Mahmut Şenol güçlü mikroskobunu çoğumuzun göz ardı ettiği insani durumlar üzerine çevirmiş; kaçırdığımız olabilirlikleri yakalamayı ve bize göstermeyi beceriyor. Aynı Kafka’nın yapıtlarında varoluşun yani insan ve dünyasının olabilirliğini yakalaması ve bize ne olduğumuzu anlatması gibi

Lapis Lazuli’de aşk ve ölüm

Tamer ŞAHİN

Usta kalemler, romanlarında aktarmak istedikleri dünyayı okuyucunun bilinçaltına satır satır yerleştirirken mekân kurgusunda çoğu kez deniz yolculuğunu seçerler.

Neden derseniz?

Gemi ve yolculuk motifleri insanda hem farklı yerlere yelken açma arzusu uyandırır, hem de sonsuzluk duygusunun barınağı olan açık denizlerin ortasında kişi kendisini çok daha özgür hisseder de ondan. Gazeteci ve usta yazar Mahmut Şenol’un kısa süre önce yayınlanan “Bir Roman Yazılıyor-Nicky’yi Öldürmek” isimli kitabında okuyucuyu insan zihninin derinliklerinde yolculuğa çıkardığı mekân, ‘Lapis Lazuli isimli bir gemi.

Bu gemi, bir şiirinde “Deniz dalgalarının okşadığı kutlu Meles’in denizle birleştiği İzmir’in kucağında büyüdüm” diyen hemşerim Homeros’un denizine yani Arşipel’e açılıyor. İşte bir tek bu bile, yani seçilen gemi mekânı ve deniz, benim bu romanın sayfalarını iştahla çevirmeme yetiyor.

Lapis Lazuli ismi ilk anda garip gelebilir, aslında o lacivert renkte, yarı değerli müthiş güzel bir taşın Latince adı. Yazar Mahmut Şenol yolculuğa çıkmadan önce denizin ve gökyüzünün laciverte kaçan tonlarından sanki bir parça koparıp bu gemiye adını vermiş. Sonra da gemiyle çıktığımız büyülü yolculukta, yaşamın sürprizleriyle âdeta başımızı döndürüyor.

Öylesine ustaca kurgulanmış ki, kitabın sayfalarını ardı ardına çevirirken bir yandan roman kahramanlarının eylemlerinde çivisi çıkmış bir dünyada insan yaşamının çeşitliliğini izliyorsunuz, diğer yandan o olayların yaşamınızın benzer noktalarındaki izdüşümlerini düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Aklınız öylece takılı kalıyor! Özellikle romanın şok edici bir biçimde bitişi üzerine sizi şimdiden uyarmış olayım.

Mesela, roman kahramanı Mümtaz Candaş, yazarın tanımıyla hayatının çıkmaz sokağında şeker şerbet bir adam; yalnız bir romancı. Beyza Ferah, pratisyen doktor eskisi ve şehrin lüks orospusu. İkisinin de kendilerini ve hatta her şeyi sorgulayan iç çekişlerine tanık olurken sevgi, üzüntü ve acıma gibi hisler duyuyorsunuz. Yaşadığı toplumla sağlıklı bir bağ kuramayan o roman kahramanlarına içinizden yardım etme isteği bile yükseliyor. Elbette aşk da var bu tuhaf ilişkilerin içerisinde ve Mümtaz Candaş’ın yazmak istediği romanı, usta kalemiyle asıl yazarımız, ‘roman içre roman’ tarzında kâğıda döküyor. Bu kadar sade ve basit bir dille nasıl bu kadar çok şey paylaşabiliyor, şaşırıyorsunuz!

Şizofreni yani bildiğiniz delilik, hızla değişen ve zalimleşen dünyada insanların kendilerindeki yabancılaşmayı anlatmakta kullandığı bir sembol haline geldi neredeyse. Romanın satırlarından sizin için seçtiğim bir kaç cümle: “İşte benim de Nicky için düşündüklerim tam da böylesi. Ölse rahatlayacağım.

Kıyamıyorum aslında fakat uyur gibi uyku yalanına yattığım saatlerde gündüz düşüm hep ona yakıştırdığım ölüm tasavvurları üzerine kurulu. Türlü senaryolar yazıyorum aklımda, fakat ben ne katilim ne taammüden cinayet işleyeceğim, bunlar olmadan Nicky kendiliğinden ölüyor olmalı.” Yazar insanın karmaşıklığını, kendine ve topluma yabancılaşmasını Mümtaz Candaş üzerine yıkarak anlatıyor. Sayfaları okurken aslında bu romanın en önemli katkısının bir şizofreni hastasının iç dünyasını ve bozuk algılarıyla dünyada yaşamasının zorluğunu ‘sağlıklı’ bireylere anlatma ve hissettirme gücünde olduğunu keşfediyorum. Yazar güçlü mikroskobunu çoğumuzun göz ardı ettiği insani durumlar üzerine çevirmiş; kaçırdığımız olabilirlikleri yakalamayı ve bize göstermeyi beceriyor. Aynı Kafka’nın yapıtlarında varoluşun yani insan ve dünyasının olabilirliğini yakalaması ve bize ne olduğumuzu anlatması gibi.

Mahmut Şenol’un romanlarından ikinci sırayı alan Bay Konsolos’ta roman kahramanına söylettiği ve bence onun yazarlık felsefesini yansıtan “Düşünmeyin bayım, düşleyin!” sözüne ne denli sadık kaldığını, onun bu yedinci romanında bir kez daha şahit oldum. “Bir Roman Yazılıyor-Nicky’yi Öldürmek” yazarın doğaçlama gücünün zirve yaptığı bir eser.