Lübnan iç savaş endişesi yaratan bir gerginlik yaşıyor… 14 Ekim çatışması travmatik korkuları depreştirirken gerilimin pek çok aktörü var

Lübnan’ın fay hattı katmerlenen krizi

ÜMİT FIRAT AÇIKGÖZ
Beyrut Amerikan Üniversitesi

Beyrut’ta 14 Ekim günü bir ilkokul ve civarında çekilen fotoğraflar çoğu Lübnanlıyı hatırlamak istemedikleri travmatik bir geçmişe götürdü. Sıraların altına saklanan, öğretmenleri tarafından koridorlara toplanıp yere oturtulan veya telaşlı velilerce koşarak kaçırılan onlarca öğrencinin fotoğraflarıydı bunlar. Okulları aniden patlak veren bir çatışmanın ortasında kalmıştı. Tıpkı 1975-1990 arasındaki İç Savaş’ta defalarca yaşandığı gibi. O dönemki çatışmalarda okulda öğretmenleri evde anne-babaları tarafından korunan, bugün çoğu kırklarında ve ellilerindeki çocuklar, 14 Ekim günü aynı dehşeti on yıllar sonra kendi çocuklarının yaşadıklarına şahit oluyordu. Tam da İç Savaş’ta kenti ikiye ayıran yeşil hatta denk düşen, sayısız kanlı çatışmanın yaşandığı, otuz-kırk yıllık kurşun izlerinin bazı binalarında hala görülebildiği bir semtte.

Lübnan, 1990 yılından sonraki süreçte iç savaş endişesi yaratan bir gerginliği ilk defa yaşamıyor. Fakat 2008 Mayıs’ındaki çatışmalar dâhil önceki gerginliklerin hiçbiri ne 1975-1990 İç Savaşı’nın temel hafıza mekanlarından birinde gerçekleşmiş ne de çocuklar dahil siviller iki ateş arasında kalmıştı. Hükümetin alelacele tatil ilan ettiği 15 Ekim Cuma günü boş Beyrut sokaklarına sıkıntılı bir bekleyiş hâkimdi. Gerginliğin 1975 yılındakine benzer misillemelerle bir şiddet sarmalına evrilip kontrolden çıkmasından endişe ediliyordu. Geçtiğimiz süreçte bu olmasa da yedi kişinin öldüğü çatışmanın gölgesi hâlihazırda çok ağır bir ekonomik kriz yaşamakta olan ülkenin hala üzerinde. Dahası, ekonomik krizden çıkış için esaslı adımlar atmak vaadiyle iş başına gelen Necip Mikati hükümeti, gittikçe çetrefilleşen bir dizi siyasi ve diplomatik krizle felç olmuş durumda.

ÇATIŞMANIN TARAFLARI

Peki çatışma neden çıktı? Tarafları kimlerdi? Kısa cevap: 4 Ağustos 2020’deki Beyrut Limanı Patlaması soruşturmasını yürüten savcı üzerindeki bir tartışma, Hizbullah ve müttefiki diğer büyük Şii partisi Emel ile Hıristiyan partisi Lübnan Güçleri’ni karşı karşıya getirdi. Gelgelelim Lübnan siyasetine dair hemen her konuda olduğu gibi bu kriz de uzun bir açıklama gerektiriyor.

Liman patlaması, yıllarca bir depoda bekletilen neredeyse üç bin ton amonyum nitratın bir yangında alev almasıyla gerçekleşmişti. Tüm dünyada şok etkisi yaratan görüntüleriyle tarihin nükleer olmayan en büyük patlamalarından birisi olan bu felaket sebebiyle yüzlerce insan ölmüş, binlercesi yaralanmış, yüz binlercesi evsiz kalmıştı. Maddi zarar ise on beş milyar dolardan fazlaydı. Ağır bir hava bombardımanına maruz kalmışçasına bir yıkıma uğrayan kimi Beyrut semti, patlamanın izlerini yıllarca taşıyacak gibi görünüyor.

Patlamanın temel sorumlusu esasen belli: Lübnan’ın yoz, liyakatsiz siyasi ve bürokratik eliti. Yarım tonuyla bile yüzlerce kişinin öldüğü terör saldırıları düzenlenebilen amonyum nitratın 2750 tonunu yıllarca kentin kalbindeki limanın bir deposunda bekleten farklı hükümetler ve bürokratlarıyla Lübnan siyasi sistemi. Hiçbiri şahsi sorumluluk kabul etmeyen farklı partilere yakın düzinelerce bürokrat. Soruşturmayı yürüten savcıya ifade bile vermeyi reddeden eski bakanlar.

