulman ile yaptığı bir röportajda da ısrarla kitabın otobiyografi olduğunu söylüyor ve hemen arkasına ekliyor: Geleneksel yaklaşım, bir çerçeveye oturtmak gerekirse, klasik formatın bir fonksiyonu olarak, neredeyse her defasında gerçeğe ihanet eden bir kurgu yaratıyor.


Kitap ismiyle Marcel Duchamp’a (1887-1968) da bir göndermede bulunuyor Bellatin. Göndermede bulunduğu eserin mekanik yapısıyla anlatı içindeki mekanik salınım da bu selamı doğrular nitelikte. 20. yüzyılın popüler bilim anlayışı ile manzara estetiğinin kaynaşması olarak okunabilir Duchamp’ın Büyük Cam’ı. Bu açıdan Bellatin’in Büyük Cam’ına baktığımızda bütün bir hayatı parçalayan kurguyu görebiliriz. Sözgelimi anlatının ilk bölümü olan ‘Tenim, Işıltılı’da paragraflar numaralandırılarak ayrılmıştır. Bu şekilde hem saf akışı bozulmuş hem de anlatıcının zihinsel bulanıklığı biçimsel olarak vurgulanmış olur.

97. paragrafta “Yaptığı başka şeylerin yanı sıra, gerçekliği bulanıklaştırarak tanınmaz hale getiren ve bende can sıkıcı baş dönmelerine neden olan gözlükler takıyordu bana” diyerek adeta yazarına seslenir anlatıcı. Bellatin’in okura karşı tavrı da burada aranabilir. Sözde gerçeği bulanıklaştırarak kurmaca içinde asıl gerçekliği örüyordur. Okurdaki karşılığı ise kurmaca içinde bulanıklaşarak tanınmaz hale gelen gerçekliği alımlama çabası olabilir. Okurun metin karşısındaki edilgen tavrını zedelemeye odaklanan bir tavır belki de.

Bu gerçekliği oluştururken görüntüleri bulanıklaştırır Bellatin. Anlatıcısının zihnindeki gedikleri, muğlak bırakarak gözümüze bir sis perdesi indirir. Anlatıcının zihinsel gelgitleri anlamları tekrar eden paragraflarla pekiştirir. Bu gelgitler içerisinde mekânlar da anlatıcının görebildiği kadarıyla sunulur. Anlatıcı bir yandan hatırlarken bir yandan da ‘şimdi’yi bulunduğu yeri hatta zihinsel devinimlerini kontrol eder. Bu şekilde mekânlar da kaygan bir zeminde anlatıcı üzerindeki etkileriyle var olur.

‘Mürşidenin Gerçek Hastalığı’ isimli bölüm Bellatin’in sufiliğine atıfta bulunuyor. Aynı ilk anlatıdaki “Sufi Nizameddin Evliya’nın mezarının civarında” sözüyle yaptığı gibi. Mario Bellatin teoloji eğitiminin ardından 1987’de Küba’ya yerleşerek senaryo eğitimi alır. 1995’te tekrar Meksika’ya döndüğünde sufiliği benimsemiş ve bir dönem Abdul Salaam adıyla yazar.

Anlatıcı burada yine hayale bulaşsa da ilk bölümde olduğu gibi zeminsiz değil ayakları yere basıyor. Çeşitli kehanetler içeren rüyalarının ışığında bir sufi topluluğunun mürşidesine odaklanıyor ve onun muzdarip olduğu hastalığın peşine düşüyor.

Anlatının son bölümü olan ‘Modern Görünümlü Bir Karakter’de ise anlatıcının kimliği değişkenlik gösteriyor. Bu değişkenlikler kişinin cinsiyetinde, kimliğinde, geçmiş ve arzularında görülüyor. Bir yanda araba avcısı olarak çıkıyor karşımıza sözgelimi. Başka bir yanda kırk altı yaşında kukla gösterici küçük bir kız olarak.

Anlatıcının bu hali sürekli kendisini yalanlayarak devam ediyor. Küçük kız kimliği “… o zamanlar bir Alman sevgilim olması imkânsız görünüyor. Özellikle de basit bir teknisyen babayla ev kadını bir annenin en küçük kızı olduğum göz önünde bulundurulunca” gibi cümlelerle inkâr ederken başka bir yerde “Ama içinde bulunduğum koşullara rağmen o dönemde bir Alman sevgilim olduğunu ısrarla yineliyorum. Üstelik onunla bir Renault 5 satın almaya gittim” şeklinde cümlelerle okurun eminliğini sarsacak hamleler yapıyor. Anlatıcının güven vermezliği, aynı anlatı içerisinde farklı anlatıcıların benzer noktalara temas ederken çelişmeleri tipik bir Bellatin özelliği olarak karşımıza çıkıyor.

Mario Bellatin otobiyografi olarak nitelendirdiği Büyük Cam’da reel gerçekliğin yapısını bozarak türün dışına çıkıyor. Bu yapı bozumunu bir adım daha ileri götürerek, kurmaca gerçekliğini de bulanıklaştırıyor ve bir çeşit oyun kuruyor. Bu oyunun kurucuları da oyuncuları da hiçbir kural tanımayarak oynuyorlar. Buradan bakıldığı zaman Bellatin yazınında hikâye çoğu zaman arka planda kalıyor. Metinlerine ‘ne anlatıyor’dan çok ‘nasıl anlatıyor’ sorusunu sormak gerekiyor. Büyük Cam da bu sorunun cevabı yazarın yerleşik biçemince veriliyor. Anlamı öteleyen, geride tutmaya özen gösteren, cümlelerin verili anlamalarının dışına çıkmaya zorlayan bir dille oluşturuyor anlatı evrenini.