Sanatçılar, ülkedeki toplumsal olayların ardından lince maruz bırakılıyor. Son örnek Maraş depremlerinde yaşandı. Alkaya, “Siyasi iktidarla özdeşleşen davranışlar sorgulanmalı” diyor.

Linç kültürü de bu iktidarın eseri
Fotoğraf (Soldan sağa): Müzisyen Doğan Duru, Oyuncu, yazar ve şair Orhan Alkaya, Oyuncu Tilbe Saran.

Işıl ÇALIŞKAN

Sanatın iyileştirici gücü su götürmez bir gerçek. Öyle ki sanatın ruhsal ve fiziksel sağlığa olan etkileri üzerine Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başta olmak üzere yüzlerce araştırma, müziğin sağlık üzerine olumlu katkılar sunduğunu gösteriyor. Sanatın tedavi için kullanımı mağara duvarlarına resimler çizmek kadar eskilere götürüyor. 1930ların sonu ve 1950lerin başında Avrupa’da sanat İkinci Dünya Savaşı sonrasında travmatize olan silahlı kuvvetler personelini rehabilite etmek için uygulanmış. Ancak günümüzde sanatçılar kriz anlarında ilk durdurulanın sanatsal faaliyetler olduğunu söylüyor. Sanat yaptıklarında ise bir çeşit mahalle baskısına maruz bırakıldıklarından yakınıyorlar. Bunun son örneği Maraş depremlerinde yaşandı, yaşanıyor.


Doğan Duru yaşananları, “Kitapçılar, AVM’ler açık herkes işine gücüne devam ederken bizden hep durmamız bekleniyor” sözleriyle özetliyor. Orhan Alkaya ise, “Burada büyük bir tuzak kurulduğu ve tuzağa toplumun bir kesiminin rıza gösterdiğini görüyoruz. Bu son derece tehlikeli bir suda yüzmektir. Yas elbette tutuyoruz ama bunun yanı sıra iyileştirme yönünde herkes kendi yapabileceği şeyleri yapmalıdır. Burada hepimize düşen görev birbirinden farklıdır. Nasıl ki bir doktor bir hastanede çalışıyorsa, bir müzisyenin de gidip oradaki moralsiz insanlarla birlikte şarkı söylemeli” siteminde bulunuyor.
Sanatçılarla maruz bırakıldıkları linç kültürünün nedenini ve sanatın iyi olmadaki gücü üzerine konuştuk.

Müzisyen Doğan Duru: 1 aydır tek kuruş kazanmıyoruz

"Bizim yılların birikimiyle bir noktaya getirdiğimiz sanatasal tavrımız hem siyasi fikirlerimiz, hem toplumsal olaylara karşı davranış refleksimiz zaten belli. Bundan yıllar öncesinde Van Depremi’nin hemen ardında bir festival düzenleyip okul yapmıştık. Ama ne hikmetse bu depremin büyüklüğü ve kutuplaşmanın da artmasıyla insalar kavgaya tutuştular. Çok değişik bir dönem bu. Hataların konuşulmadığı ama yardımların kimin yapması gerektiği bir dönem. Her şey vicdanen yasaklıymışçasına hiçkimsenin bir şey yapamadığını görüyoruz. Yapan da acaba ben linç edilir miyim kaygısı taşıyor. Kitapçılar, AVM’ler açık herkes işine gücüne devam ederken bizden hep durmamız bekleniyor. Aşağı yukarı 1 aydır yüzbinlerce insan bir kuruş para kazanmıyor.

