Liberkorona

ALİ MERT TAŞCIER

“IMF, krizin etkileriyle mücadele etmek için yapılan ekonomik düzenlemelerin, sosyal güvenlik ağlarının oluşturulması ya da genişletilmesi yoluyla toplumun en savunmasız kesimlerinin ihtiyaçlarını da dikkate almasını sağlayacak çalışmalar yürütüyor.” (2008 krizi sonrasında [Eylül 2009] hazırlanan Değişen IMF’de Krize Karşı Çözüm Arayışları bilgi notundan)

“Hükümetler canlılık paketlerini vaktinden önce geri çekmemelidir; sonradan gelecek maliyet ne olursa olsun, şu anda güncel sorun küresel talep eksikliğine karşı devlet harcamaları aracılığıyla çözüm bulmak olmalıdır.” (2008 krizi sonrasında [Ekim 2009] DB ve IMF’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği genel kurul toplantılarında, kurul üyelerinin görüşlerinden)

“İspanya’da özel sağlık sistemi devletin kontrolüne giriyor” (Koronaviüs salgını ile mücadele sırasında alınan karar)

“Batı ülkeleri ise yıllarca tüm temel kamu hizmetlerini görünüşte özel sektöre terk ederek, ama aslında başından savarak vatandaşını adeta sahipsiz bırakmıştır. Daha düne kadar liberalizmin en hararetli savunucusu olan kimi Avrupa ülkeleri, bugün hastaneleri ve diğer kimi temel hizmet kurumlarını devletleştirmeye başladı.” (Hastane yapımının bile devletçe verilen hasta sayısı garantisiyle yapıldığı ülkemizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Koronavirüsle Mücadele Eşgüdüm Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamadan)

Liberal ekonomi politikalarının mahkûm olduğu sonuç nedir diye tek sözcükle özetlemek gerekirse “kriz” denebilir. Krizlerin aralıkları, küreselleşme (neoliberal politikalar diye okunabilir) ile birlikte daralsa da gerçek değişmiyor. Bir başka değişmeyen gerçek ise boyutları farklı olmakla birlikte krizlerden çıkış yolunda ihtiyaç duyulan unsur: “Devlet” Oysa liberal ekonominin en temel özelliklerinin başında, “devletin ekonomiden elini çekmesi” gelmektedir. Uygulamada böyle olmasa da teoride yazan bu biçimdedir. Üstelik en başından beri.

LİBERALİZMDE DEVLET MÜDAHALESİ

Farklı dönemlerde olsa da liberal düşünürlerin neredeyse tamamının üzerinde uzlaştığı ilke, devletin ekonomiden uzak durması.

Adam Smith, öğrencinin öğretmene vereceği parayla eğitim, mahkeme harçlarıyla adalet, yol, köprü, kanal gibi hizmetlerden yararlananların verdiği baç ile bayındırlık hizmetlerinin devlet müdahalesi olmadan gerçekleşebileceğini yazmıştır.

Sağlık, kömür madeni işletmesi, denizcilik faaliyetleri, adalet, toprak rejimine dair düzenlemeler, askeri harcamalar gibi konularda çeşitli örnek vererek devleti “beceriksizlikle” suçlayan Spencer ise devletçiliği “kölelik” ile Hayek’ten daha önce özdeşleştirmiştir.

Bastiat ise devletin ekonomik müdahalesini kastederek, “yasaların birilerine ait şeyleri alarak, ait olmadıkları başka kişilere vermesiyle” hukuki soygundan bahsedileceğinin altını çizmiştir.

Hayek, devlet müdahalesini temel alan liberal bir öğreti olan Keynesçiliği iktisadi özgürlüğün karşısında konumlandırmıştır. Neoliberalizmin Şili’deki laboratuvar uygulamasının akıl hocası Freidman da benzeri vurguları yapmıştır.

Liberal ekonomi politika, Keynesyen türü haricinde, teorisinde devletin ekonomiye müdahalesine karşıdır. Keynesyen politika da zaten çok büyük ve derin olan 1929 Bunalımı sonrası önlem amaçlı devreye girmiştir. 1970’lerin sonunda başka bir krizle devreden çıkarılmış, neoliberal politikalarla serbestleşme sürecine girilmiştir. Artık krizler, küreselleşmenin de etkisiyle daha kısa sürede ve sık, ayrıca daha geniş alanda etkili olunca önlem amacıyla verilen tepkiler de daha kısa süreli uygulamaları doğuruyor. 1929-1980 gibi uzun bir aralıkta sistemsel değişikliğe gidilmemesi bunun için örnek gösterilebilir. Şunu belirtmekte yarar var: Devlet müdahalesini savunan Keynesyen politikalar ve refah devleti uygulamaları da liberalizmin dışında bir şey değildir. Görece emekçi sınıfların çeşitli kazanımları olsa da asıl amaç aynıdır. Sermayenin kâr oranlarını artırmak. Küreselleşmenin 1980 sonraki biçimiyle sermayenin önündeki engellerin kaldırılarak hareket serbestisini, yani liberalizasyonunu sağlamak da başat unsurlara eklenmiştir.

