Friedman’ın, Hayek’in kitaplarında kapitalizm özgürlükle eşdeğer tutulur. Berlin’in sözlerine kulak verecek olursak “Kurtlar için özgürlük, koyunlar için ölüm demektir”

‘Kurtlara özgürlük koyunlara ise ölüm’
Fotoğraf: AA

Joseph Stiglitz

Amerikalılar “özgürlük” kavramını on yıllardır “piyasacılık” ile eş anlamlı bir kavram olarak algılıyorlar. Fakat bu tür bir özgürlük anlayışı gerçek toplumların karmaşıklığını hesaba katmaktan geri kalıyor ve vaat edilen özgürlük, bir hayal olmaktan öteye geçemiyor.


ABD’nin Cumhuriyetçi Partisi kendini Amerikan bayrağına sarıp, özgürlüğün savunucusu olarak tasvir etmeye bayılıyor. İnsanların silah taşıma, nefret söyleminde bulunma, aşı karşıtlığı yapma ve maske takmayı reddetme gibi özgürlüklerini savunuyor. Savundukları bazı faaliyetler kalıcı iklim değişikliğine sebep olarak gezegeni yok etse de, çözümün yine de “serbest piyasadan” geleceğinde ısrarcı oluyorlar. Faaliyetleri ekonomiyi çöküşün eşiğine getirse dahi, bankaların ve diğer finans kurumların “denetimden” kurtulması gerektiğini savunuyorlar.

2008 krizi, pandemi, iklim değişikliğinin hızlanması gibi olgulara baktığımızda bu özgürlük anlayışının modern dünya için fazlasıyla basit ve ilkel olduğunu görüyoruz. Bunu göremeyenler, at gözlüklerini çıkarmayı reddediyorlar. Yirminci yüzyıla damgasını vuran filozoflardan İsaiah Berlin’in sözlerine kulak verecek olursak “Kurtlar için özgürlük, koyunlar için ölüm demektir.” Diğer bir deyişle, “bazı” insanlara özgürlük sağlamak, geriye kalanları mahkum etmek demektir.

***

ABD’de silahlanma özgürlüğü, nüfusun büyük çoğunluğu için okulda ya da süpermarkette vurulmak anlamına geliyor. Bu “özgürlüğün” korunması için birçoğu çocuk olmak üzere binlerce insan öldü. Franklin Roosevelt’in “korku içinde yaşamama özgürlüğü” dediği şeyi kaybeden milyonlarca insandan söz ediyoruz.

Toplumda mutlak özgürlük diye bir şey yoktur. Farklı özgürlükler birbirlerine karşı denge bulmak zorundadır ve makul bir tartışmadan sonra her Amerikalının anlayabileceği gibi, bir insanın tüfek taşıma özgürlüğü, diğer insanların yaşam hakkından daha kutsal değildir.

Modern toplumlar karmaşıktır ve bireyin davranışları diğer insanların yaşamını çok çeşitli şekillerde ve olumsuz yönde etkileyebilir, üstelik neticede herkes cezasız kalabilir. Sosyal medya platformları bilgi ekosistemimizi dezenformasyon yoluyla kirletiyorlar. Bazı platformlar kendilerini “tarafsız bilgi paylaşım ekosistemleri” olarak tarif etseler de kurdukları algoritmalar daima topluma zarar veren içerikleri ön plana çıkarıyor. Fakat bu platformlar yarattıkları zararın maliyetini ödemek şöyle dursun, her yıl milyarlarca dolar para kazanıyorlar.

***

ABD’li teknoloji devlerini koruyan yasalar 1990’lı yıllarda dijital ekonominin inovasyon becerisini desteklemek üzere tasarlanmıştı. ABD Yüce Divanında şu günlerde görülen bir dava tam olarak bu yasaya yoğunlaşıyor ve benzer bir şekilde dünyada birçok ülke çevrimiçi platformların “sorumluluğu” üzerine kafa yoruyor.

