Mültecilik ve göçmenlik, son günlerde tüm meselelerin ve dertlerin önüne geçirilmeye çalışılıyor. Hayat pahalılığı, enflasyon, yoksulluk hali, iktidarın tam da arzuladığı gibi, geri planda kalıyor.

‘Lale bahardan yanadır’

Alper Turgut

Aslında pek meşhur Lale Devri’nin bize anlattığı en bildik şeyler, bir ihtişam bir de umursamazlık değil miydi, üstelik onca yokluğa ve yoksunluğa karşın? İşte malum iktidarın bu asri çağda, bize bile isteye yaşattığı benzerlikler gibi, hani neredeyse. Elbette iletişimin artık haddini fazlasıyla aştığı, herkesin her şeyi gösterme çabasının vücut bulduğu, resmen ne varsa gözümüze gözümüze sokulduğu günümüzü, insanlığın eski dünüyle tam olarak uyuşmayacağı da apaçık, öte yandan. Yani diyorum ki, Lale Devri’nin zevk-i sefa tipleri dahi, bugünün freni patlayan kamyon muadili vurdumduymazlığından geri değil, tamı tamına fersah fersah ilerideydi.


Gülhane Parkı’ndaki çekirge misali işgal ile istilayı ve devamında oluşan manzarayı seyreyleyince, vay arkadaş diyor insan, bu çılgınlığın sonu nerede biter? Şaşırmaya lüzum yok ya, her neyse. Hem kaygısız, eğlenceye düşkün, bencil, kibirli ve aldırmaz bireyler ve onların oluşturduğu kitleler, bu tüketim çağında, lale mi tanır zaten Allah aşkına?

“Ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek / Şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında / Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize; / Bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında” demiş Nâzım Hikmet, hislerimize, dilimize tercüman olmuşçasına, keşke böylesi tali ve keyifli dertleri olsaydı, memlekette hayata tutunmaya çabalayan milyonlarca insanın.

***

Mültecilik ve düzensiz göçmenlik, son günlerde tüm meselelerin ve dertlerin önüne geçirilmeye çalışılıyor ve ateşli bir tartışma giderek büyüyor, kimi misafir istemediklerini söylüyor kimi de kendi yurdumuzda da ev sahibi değildik diyor. Ve hayat pahalılığı, enflasyon, barınma sorunu, açlık sınırı, yoksulluk hali, iktidarın tam da arzuladığı gibi, geri planda kalıyor. Çünkü sistem, ucuz işçi arıyor, çünkü sistem, sömürülecek yeni canlar arıyor, çünkü sistem, bedenleri satmayı, insanı kullanıp atmayı iyi biliyor. Fakirin fakirle derdi olsun diye zaten bunca insanın yer değiştirme serüveni, zenginin bu hengameden, daha da çoğalan açlardan ve vicdansızlığın şaha kalkmasından yana hiçbir tasası yok, bilesiniz.

Gündelik siyaset, holiganlıktan pek farklı değildir, zaten doğası gereği düzey problemi yaşaması, normal karşılanır, iyiliğe, güzelliğe, çözüme dönüşmesi beklenmez. Ancak günlük politikanın, seviyesizliğin dibini bunca bulmasının, bilinçsiz güruhu coşturacağı, saçma sapan sonuçlar doğuracağı da hesaba katılmadır, kim bilir? Sen şunun çocuğusun, sen hayvandan aşağısın diye hakaret etmenin, alenen aşağılanan vekil gelirse diye İçişleri Bakanlığı’nın kapısında hayvanları koruma aracı bekletmenin, devamında seni bulacağım oğlum demenin, teke tek kapışma çağrısı yapmanın, posta koymanın, dayılanmanın, yararı yok ama zararı çoktur.

