6 Mayıs genel seçimlerinin arifesinde, Nick Clegg ve liderliğini yaptığı Liberal Demokratlar, İngiliz medyalarının ve kamuoyu araştırmalarının

6 Mayıs genel seçimlerinin arifesinde, Nick Clegg ve liderliğini yaptığı Liberal Demokratlar, İngiliz medyalarının ve kamuoyu araştırmalarının yeni gözdesiydi. Öyle ki, seçim öncesi televizyon tartışmalarındaki başarılı performansının ardından, Sunday Times’ın yaptırdığı bir kamuoyu araştırmasında Clegg 1945’de Winston Churchill’den sonra en sevilen siyasi mertebesine ulaşıyordu. Bu popülerlik sayesinde Lib Dems’lerin öngörülen oy potansiyeli, tarihlerinde ilk kez Muhafazakar Parti’nin ardından ikinci parti seviyesine yükseltiliyordu. Ama liberalleştirilmiş sosyal demokrasinin iflasını imzalayan seçimler, liberal demokratlara de beklenen ivmeyi veremedi.
Ülkenin geleneksel çift kutuplu (Muhafazakar Parti-İşci Partisi) siyasi yapılanmasını aşarak, üçüncü bir partinin ağırlık kazanması hala olası görünmüyor. Ayrıca İngiltere’deki seçim sisteminin bu sonuçta elbette büyük payı var. Tek turlu ve tek isimli (uninominal) sistem tam nisbi temsile izin vermeyince, Lib Dem’ler ülke genelinde oyların yüzde 24’ünü toplasalar da, 2005 seçimlerinde yaptıkları oranın da altına düşerek, Avam Kamarasına sadece 57 milletvekili sokabildiler.
Avrupa genelinde liberal demokrasinin konumu “üçüncü güç” olmanın henüz ötesine geçemedi. “Üç büyükler”, yani Almanya, Fransa ve İngiltere’deki partilere baktığımızda, liberal demokratların siyasi duruşları da büyük farklar arz ediyor. İngiltere’de kuruluşu 19. yüzyıla uzanan Liberal Parti’nin Sosyal Demokrat Parti’yle 1988’de birleşmesiyle oluşan Libdems’lere karşın, Almanya’da Freie Demokratische Partei’nin temeli İkinci Dünya savaşının hemen sonrasına (1948) dayanıyor. Fransa’da ise liberal demokrasinin geçmişi eski olsa da güçlü siyasi bir eğilim ve hareket olarak çıkmaları Demokrasi için Fransa Birliği (UDF) ile başlıyor. 1974’de Valérie Giscard d’Estaing’i devlet başkanlığına taşıyan Bağımsız Cumhuriyetçiler’in, d’Estaing’i genel seçimlerde desteklemek için 1978’de UDF’i kurmuşlardı.
Üç ülkenin liberal demokrat partilerinin “ortanın neresinde” durdukları önemli farklılıklar gösteriyor. İngiltere’de Nick Clegg nükleer misil programı Trident’ın modernleştirme programını dondurmayı, en az on yıldır ülkede bulunan kaçak göçmenlerin tümüne vatandaşlık verilmesini veya Afganistan savaşına “eleştirel” yaklaşmayı önerirken, ortanın solunda yer almayı tercih ettiğini hissettiriyordu. Fransa da ise 2007’de UDF’in yerini alan François Bayrou liderliğindeki MoDem “merkezin tam ortasında” duruşunu açıklasa da, sağ ekonomiden hiç taviz vermedi. Almanya’da Guido Westerwelle’nin yönetimindeki Özgür Demokrasi Partisi’si (FDP), orta çizginin giderek sağında yer alarak liberal “çeşitlemeyi” zenginleştiriyor. FDP 2009 seçimlerinde tarihinin en iyi neticesini alarak CDU-CSU birliğine koalisyon olmayı başarıyordu. Avrupa Parlamentosu’nda ise Avrupalı Liberal Demokratlar (ELDR) 90 koltukla üçüncü parti konumunda.
Liberal demokratlar “üçüncü güç” olmaktan ne zaman kurtulur bilemeyiz ama ülkesine göre değişen siyasi çizgilerinin belirsizliği, iktidar olmak için daha çok zaman geçmesi gerektiğini düşündürüyor. Nick Clegg ve LibDems parti meclisi şu sıralar Muhafazakarların koalisyon ortaklığı teklifini inceliyor. Parti meclisinin ise olumlu karar vermesi güç görünüyor. Clegg’in seçim propagandasındaki sözleriyle tutarlı olmasını dilerken, Kanada Liberal Partisi’nin eski lideri Stéphane Dion’un siyaset bilimcisi karısı Janine Krieber’in liberallerin açmazını gayet güzel özetleyen şu sözlerini hatırlatmadan geçmeyelim: “…Avrupa’daki tüm liberal partiler gibi Kanada Liberal partisi de, kısa süreli koalisyonların insafına kalmış zavallı küçük bir şey olmaya mahkum…”.