Liberal demokrasinin tutmadığı sözler

Nanjala Nyabola

Son zamanlarda dünya hep bir yangın yeri. Televizyonu, radyoyu açtığınızda ya da internete girdiğinizde bir yerlerde kitlesel eylemler yapıldığını, bir yerlerde devrim olduğunu, bir yerlerde yine insanların memnuniyetsizliklerini haykırdıklarını duyuyorsunuz.

Bir taraftan, mevcut durumdan mutsuz bu kadar fazla insan olduğunu görmek üzücü. Diğer yandan, eylemin kendisinin dünyanın en demokratik faaliyeti olduğunu ve ‘küresel yönetim’ olgusu gitgide hegemon haline gelirken demokraside yeni bir döneme girdiğimizi, sıradan yurttaşların söz söyleme hakkına yeniden sahip çıktığını da öne sürebilirsiniz.

Ben ikinci bakış açısını benimsiyorum çünkü iyimser bir insanım ve bu ikinci yorum bize Şili’deki hükümet karşıtı eylemleri Irak’taki, Sudan’daki, Cezayir’dekilerle bağdaştırabileceğimiz bir ortak nokta sunuyor. Soğuk Savaş’ın bitişi dünyada yeni bir ‘küresel yönetim’ anlayışı doğurdu ve büyük vaatler boş çıktı. Günümüzün sosyo-ekonomik altyapısında, Birleşmiş Milletler’de ve diğer uluslararası kuruluşlarda, insani yardım ve askeri müdahalelerde hep aynı varsayım var, o da liberal demokrasinin en fazla insana hizmet edebilecek, en iyi yönetim modeli olduğu. Bu modeli gerek ikna, gerek şantaj yoluyla herkese kabul ettirmek ise ‘ilerleme’ olarak sunuluyor.

LİBERAL DÜZEN HASAR VERİYOR

Bu noktada söylemeliyim ki benim inandığım demokratik düzen daha köklü. Tüm yurttaşların taleplerine tutarlı yanıtlar veren katılımcı topluluklar inşa etmek yüce bir hedef. İnsan hayatının insan hakları ilkelerine dayanarak korunması türümüzün devamlılığı için son derece önemli çünkü aksi takdirde varlığını sürdürmenin en önemli değişkeni ne kadar para ve güce erişiminiz olduğu. Farklı tarihlere, siyasi yapılara ve kültürel uygulamalara sahip devletlerin aynı gezegeni paylaşmasını mümkün kılacak bir sisteme inanıyorum.

Bana kalırsa şu an insanları en çok zorlayan, liberal düzenin vaatlerinin giderek boş, hatta tehlikeli gelmesi çünkü bu vaatler servet ve güç sahibi kişilerin gücünü pekiştirmesine olanak tanıyor ve küresel oligarşiye mensup kişiler kendi çıkarlarına korumak için her yola başvuruyor. Bu söylediklerim, duyulmamış cinsten ‘güç eleştirileri’ değil. Frantz Fanon ve Thomas Sankara gibi düşünürler bu savı son derece ikna edici bir biçimde savundular.

Ben ise şu gözlemi eklemek istiyorum: Dünya nüfusunun büyük bölümünü dijital çağ gerçeklere daha fazla yaklaştırdı. Milyarlarca insan akıllı telefonları vasıtasıyla bilgiye erişebiliyor ve insanlarda gitgide ‘haksız muamele’ gördükleri hissi gelişiyor. Katılımcı demokrasinin herkese refah sağlayacağı vaatleri, oligarşinin gezegeni yağmalamasından başka bir işe yaramıyor. Sözde liberal düzenin toplumlarımıza verdiği hasarı her gün görüyoruz ve insanlar artık bu suça ortak olmaktan imtina ediyor.

Sistemin kendini sürdüremeyecek noktaya geldiğinin bilincindeyiz; hele ki doğal yaşama verdiğimiz hasarı düşünecek olursak. İçinde yaşadığımız küresel düzen mevcut haliyle varlığını sürdüremez ve sürdürdüğü takdirde hepimizi yok edecek. Asıl soru şu ki, sözde liberal demokratik düzenin müritleri memnuniyetsizlerini dile getiren dünyayı dinleyecekler mi?

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: New Internationalist