İçişlerine bakan birinin dilinin kemiğinin olmaması, hayli zamandır üslup sorunu yaşayan halkımızın bir bölümünün, biricik çareyi sövmekte ve dövmekte bulmasına sebep olabilir. Kendilerini hâlâ uzun zaman önce bitmiş olan dizinin (Kurtlar Vadisi) setinde sanan birçok saf tipi, uyandırıp gerçeğe çekmemek de gerek. Bırakın onlar, dizi setinde yaşasınlar, bela arayışları da belki kurguda kalır, böylelikle.

Tüm aşırı uçları yeşertecek, şiddet meylini güçlendirecek, yoksulları yine ve yeniden kamplara bölecek, saldım çayıra, Mevla’m kayıra benzeri mülteci politikasının da büyük suçu var ha, bu da ıskalanmasın. Yaşam olanaklarını çeşitlendirmedikçe, bolluk ve bereket gibi bir seçenek getirmedikçe, giderek cılızlaşan alım gücü, büyük bir endişeye çevrildiğinde, herkes haklı olacak haykırışında, ülkeyi yönetenler ve onları gazlayan kapitalist düzen hariç!

***

Bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik düşleri kuran ve hem kendi kuşaklarına hem de sonraki nesillere bu güzelim rüyayı aşılayan Denizlerin, yarım asır önce aramızdan zorla alınışları, bu memleketin yüzyıllar da geçse kapanmayacak yarasıdır. Hah! Evvelinde Mahirlerin, dostları, yoldaşları ve arkadaşlarını kurtarmak, onları darağacına yollamamak uğruna, kendi tatlı canlarından tereddütsüz vazgeçmelerini de unutmayalım. Alın bakın, siyaset, nereden nereye geldi. Nezaketten, zarafetten, incelikten, vicdandan, her türlü değer ve hasletten ziyadesiyle yoksun. Harbiden lakayt, kaba saba ve kupkuru! Bu çöl iklimi vahametinde, güzel yarınlara inananlar hala var, bu tarifsiz ısrar ve inat asla tükenmiyor, tükenmeyecek. İnsan olanların ve insan kalanların dayanma gücünün kaynağı da budur esasen.

Tüm yurdun (Bayburt hariç), sokaklara inmesi ve hakkaniyet istemesi, ülke tarihi kadar, dünya tarihine de büyük bir hak arama mücadelesi olarak çoktan geçti. Gezi dediğimiz, acı ve tatlı o inanılmaz günlerin, tüm bedelini, bir avuç insana yıkma, kalanlara da bakın ve kılınızı dahi kıpırdatmayın demek, en nihayetinde. Meşru olmak, iradeni ortaya koymak, adalet tutkusundan apayrı şeyler değil, suç varsa şayet, milyonlarca insanı tutuklamak zorundasınız. Bu kadar basit.

***

Hâlâ iktidarın geçmişten öç alma halinin, onların temel hareketi sanan nice muhalif mevcut, ısrarla bunu savunuyorlar. Onlar geçmişi çok adil, çok düzgün, çok hoş diye betimleyecekler, hani bıraksak. Kanımca öncelikleri, geleceği köstebek yuvasına çevirmek. Resmen delik deşik yarınlar! Bu nedenle, evsiz kalırsan hakkı arama, aç kalırsan, meydanlara çıkma, dayanacak mecalin kalmasa da sakın ha isyan etme, başına gelenleri ve gelecekleri peşinen kabullen. Silkelenip ayağa kalkmaktansa, her koşulda sürünün diyor işte, yoksa bu tuhaf kararların, başkaca mantıklı bir gerekçesi yoktur. Olmaz, olamaz.

Lale demiştik değil mi? Lale bahardan yanadır der Turgut Uyar, lale mayıs ayıdır der sonrasında. Maske ve mesafe diyerek geçirdiğimiz, yalnız ve tenha yüzlerce günün neredeyse bitiminde, ilkbahar hepimiz adına umut olsun, çiçekler gibi çoğalmak için umarım bu kez.