KRİZE KARŞI GÜÇLÜ DEVLET

Burada önemli olan şudur: Teorisinde devlet müdahalesine kıyasıya karşı olan liberal eğilim, uygulamasında tam aksine güçlü devlete muhtaçtır. Kimi zaman uyuyan hücre mantığıyla görev ve kuruluşlarını özelleştirse de sonuçta her an güçlü devlet lazım olabilir. Kimi zaman Türkiye’de 1980 ya da Latin Amerika’daki benzer nitelikte askeri darbeler için kimi zaman krizde bankaları kurtaracak maliyeti üstlenmesi için güçlü devlet şarttır.

Geldiğimiz noktada her türlü badireden pragmatik yapısıyla ve ana ilkelerinden verdiği ödünle ayakta kalabilen liberalizm, neo türünde çok büyük bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Üstelik sınıf savaşımları, büyük savaşlar gibi bir nedenle değil, gözle görünemeyecek kadar küçük bir virüs nedeniyle. Virüs tüm dünyada şapkaların öne alınıp düşünülmesini sağlayacak bir salgının gerekçesi de oldu. Evet, neoliberal sağlık politikası çöktü! Hatta eğitim politikasının çökmüş olduğu da anlaşıldı. Çünkü sağlığı ve eğitimi metalaştıran ekonomi politikası çökmüştü. 2008’de ABD’de başlayan ve nerdeyse tüm dünyayı vuran mortgage krizinden örnekle yazıya başlama nedeni ise burada devreye giriyor. Her kriz nedenleri ve özelde müdahalesi farklı olsa da liberalizm için genelde aynı müdahale ile yanıtlanıyor: Daha fazla devlet müdahalesi. 2008 krizinden sonra, dünya genelinde açıklanan kurtarma paketlerinin maliyeti 6 trilyon doların üzerindeydi. 2020 yılında Koronavirüs ile doğan krize karşı benzer bir durum söz konusu. Hastaneler kamu kontrolüne geçiyor. Yüz milyarlarca dolarlık önlem paketleri açıklanıyor. Devletin birden baba olduğu hatırlanıyor. Özellikle küresel sermaye ve onların yönetiminde doğrudan etkin olduğu kimi gelişmiş ülkeler için salgının bir an önce durdurulması ve hayatın normal işleyişine dönmesinin temelinde insan sevgisinden daha ziyade kâr oranlarının tehlikeye girmesi yatıyor. İşte ister salgınla ister sermayenin girdiği tehlikeyle isterse de her ikisiyle mücadele edecek tek güç, devlettir. Ondan dolayı daha güçlü biçimde “devlet göreve” alarmları tüm dünyada çalıyor.

KORONAVİRÜS LİBERALİZASYONU

Liberalizmin ve küresel sermayenin merkezi niteliğindeki ülkelerle bizim gibi ülkelerde krize verilen tepkinin farklılaşması da doğaldır. Ekonominin daha iyi olması, tıbbi alanda ar-geye ayrılan bütçenin büyüklüğü, bizim gibi ülkelerden daha iyi koşullarda yaşayan yurttaşların tepkisi gibi her unsur bunda etkindir. Sonuç itibariyle etil alkolde bile dışa bağımlı olan, hasta sayısına dair ödemenin devlet garantisiyle halkın cebinden çıktığı, limanlar dahil her şeyin özelleştiği ülkemizde açıklanan önlem paketinden halk için kolonya, maske ve dua çıkması beklenmedik bir sonuç değildi. İhtiyat akçesinin bile harcandığı ekonomik durumda sermaye ise ancak bu kadar kurtarılabilirdi. Girişe aktardığımız Batı ve özelleştirme eleştirisi ise ancak siyasi bir latife ve hatta ironi olarak kabul edilebilir. Bu sözler Batı merkezli değil de Türkiye’yi kapsar biçimde edilseydi belki özeleştiri sayılabilirdi.

Şu an önceliğimiz bir an önce tıbbi müdahale yöntemlerinin bulunarak salgının durdurulması, insanların sağlığına kavuşmasıdır. Geriye kalan sistem eleştirisi ve sistemin dönüşümü ise sağlıklı toplumlarla yapılacak iştir.

Ez cümle virüsün daha fazla liberalizasyona uğramaması dileğiyle...