Sanat aracılığıyla yeni bir bedene, kişiliğe, kimliğe sahip olabilmeyi, günümüzün müzik dünyasında Lady Gaga kadar kitlesel, yoğun ve etkili düzeyde gerçekleştirebilmiş bir isim pek de yok

Lady Gaga, kimlik, cinsellik ve pop

ALPER BAHÇEKAPILI - alperbahcekapili@gmail.com

“Sanat bizim yeni bir bedene, bir bedenin daha fazlasına, şimdiye dek bildiğimizden daha yoğun bir bedene sahip olma imkânımızdır” der Elizabeth Grosz. Sanat aracılığıyla yeni bir bedene, kişiliğe, kimliğe sahip olabilmeyi, günümüzün müzik dünyasında Lady Gaga kadar kitlesel, yoğun ve etkili düzeyde gerçekleştirebilmiş bir isim pek de yok. Bir kimlik oluşturmanın travmasıyla, en az müziği kadar ilgilenir Lady Gaga. New York’ta geçirdiği çocukluğunda gittiği Katolik okulunda kendisini ucube gibi hisseden Gaga, yıllar içerisinde bu ucubeliğini, toplumun ve pop dünyasının genel geçer normlarını yıkan bir araca dönüştürür. Bunu da kozasından çıkıp kelebeğe dönüşen bir tırtıl gibi mucizevi bir şekilde gerçekleştirir. Daha açıkça söylemek gerekirse, bir röportajında, oluşturduğu kimlikle ilgili şöyle der Gaga; “Bir imge yaratıp ona güçlü bir şekilde inanırsanız, daha sonrasında o imge sizin gerçeğiniz haline gelir.” Üstelik bu anlayışı kendi hayranlarına da öğütler. Lady Gaga’ya dair yaratılan bu imge elbette sadece onun kendi zihninden çıkan tasavvurlardan oluşmuyor. Warhol’un The Factory’sindeki benzer şekilde çalışan ve adına House of Gaga denen yaratıcılar ordusu, bu kimlik inşaatının en yetkin mühendisleri arasında yer alıyor.

Warhol’un gündelik hayattaki metaları sanata dönüştürme geleneğine Haus of Gaga da sahip çıkıyor. Bunun akılda en çok kalan örneği Lady Gaga’nın et elbisesidir. Geleneksel sanatın ve modanın içinde kendine nadiren yer bulan ‘et’, Haus of Gaga tarafından 2010 MTV Video Ödülleri’nde sahne alan Gaga’nın üzerindeki bir kıyafete dönüştürülür. Her ne kadar etten elbise fikri performans sanatçısı Jana Sterbak tarafından 1987 yılında uygulanmış olsa da, Gaga bunu MTV’nin milyonlarca izleyicisinin önünde müzikle birleştirerek farklı ve kitlesel bir boyuta taşır. Haus of Gaga, bazen birebir kopyalamaya kadar giden bu imaj anlayışını günümüzün ileri teknolojileriyle, görsel efektlerle ve elbette Lady Gaga’nın müziğiyle bir paket haline getirir. Bu paket erkek egemen toplumun ve müzik endüstrisinin dayattığı kadın rolünün çok daha ötesindedir. Lady Gaga müziğini, kıyafetlerini ve açıkça dışavurduğu dişiliğini hayranlarını kendisine bağlayacak güçlü birer araç, hatta silah olarak kullanır. Tıpkı Madonna’nın bundan yirmi sene önce benzer yöntemleri kullanmış olması gibi, Gaga da çıplaklığı ve derinliği hayranları tarafından dibine dek görülebilen transparan, imgesel bir mit yarattı.

