Babaların zaaflarının bedelini çocuklar öder; ödemek zorundadır. Eğer bu bedeli baba çocuklarından birine ödettirmezse, babanın bütün ailesi (toplumun tümü?) bu bedeli ödemek zorunda kalır, daha da kötü olur

Kutsal Geyiğin Ölümü: Tanrıların gazabı

Lanthimos, Östlund, Haneke… Bu yönetmenler sanki modern zamanların Olimpos tanrıları gibi yukarlarda bir yerlerden insanoğluna parmaklarını sallıyorlar. Biz fanilere, ne kadar zayıf, ne kadar güvenilmez, ne kadar bencil yaratıklar olduğumuzu söyleyip duruyorlar. Biz faniler de onlara hizmette kusur etmemeye özen gösteriyor, her fırsatta kendilerine Altın Leoparlar, Ayılar, Aslanlar kurban ediyor, saraylarını Altın Palmiyelerle dekore ediyoruz. Östlund yukardan bakıp kahkahalarla salaklığımıza gülüyor, Haneke ve Lanthimos ise vakarlarını bozmadan somurtarak seyretmeye devam ediyorlar. Sonuçta bizi affediyorlar mı? Asla! Bir sonraki filmlerini planlamaya başlıyorlar, bizi daha ne kadar fazla şiddetle azarlayabileceklerinin hesabını yapıyorlar. Bir sonraki altın buzağılarını bekliyorlar, alacaklarını biliyorlar.

Ben tanrıtanımazım. Ne Hollywood tanrılarına, ne de art-house tanrılarına tapıyorum. Ne yapayım, tanrılar beni böyle yaratmış! Lanthimos en sevmediğim tanrılardan. Filmlerini dayanılmaz buluyorum ve dayanmıyorum da çoğu zaman. Meşhur “Köpek Dişi”ni sonuna kadar seyretmedim. “İstakoz”un bir bölümünde uyukladım. “Kutsal Geyiğin Ölümü” ilk kez sonuna kadar seyrettiğim bir Lanthimos filmi oldu. Bu onun iyi olduğu anlamına gelmiyor. Benim tahammül gücümün artmış olabileceği anlamına geliyor.

Babaların zaaflarının bedelini çocuklar öder; ödemek zorundadır. Eğer bu bedeli baba çocuklarından birine ödettirmezse, babanın bütün ailesi (toplumun tümü?) bu bedeli ödemek zorunda kalır, daha da kötü olur. Cezayı sınırlamanın yolu birini seçip, onu kurban vermektir. Tanrısal, ilahi düzen böyle işler. Bunun başka türlü olması imkân ve ihtimal dahilinde değildir.

“Kutsal Geyiğin Ölümü”nün bize anlattığı hikâye öz itibariyle yukarda yazdıklarımı söylüyor. Buradaki babayı da bir tür yarı-tanrı, ya da kral gibi görebiliriz sanırım. Buraya nereden geldik? Truva efsanesinden. Agamemnon, Artemis’in bir kutsal geyiğini öldürür. Artemis, Agamemnon’u rüzgârları dindirerek cazalandırır. Agamemnon’un donanması bir türlü Truva’ya doğru sefere çıkamaz. Agamemnon’un tanrı Artemis’e kızını kurban etmesi gerekir ki rüzgâr çıksın, donanma da sefere koyulsun. Efsanenin bir başka versiyonunda ise Agamemnon, kızı yerine bir geyiği kurban eder. Filmin adı da buradan gelir.

Lanthimos’un hikâyesinde Agamemnon’u bir kalp cerrahı olan Stephen (Colin Farrell) canlandırıyor. Karısı rolünde Nicole Kidman var. Filmin hikâyesini daha fazla anlatmayacağım, aslında zaten anlattım bile, her şey efsanede var. Lanthimos etkileyici bir müzik kullanımı gerçekleştirmiş (bazen The Birdman’i hatırlatıyor). Farrell özellikle robot gibi oynatılmış. Kidman yine insaniliğini korumayı başarmış. Tanrılar onu bize bağışlamışlar, filmin öyküsünde de Kidman’in karakteri başına gelmesi beklenen belayı yaşamıyor. Neden? Belki filmin tek umut ışığı o karakterdi, bilemiyorum.

Bu karanlık filmden geriye tek bir şey kalıyor: Sinemadan bir an önce çıkıp gitme arzusu. Duygusuz insanlar, duygusuz seks, duygusuz arkadaşlıklar, duygusuz babalık. Evet, bir tek anne duygulu yani Kidman’in karakteri. Yeter mi? Yetmiyor. Ki o da bir yere kadar duygulu. Bu filmin dünyasında insani değerlerini koruyarak hayatta kalmak kullara özgü değil.

Tamam kardeşim Lanthimos, ben de senin kadar karamsarım. Dünyanın hali berbat. Kendimi ait hissettiğim mahallemin ahalisinin hali de pek acıklı. Ama sinemaya gidip de bir de gerçek hayatın daha da kötü bir versiyonunu izlemeyi niye isteyeyim? Niye cezalandırılmayı bir mazohist gibi arzu edeyim? Hem sen kimsin? Gerçekten de kendini tanrı mı sanıyorsun? Başta yazdıklarım mecazdı, ciddiye alma. Ama benim dememin bir anlamı yok. Yaşadığımız “gerileme” çağında, regresif sinema baş tacı edilecektir. Başka alternatif de yok, işin acıklısı.