Saray rejiminin LGBTİ pikniğine saldırması ya da Deniz Poyraz’ı katlederek tekrardan korku iklimi oluşturmaya çalışması, müzik yasağından bağımsız değil. Nasıl bağımsız olsun? Artık sokakta veyahut meydanda en ufak toplu eğlenme biçimi artık kendiliğinden iktidara karşı bir direniş, politik bir karşıtlık haline geldi.

Kusura bakıyoruz sesimizi yükseltiyoruz

MUTLU EROL KAHYA &YUSUF TUNA KOÇ

Erdoğan’ın “kimse kusura bakmasın” sözleriyle duyurduğu müzik kısıtlaması, toplumun geniş kesimlerinde tepki çekti. Doğrudan sanata ve yaşam tarzına saldırı olan bu kısıtlama, siyasal İslam’ın 20 yıllık projesinin bir parçası olduğu gibi, iktidarın yaşadığı toplumsal krizin de bir sonucu. Müzisyenler ve mekân sahipleri ise çıkış için toplumsal mücadeleye işaret ediyor.

YASAK TEK ŞANSI

Saray rejiminin pandemi sayesinde sınıfsal ve ideolojik tercihlerini fırsata çevirdiği bir 16 ay geçti. Pek çok anlamda esnek ve güvencesiz çalışmaya mahkûm edilen eğlence sektörü, ideolojik olarak da saray rejimini ile zıt düştüğü için açlıkla terbiye edildi. Müzisyenlerin çaresizlikten intihara sürüklendiği, esnafın iflasla boğuştuğu bir sürecin sonunda kısıtlamaların kalıcı hale getirilmesi, iktidarın kendini tahkim edebilmek için baskı ve yasaklamalardan başka şansı kalmadığını gösteriyor.

AKP iktidarı için başından beri konserler ve müzik festivalleri birer ideolojik mevzilenme haline geldi. Barışa Rock gibi doğrudan ilerici saiklerle düzenlenen festivallerden bira markalarının düzenlediği konser ve etkinliklere ve hatta Rock’N Coke’a kadar, festival ve kalabalık eğlence kültürü, iktidarın istikrarlı olarak engellemeye çalıştığı bir yaşam tarzı oldu.

Bu engelleme çabasının arkasında yatan politik görüşleri irdelemek, bugünün yasaklarına karşı mücadelede de önem taşıyor. Öncelikle, sarayın iktidara geldiği günden beri dayatmaya çalıştığı “dindar-kindar” nesil projesi ve bu kapsamda açtığı imam hatipler, baskı altına almaya çalıştığı akademiyle bütün olarak bir toplumsal dönüşüm projesinin, 20 yılın sonunda çöktüğünü görüyoruz. Açılan yüzlerce imam hatip lisesi, eğitimde gericileşme, üniversitelere saldırılar, hepsinin sonucu gençlik içerisindeki Cumhur ittifakı oylarının her geçen gün daha fazla düşmesine sebep oldu. Hem geleceksiz hem de ideolojik kuşatma sebebiyle nefessiz bırakılan gençlik, bunun doğrudan sorumlusunun AKP olduğunu biliyor.

PROJENİN ÇÖKÜŞÜ

Sözde demokrasi kahramanı ilan edildiği dönemde başlattığı bütün toplumsal, ideolojik dönüşüm projeleri çöken iktidarın elinde, gerici politikalarını ülkeye dayatabilmek için elinde kalan tek araç ise baskı ve kısıtlamalar. O döneme kıyasla ağır bir ekonomik kriz, dış politikadaki sıkışma, içerideki çözülmeler, sarayı politika üretme ve yürütme açısından işlevsiz bırakmış durumda. Bu atmosferde oluşacak bir toplumsal mobilizasyon ve eylemlilikle baş edebilmek içinse elinde herhangi bir destek veya meşruiyet kalmadı. Ülkenin herhangi bir meydanından gelen en ufak öfke nidasının Beştepe’de çığlığa dönüşerek yankı yaptığı bir dönemde, tüm baskı ve kısıtlamalar bu paniğin ve sıkışıklığın sonucu. İktidarın hamle yapma, politika üretme imkânları tükendikçe, hayatın akışının, toplumsal yaşantının kendisi rejimi zayıflatmaya başlıyor.