İmaj yadsınamayacak derecede önemli olsa da, bu mitin en değerli objesi pek tabii Lady Gaga’nın müziği ve söylemleri. Kadınların sokakta kahkaha atmaması gerektiği söylenen bir ülkede, sanatını seksle bütünleştirmiş bir kadın hakkında yazı yazmak aslında hayli ironik. Ama Lady Gaga’nın kadınsı özelliklerini dışavuruşu o kadar ileri boyuttadır ki, bu onu sürreal bir mertebeye yerleştirir. Muhafazakâr kesimlerden gelen ve gelecek eleştirileri, yadırgamaları bertaraf eder. Üçüncü ve son albümü Artpop’da da Lady Gaga seks söylemini ön plana çıkartır. Şarkılarında seksi işlerken tarihi, mitolojiyi ve hatta astronomiyi elinden geldiğince yağmalar. Albümündeki “Venüs” isimli şarkısında, galaksiler arası bir aşka gönderme yaparken Merkür, Jüpiter gibi gezegenlerin “Kıçının güzelliğini bilip, bilmediğini”, biraz da yüzeysel bir biçimde sorgular. Ya da, kabaca tabirle “Birisinin altında olmak” istediğini anlattığı G.U.Y’da (Girl Under You) Eros’la Afrodit’in selamını alır. Yazının başında bahsettiğim, Elizabeth Grosz’un “sanat aracılığıyla yeni bir bedene sahip olma” önermesini, Gaga bu tip referanslarıyla kanunlaştırır. Kendisini öylesine erişilmez, tanrısal bir konuma yerleştirir ki onu gökyüzünde parıldayan bir yıldız gibi izlersiniz.

Tüm bu ‘ilahi’ konumlandırmaya rağmen, ulaşılması güç ama şarkıları herkes tarafından bilinen bir figür olarak hayatlarımızda yer alır. Müzisyen Owen Pallett bunu, Lady Gaga’nın şarkı sözlerinin dil bariyerine takılmıyor oluşuyla açıklar. Lady Gaga şarkılarının ismi, şarkıların kendisinde onlarca kez tekrarlanır. “Alejandro”, “Poker Face” gibi şarkıların sözlerini bilmeseniz dahi, sadece ismiyle şarkının büyük bir bölümüne eşlik edebilirsiniz. Sahnede yarı çıplak gezinmesi, soyunması ve erotik koreografilerle açık mesajlar göndermesi ise size –dil bilmeseniz dahi- şarkıların içeriği hakkında bir fikir verir. Sözleri anlayanlar içinse, basit ama güçlü söylemlerle Lady Gaga özgürlükçü bir cinselliği, şarkılarında özellikle savunur, anlatır. LGBT haklarını da açıkça savunarak, her türden cinsel yönelimin eşit çerçevede görülmesi gerektiğine dair görüş beyan eder.

Elbette Lady Gaga’nın şarkılarında işlediği tek konu cinsellik değil. Medya, sanat, para, moda, aşk, materyalizm, uyuşturucular ve yalnızlık da Gaga’nın sıklıkla dile getirdiği konuların başında geliyor. Bunca konuyu derinlemesine irdelemek pek tabii kolay, hatta mümkün değil. Bu ve birçok sebep yüzünden, aslında Artpop eleştirmenler tarafından “Tarihteki kendini en beğenmiş, gösterişçi albüm” olarak nitelendiriliyor. Yine de bu Gaga’nın muazzam gücünü etkilemiyor. Satışları önceki ikisine -The Fame (15 milyon) ve Born This Way (6 milyon)- oranla düşük olsa da Artpop (2,5 milyon) Lady Gaga’nın o garip kariyeri içerisinde kendi yerini buluyor. Warhol’un Pop art’ının 21. yüzyıldaki karşılığı olmadığı aşikâr ama, Artpop döneminde Gaga’nın yaptığı sahne şovları da pop tarihi içerisinde altı çizilecek derecede güçlü olacaktır.

Bu tartışmalı ve hatırlanacak performanslar içerisinde, Gaga’nın bu seneki SXSW şovu da var. Konser esnasında 17 yaşındaki bir sanatçı, Millie Brown gıda boyasıyla renklendirilmiş iki şişe süt içerek, Lady Gaga’nın göğüslerine kusmuştu. Sanat mı? Pop mu? Delilik mi? Saçmalık mı? Yoksa sadece, yaratıcı bir ordunun çok konuşulması için özel boyalarıyla renklendirdiği -içi boş- bir şov mu? Düşündüğünüz her ne olursa olsun, Lady Gaga’nın sahne şovuna kayıtsız kalmak pek de mümkün değil. Bu yüzden, hazır İstanbul’a ayağınıza kadar gelmişken, çağımızın bu pop fenomenini, hem de zirvede olduğu bu yıllarda, mutlaka canlı izleyin. Benden söylemesi.


Lady Gaga 16 Eylü’de, ilk defa İstanbul’da, İTÜ Stadyumu’nda sahne alacak
.