Londra isyanları ve polis şiddeti

Emmanuel Onapa

İngiliz polisi 4 Ağustos 2011 günü 29 yaşındaki Mark Duggan’ı öldürdü. Ölümünden iki gün sonra Tottenham karakolu önünde ilk eylem yapıldı. Eylemler hızla büyüdü ve tüm Londra’ya yayıldı. 48 saat sonra Birmingham, Liverpool, Manchester gibi birçok şehirde eylemler başladı. Başta bir tür yas olarak başlayan eylemler kısa sürede bilhassa işçi sınıfı ve etnik azınlıkların yaşadığı kolektif öfkenin ifadesine dönüştü.

Ulusal hafızamızda halen taze olan isyanlar aslında istisna sayılmaz. 1981 ve 1995 yıllarında Brixton’da, 1981 yılında Liverpool’da, 1985 yılında Tottenham’da benzer eylemler yaşanmıştı. Tottenham’daki eylemleri tetikleyen olay da siyah bir kadın olan Cynthia Jarett’ın öldürülmesi olmuştu. 2011 isyanları tarihin tekerrür ettiğini, İngiliz devletinin ihmal ve taarruzunun sürdüğünü gösteriyordu.

AYRIMCILIK POLİTİKASI

Fakat 2011 isyanlarını farklı kılan bazı etmenler de vardı. Örnek verdiğimiz eylemlerin hemen hepsi Thatcher döneminde yaşanmıştı. 2011 yılı ise David Cameron ve Nick Clegg koalisyon hükümetinin ilk yıllarına tekabül ediyordu. Koalisyon iktidara gelir gelmez kemer sıkma politikaları yürürlüğe konmuştu. Bu politikaların yarattığı olumsuz neticeleri şimdilerde daha iyi görüyoruz. 2010-12 döneminde kamu harcamaları yüzde 40 oranında kesintiye uğramıştı. Siyasi sisteme ve temsilcilerine inanç kalmamıştı. Şimdi, isyanların üzerinden 10 sene geçti. Polis şiddeti değişti mi? 2011 eylemleri tetikleyen yaşam koşulları iyileşti mi?

Kısmi bazı yanıtlar için birkaç rakama bakabiliriz. 2010-11 döneminde İngiltere ve Galler bölgesinde yaşayan her bin siyah vatandaştan 115’i sokakta durdurulup aranıyordu. Beyazlarda ise bu rakam 17’ydi. On yıl sonra sokakta ‘aranma’ rakamları düştü ancak siyahlar halen adaletsizliğe maruz kalıyor. Beyazlar ile kıyaslandığında siyahların sokakta ‘üzerleri aranma’ ihtimali 8,9 kat daha yüksek. Son dönemlerde hükümetin teklif ettiği bazı değişiklikler durumu daha da kötüleştirebilir. Teklif edilen değişiklikler ile polis makul şüphe olmaksızın arama yapabilecek.

ŞİDDET ARTIYOR

2011 yılından bu yana polis şiddeti ve polis ırkçılığının da yaygınlaşmasına göz yumuldu. İktidardaki hükümetin yasama ajandası durumu kötüleştirmek üzerine kurulu ve 2011 olayları sonrasında benimsenen otoriter yaklaşımların daha da araçsal hale gelmesi isteniyor. Polis müdahalesi neticesinde yaşanan ölümler geçmişte kalmadı. 2017 yılında Edir Frederico Da Costa polis tarafından dövüldü, hastaneye kaldırıldı ve altı gün sonra hayatını kaybetti. 2019 ve 2020 yıllarında polisin güç kullanarak müdahale ettiği 159 bin vaka tespit edildi. Rakamlar, bu tür müdahalelerin siyah yurttaşlara üç kat daha sık uygulandığını ortaya koyuyor.

Eylemlere yön veren diğer bir olgu da toplumsal dışlanma ve yabancılaşmaydı. Basitçe ifade etmek gerekirse, kendinizi içinde yaşadığınız topluluğa ait hissediyorsanız sokağa çıkıp dükkanları yağmalamaz, yakıp yıkmazsınız. Durum 2011 eylemlerinden beri kötüleşti. Devlet destekli hizmetlerin kesilmesi, bu hizmetlerden yararlanan azınlık mensubu gençleri olumsuz etkiledi. Yalnızca gençlere yönelik hizmetlerdeki kesinti 372 milyon sterlini buluyor.

YOKSULLARIN İSYANI

2011 eylemlerinin yaşandığı bölgeler ülkenin en yoksul kesimleri. Manchester’ın ilgili mahalleleri ülkenin en yoksul yüzde 20’lik kesiminde yer alıyor. Bu bölgelerde yaşayan topluluklar devlet tarafından görmezden gelinmenin acısını çekiyor ve bu bölgelerde yaşayan etnik azınlıklar bilhassa olumsuz etkileniyor. Covid-19 salgını esnasında bunu daha da çarpıcı bir biçimde gördük. Etnik azınlıklara mensup kişilerde enfeksiyon, hastaneye kaldırılma ve ölüm oranlarının çok daha yüksek olduğunu gördük. Kamu hizmetleri bir kez daha milyarlarca sterlinlik kesintiye uğrama tehlikesiyle karşı karşıya ve her an yeni bir kriz patlak verebilir.

Çıkaracağımız ders şu: 2011 eylemlerine sebebiyet veren koşullar neredeyse hiç değişmedi. Olumlu değişiklik olarak sayabileceğimiz tek bir boyut var, o da topluluk temelli grupların olası krizlerle başa çıkma becerilerinin artmış olması. Siyah Yaşamlar Önemlidir ya da Kızkardeşler Bir Arada isimli gruplar sokağa döküldüler ve polisin hesap vermesini talep ettiler. Gençlere, yoksullara, farklı ırklara mensup kişilere mücadelede destek olan topluluk kolektifleri giderek büyüyor.

BASKI VE TACİZ

Tartışılan son suçla mücadele yasasını protesto etmek için sokağa dökülen insanlara yönelik sert polis müdahalesi ya da değişim talep edilen herkesin siyasetçiler tarafından düşmanlaştırılması gösteriyor ki, güç sahipleri bu tür toplum örgütlerini yalnızca ‘etkisizleştirilmesi’ gereken karın ağrıları olarak görüyorlar.

2011 eylemlerini ‘çete şiddeti’ ya da ‘eşkıyalık’ olarak göstermek için büyük çaba sarf edilmişti. Gerçek şu ki, yaşananlar siyasi bağlamından ayrıştırılarak değerlendirilemez. Dışlama üzerine kurulu tüm güvenlikçi yaklaşımlar kırılgan olmaya mahkûmdur. Devlet aktörleri tarafından baskı ve tacize uğramak, İngiltere’de yaşayan hiçbir genç için normal olmamalı. Topluluk örgütleri siyaseti kararlara etki edecek ya da varlıklarını sürdürecek finansal imkanlara erişebilinceye dek benzer isyanların yaşanması ihtimali de geçerliliğini koruyacak.

Tribune'dan çeviren Fatih Kıyman