Pandemiyi kısıtlamalar, ikinci OHAL dönemi biterken, sağladığı ayrıcalıklardan vazgeçmek istemiyor. “Kimse kusura bakmasın” diyerek müzik kısıtlamasını kalıcı hale getirme çabası da bunun göstergesi. Saray rejiminin LGBTİ pikniğine saldırması ya da Deniz Poyraz’ı katlederek tekrardan korku iklimi oluşturmaya çalışması, müzik yasağından bağımsız değil. Nasıl bağımsız olsun? Artık sokakta veyahut meydanda en ufak toplu eğlenme biçimi artık kendiliğinden iktidara karşı bir direniş, politik bir karşıtlık haline geldi. Eğlenme biçimlerinin yaşam tarzına müdahalenin ana gündemi olmasından alkol zamlarına, eğlence sektörünü adeta kıyım ile sindirmeye çalışmaktan sanat düşmanlığına, bugün sokakta yan yana gelip özgürce eğlenebilmenin önündeki en önemli engel saray rejiminin kendisi.

BİRLİKTE MÜCADELE

Çıkarılan saat kısıtlaması bizzat müzik performanslarına, konserlere engel oluşturduğu gibi aynı zamanda gece hayatına da müdahale. Gece 12’den sonra müziği kapatarak, bir eğlenme kültürünün kendisi hedef alınıyor. Bu derece kapsamlı bir kuşatmaya karşılık vermek ise tek başına eğlenme ve yaşam tarzlarımızda ısrarla olabilecek bir şey değil. Nasıl müdahale eden birlikte yaşama kültürümüzse, karşı duruşumuz da ancak örgütlü şekilde karşılık göstererek mümkün. Son dost canlısı tekel kapanana, son yeraltı barı mühürlenene kadar beklemeden. Her ne kadar otoriter bir tonla sunulmaya çalışılsa da “kusura bakmamız”, bugün hareketsiz kalmış rejimin en büyük korkusu. Tam da bu yüzden, tüm hayatı dayanışmayla örgütleyerek kusura bakma, sesimizi yükseltme zamanı.

‘İŞE YARAMAYACAK’

İktidarın son saat kısıtlamasını müzisyenler ve mekân sahipleriyle konuştuk.

Redd grubundan Doğan Duru: (Kusura bakmayın açıklamasını) Altı dolu bir açıklama olarak görmüyorum, müzik konusunda kurallar ve mekânlara verilmiş ruhsatlar zaten ortada, bu açıklamanın boşa düşeceğine eminim. Yine de bu açıklama 17 aydır sahnelerden uzakta olan bizleri fazlasıyla kırmış, üzmüş ve sinirlendirmiştir.

kusura-bakiyoruz-sesimizi-yukseltiyoruz-892481-1.

Bence konuya hâkim değiller, eğlence ve içki alışkanlığı ilişkisine takılıp kalıyorlar, bu konunun ideolojik olması bile saçma. Alkoldeki vergi oranları, oradan gelen gelirler konusunda kimsenin sesi çıkmıyor. Ben bu açıklamaların toplumu kutuplaştırmak ve tabanı konsolide etmek için yapıldığını düşünüyorum. İşe yarayacak mı bence hayır, karşılığı olacak mı yine hayır.

SORUN SESSİZLİK

(Maçka’da yapılan korsan konser hakkında) Bizim yaptığımız bu eyleme destek mesajları aldık ama ardımızdan böyle performanslar eylemler gerçekleşir diyorduk olmadı. Sanatçılar isimleri ve ticari hayatları zedelensin istemiyorlar, sivri görünmek yerine konfor alanları içinde tepki gösteriyorlar. Ben veya biz yol göstermek derdinde değiliz. Kendi vicdanımızla tepkimizi gösteriyoruz. Toplumda karşılığı olan şey popüler olmak, popülist yorumlar yapmak. Vicdanın karşılığı olsaydı, sesin, emeğin tepkinin karşılığı olsaydı zaten bu durumda olmazdım. Üzgünüm ama toplum olarak olduğumuz yerin sorumlusu bu sessiz, konforlu veya huyuna gider halimizden başka bir şey değil.

BİR KIVILCIM YETERLİ

İsmini vermek istemeyen bir gece kulübü sahibi: “Kimse kusura bakmasın” hiçbir hukuki zemine oturmuyor ilk olarak. Bu işletmelerin çoğunun gece saat 05.00’a kadar açık işletme ve canlı müzik ruhsatları var. Buna ek olarak yaklaşık aylık 2000 lira eğlence vergisi ödüyorlar. Canlı müzik ruhsatı alınması için Yalıtım Raporu hazırlatılıyor ve desibel ölçümü yapılıyor. Mekân içi tasarımları bu ruhsatın kriterlerine göre değiştiriliyor (soyunma odası, kulis, duş yalıtım gibi). Bütün bunlar için her mekânın milyonlarca liralık yatırımı varken, milyonlarca emekçi bu sektörden ekmek kazanıyorken, kimse kusura bakmasın bu iş bu kadar basit bir iş değil.