Yapılan şey sanat da olsa kültür de olsa müzik de olsa tiyatro da olsa topluma bir faydası var. Tolumda bu yapılan üretime şahit olan insanların ruhuna bir güzellik katıyor. Sanat yoktan var olmadı, sebebi belliydi. İnsanların acılarını, mutluluklarını ve yaşadıkları olayları resmetmekti. Dansla, müzik, tiyatroyla… Şimdi de insanlar duygularını paylaşmak için bu yolları seçebilirler. Hatta duygularını başka yöne sevk etme çabası için de bunu yaparlar.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarını hazırlayalım insanlar bombardıman altındayken insanlar şarkı söylemeye devam ettiler. Çünkü biz bir tarafımızla da yaşama, içimizdeki umuda sahip çıkmalıyız. Hatta enkazdan kurtulan, eşlerini dostlarını kaybeden insanlar dahil bizim yarına ihtiyacımız var. Yarın ne olacak duygusunu hissetmezsek toplumda birçok insan antidepresanlarla yaşamak zorunda kalacak. Şu an toplanan bağışları düşünün bunlar çok öncesinde deprem bölgelerinin yeniden yapılanması için harcansaydı belki bu kadar kayıp olmayacaktı, hayatımız da bu kadar zorlanmayacaktı."

Oyuncu, yazar ve şair Orhan Alkaya: Sanatı durdurmak ahmaklıktır

"İnsanların içsel sağaltımlarında sanatın çok önemli bir rolü var. Dolayısıyla tüm felaket anlarında sanatsal faaliyetlerin durdurulması ahmaklıktan başka bir şey değil. Osetya Savaşı sırasında Gürcistan’da tiyatrolar perde kapatmadı. Sadece gece karartma olduğu için gündüz oynuyorlardı. Böyle dönemlerde sanata her zamankinden daha çok ihtiyaçları olur. Bizdeki perde kapatmalar, konser durdurmalar, aynı zamanda bir tür mahalle baskısı diyebileceğimiz, hayıflamalar, kınamalar ahmaklık belirtisidir olsa olsa. Siyasi iktidarla özdeşleşen davranışların sorgulanmaya ihtiyacı vardır. Burada büyük bir tuzak kurulduğu ve tuzağa toplumun bir kesiminin rıza gösterdiğini görüyoruz. Bu son derece tehlikeli bir suda yüzmektir. Yas elbette tutuyoruz ama bunun yanı sıra iyileştirme yönünde herkes kendi yapabileceği şeyleri yapmalıdır. Bir arama kurtarma faaliyetini gerçekleştirecek olan eğitimli insanların yanı sıra o felaketin içerisinde sokakta kalmış insanlara moral aşılaması da önemlidir. Herkesin eğitimi birbiriyle aynı değildir. Nasıl ki bir doktor bir hastanede çalışıyorsa, bir müzisyenin de gidip oradaki moralsiz insanlarla birlikte şarkı söylemeli."

Oyuncu Tilbe Saran: Yazalım çizelim ki unutmayalım

"Şu anda tüm depremzede kardeşlerimizi hayatta tutmak önceliğimiz olmalı: fiziki ve ruhsal sağlıklarını toparlamaları için barınmak, çalışmak, eğitim haklarına eksiksiz ulaşmalarını sağlamak. Daha sonra tüm bu korkunç “toplumsal enkazı” konuşabilir olmak çok önemli. Nerede hata yaptık? Sorumluluklarımız ne? Kimden hesap sormalıyız? Sanat bu dile dökülemeyecek kadar ağır trajedileri konuşulabilir kılar. Konuştukçada iyileşiriz… Tiyatro tüm bu hikayelerin anlatıldığı şifahanelerdir… olan bitene sadece tanık olmak bile hepimizi darmaduman etti. O yüzden içine düştüğümüz kuyulardan bizi çıkaracak çıkrıklara binip yeniden gökyüzünü görebilir olacağımıza inanmamız gerek. Birbirimizin soluğuna, dokunuşuna ihtiyacımız var. Kısa bir süreliğine de olsa bizi başka diyarlara taşıyacak müziklere, hikayelere, filmlere hava kadar gereksinimimiz var. Bizim söyleyemediklerimizi haykıracak, bizim acımızı, öfkemizi dile dökecek sanatsal araçlara ihtiyacımız var. Yazalım, çizelim, bağıralım, türküler yakalım….unutmayalım! Unutmayalım ki bir daha olmasın. Sönen hayatları unutturmayalım."