İktisatçılar için özgürlüğün ölçütü, kişinin “yapabildiği” şeylerin çeşitliliğidir. Fırsat skalası ne kadar genişse, kişi o kadar özgürdür. Açlığın eşiğindeki bir insan, hayatta kalmak için ne yapması gerekiyorsa onu yapar ve özgür değildir. Bu açıdan bakıldığında özgürlüğün önemli bir ölçütü de kişinin kendi potansiyelini gerçekleştirmesidir. Toplumun geniş kesimlerinin fırsatlara erişemediği bir toplum, özgür olamaz. Gelir adaletinin zayıf olduğu toplumlarda tam olarak bu duruma tanıklık ediyoruz.

Eğitim, altyapı, temel araştırmalar gibi kamusal yatırımlar fırsatların herkesçe eşit paylaşılmasına katkı yapar, herkesin özgürlüğünü iyileştirirler. Fakat yatırım vergi gerektirir ve bilhassa açgözlülüğü yücelten toplumlarda kişiler vergiden kaçınmak ister.

Klasik kolektif eylem sorunu da tam olarak bundan kaynaklanır. Kamu yatırımları yapmak için ihtiyaç duyduğumuz kaynakları vergi vasıtasıyla toplamanın tek yolu zorlamadır. Neyse ki zorlama bu durumlarda iradesi dışında vergi vermeye zorlanan kişiler de dahil olmak üzere herkes için de fayda üretebilir. Kendileri, çocukları ve herkes için fırsatlar daha erişilebilir hale gelir. Bu koşullar altında zorlama, özgürlüğü mümkün kılar.

***

Neoliberal ekonomistler bu olguyu uzun süredir görmezden geliyorlar ve bunun yerine ekonomiyi “özgürleştirmeyi,” düşmanlaştırdıkları denetim mekanizmalarını, kurum vergilerini ortadan kaldırmakla eşdeğer görüyorlar. Halbuki mesele kamu teşviklerinden yararlanmaya geldi mi, şirketler ön saflarda yer alıyor. Eğitimli işgücü, iş sözleşmelerini güvenceye alacak hukukun üstünlüğü, mal ve hizmetleri yerine ulaştıracak yollar ve limanlar olmasa bu şirketler ne yapacaktı?

Büyük Efsane isimli yeni bir kitap yayınlayan Naomi Oreskes ve Erik M. Conway, denetim karşıtı ve “serbest piyasacı” kapitalizm anlayışının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde şirketlerce halka nasıl “pazarlandığını” ele alıyor. “Özgürlük” kavramının oynadığı kilit rol yakından inceleniyor. Kitapta tarif edildiği üzere sanayi yöneticileri ve akademik hizmetkarları; özel, kamusal, işbirlikçi, gönüllü, kar amacı gütmeyen birçok farklı teşebbüsten oluşan karmaşık ekonomik ilişkileri basitleştirerek “özel girişim” ekonomisi olarak tasvir ettiler.

Milton Friedman’ın Kapitalizm ve Özgürlük ismiyle ya da Friedrick Hayek’in Köleliğe Giden Yol ismiyle yayınladığı kitaplarda kapitalizm özgürlükle eşdeğer tutulur. Bu görüşün temelinde, “fayda elde etme özgürlüğü” yer alır. Bu anlayışa göre sektörleri pençesine alan tekeller rakiplerini ezme, işçilerini sömürme, birbirleriyle iş tutarak müşterilerini dolandırma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Fakat böyle bir toplum ancak masallarda “özgür” sayılabilir. Adına ne dersek diyelim, böyle bir ekonomi arzu ediyor olamayız. Bu tür toplumlar geniş kesimlerce eşit paylaşılan refah yaratmaz; aç gözlü ve maddeci bireyler yaratır ve idealimiz bu bireyler haline gelmek olamaz.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Project Syndicate