MUHAFAZAKÂR TÜRKİYE PROJESİ

Temelinde uzun vadeli bir proje bu, “muhafazakâr” turizm ülkesi Türkiye projesi. Kısmen sonuna geldi ve başarılı olmak üzereler. Bu da son aşaması, kentlerde alkollü mekânları zamanla bitirmek. Suudi Arabistan gibi alkole ancak büyük otel tesislerinin içinde müsaade etmek. 2008 yılında Beyoğlu ve çevresinde 3000 adet bar vardı ve hepsi neredeyse Avrupalı turistlerle dolardı. Şimdi ben şahsen Beyoğlu’ndan geçmeye korkuyorum. Beyoğlu bütün Türkiye’nin sirayetidir aslında. Pandemi süreci ekmeklerine yağ sürdü, baskıya, yasağa, şiddete biraz daha alıştırıldık toplumsal olarak. Alttan alta da “12 ye çekmezsem sizi hiç açmam ha, buna şükredin” mesajı veriliyor. 1,5 yıldır kapalı olan işletmelerde hiç sesini çıkarmadan açmak zorunda kalacaklar ilk aşamada ve 12’de kapatacaklar. Birçok emekçi yine işsiz kalacak veya hakkını alamayacak.

DAYANIŞMA VE SİVİL İTAATSİZLİK

Mücadele için iki yöntem var bence. Birincisi herkesin yapabildiği becerebildiği kadar sivil itaatsizliğe başvurması. Temel çıkış yolu bu aslında kitlesel olursa. Yani müşteri işletmeci, sanatçı, müzisyen, emekçi hepsinin içinde olduğu bir kitlesellik. İkinci mücadele hukuki mücadele, Başta da dediğim gibi bu söylem hiçbir hukuki zemine oturmuyor. Öncelikle bu mekânların ruhsatlarını iptal etmeleri ve yenilemeleri gerekiyor 12’de müziği mevzuata uygun şekilde bitirmeleri ve pandemi önlemleri dışında ceza yazabilmeleri için. Ruhsat iptali dava konusu idari mahkemede karar alınması gerek. Bu ülkenin şerefli bir hâkiminin bir emsal kararı yeter aslında, süreçte zaman kazanılabilir. Sonrası da ilk seçim de gitmelerini temenni etmek.

Ne yazık ki süreç herkes için çok sıkıntılı hem maddi hem de psikolojik olarak çok zor zamanlar geçiriyoruz. Bu süreçte kimseden kendi yapabileceğinden fazlasını beklemek doğru olmaz, herkes kendi canının derdine düştü, çıkış yolu arıyor. Ancak bu alevi tekrar yakmak için de bir kıvılcım yeterli.

EYLEMLER TOPLUMSALLAŞMALI

kusura-bakiyoruz-sesimizi-yukseltiyoruz-892477-1.

Müzisyen Oğulcan Sönmez: Yıllardır süregelen bu çaba artık pandemi kılıfıyla meşrulaştırılıp bize dayatılıyor ve yeni gerçekliğimiz olarak kabul etmemiz bekleniyor. Aslında bu senaryolara hiçbirimiz uzak değiliz, yıllardır bu ülke yaşam tarzları ve kimlikler üzerinden ayrıştırılıp kutuplaştırılıyor. O nedenle ben Erdoğan’ın bu açıklamasına şaşırmadım, kültür sanat aktivitelerini destekleyen bir açıklama yapması benim için sürpriz olurdu. Ancak bu tarz hamleleri sıradanlaştırmak ve bunlara tepkisiz hale gelmek çok daha vahim bir durum, sesimiz çıktığı kadar bunları konuşup anlatmaya devam etmemiz gerekir.

HESAPLAŞMA PEŞİNDELER

Ruhsuz, renksiz bir toplum yaratma çabasından başka bir sebebi yok. Yüzlerce yıllık bir hesaplaşma peşindeler ve çocukça hırslarla bizlerden öç aldıklarını düşünüyorlar. Sanatla iç içe bir toplum onların en büyük korkusu o yüzden kimse konsere gitmesin, kimse eğlenmesin istiyorlar. Dünyadaki bütün otoriter rejimlerin yaşadığı bir hezeyan içerisindeler. Sanıyorlar ki bu aktiviteleri kısıtlamak onları güçlendiriyor. Bu toprakların şiirlerine, şarkılarına ve türkülerine bakmalarını öneririm. Sanatın yasaklanabilir bir şey olmadığını, hangi koşulda olursa olsun kendini var edebildiğini anlarlar.

Bu yasakların kesinlikle hukuki bir altyapısı yok, olsa dahi bir meşruiyeti yok. Bu nedenle bu ve benzeri konularda yapılacak her türlü sivil itaatsizlik eylemini destekliyorum. Bu tarz eylemlerin genişlemesi ve toplumsallaşması gerektiği düşüncesindeyim. Rahatsız olan herkes tepkisini bir şekilde dile getirsin. Bu zorbalığa susmanın desteklemekten bir farkı yok.