LİMAN PATLAMASI KRİZİ

14 Ekim’deki kanlı çatışmanın temelinde savcının, kendisine ifade vermeyi reddeden bu eski bakanlardan ikisi hakkında tutuklama kararı çıkarması yatıyor. Eski bakanların ikisi de Emel Hareketi’nden. Bir tanesi, Ali Hasan Halil. Eski maliye bakanı, hala milletvekili ve Emel’in Nebih Berri’den sonraki ikinci en güçlü ismi. Müttefiki Emel’in iki ismine tutuklama kararı çıkmasıyla Hizbullah, kontrolündeki gazete, televizyon ve sosyal medya hesapları üzerinden savcı Tarık Bitar’ın görevden alınması talebiyle bir kampanya başlattı. Partinin önde gelen isimleri Bitar’ı, ABD’nin talepleri doğrultusunda hareket etmekle suçladı. Bu isimlerden birinin bir aracı vasıtasıyla Bitar’ı açıkça tehdit ettiği iddiası Lübnan medyasında geniş yer buldu. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Bitar’ı hedef alan bir video mesajı yayınlamasıyla kriz daha da ciddi bir boyut kazandı.

Bu koşullar altında Hizbullah ve Emel, 14 Ekim günü Adalet Bakanlığı önünde Bitar’ın görevden alınması talebiyle bir protesto düzenlemeye karar verdi. 13 Ekim’de Hizbullah karşıtı, ülkenin ikinci büyük Hıristiyan partisi Lübnan Güçleri’nin lider Samir Jaja’nın, savcının görevden alınmaya zorlanması halinde taraftarlarını “barışçıl bir direnişe” davet etmesiyle gerginlik had safhaya ulaştı. Zira Hizbullah-Emel protestosu güzergahında Jaja taraftarlarının hakimiyetindeki bir Hıristiyan mahalle ile Emel’in kontrolündeki bir mahalleyi ayıran, İç Savaş’ın yeşil hattına denk düşen bir yol vardı.

14 Ekim’deki silahlı ve roketli çatışmanın tam olarak nasıl ve neden başladığı konusunda iddialar muhtelif. Hizbullah ve Emel, barışçı protestocuların üzerine Jaja taraftarlarınca keskin nişancı ateşi açıldığını iddia ediyor. Jaja, partisine yöneltilen suçlamayı reddediyor. Şiddeti mezhepçi sloganlar atarak yürüyen protestocuların başlattığını, ilk yaralananların Hıristiyan mahallesi sakinleri olduğunu, mahallelilerin kendi imkanlarıyla kendilerini koruduklarını iddia ediyor. Bir başka anlatıma göre gerginliğin kontrolden çıkmasının nedeni ateş açan bir asker. Bir başkasına göre ise mezhepçi sloganlara sinirlenip protestoculara tepki gösteren ve şiddetli bir şekilde dövülen bir mahalleli. Yine hiçbir zaman aslını tam olarak bilemeyeceğimiz bir toz bulutu.

BİR SAVCIDAN DAHA FAZLASI

Üzerine bunca gürültünün koptuğu savcı Tarık Bitar, liman patlaması davasının ikinci savcısı. İlk savcı Fadi Savvan, benzer bir şekilde ifadeye çağırdığı siyasilerin hışmına uğramıştı. Lübnanlı siyasilerin tekerlerine çomak sokulunca anında birleşivermelerinin tipik bir örneği olarak, Hasan Nasrallah ve Saad Hariri gibi Lübnan siyasetinin iki uç kampını temsil eden liderler Savvan’ı eleştirilmiş, nihayet Şubat ayında savcı Savvan, patlamada evi zarar gördüğü için tarafsız olamayacağı gibi tuhaf bir gerekçeyle (Beyrut’ta on binlerce ev patlamadan etkilendi) görevden alınmıştı. Savvan’ın görevden alınmasıyla patlamada hayatını kaybedenlerin yakınları sokak gösterilerini sıklaştırmış, talepleri halkın çeşitli kesimlerinden destek görmüştü.

Bu sürecin sonunda davanın savcısı olarak atanan Tarık Bitar oldukça ilginç birisi. Hakkında doğum yeri, eğitimi ve önceki görev yerleri dışında pek bir şey bilinmiyor. Sosyal medya çağında gazetecilerin şimdiye kadar sadece iki adet fotoğrafını bulabilmesi, aylardır dönüp dolaşıp aynı fotoğrafları kullanması Bitar hakkında çok şey söylüyor. Röportaj vermiyor, kamuya açık davetleri reddediyor ve özel hayatı ile ilgili dışarıya bilgi sızmamasına özen gösteriyor. Türkiye’nin zamanında maruz kaldığı, kendine yakın gazeteci sıfatlı birisiyle kartopu oynarken fotoğraf veren savcılardan değil. Sadece liman patlaması davasının savcısı olarak atandıktan sonra değil, tüm kariyeri boyunca bu profili çizmiş, kendisini eleştiren meslektaşlarının bile dürüstlük ve çalışkanlığına kefil olduğu bir savcıdan bahsediyoruz. 2005’teki Refik Hariri cinayeti davasından sonra Lübnan’ın en önemli davasını üzerine alma ve ülkenin siyasi baronlarını ayrım gözetmeden ifadeye çağırma cesaretini gösteren bir savcıdan.

Hizbullah, Bitar’a yönelttiği suçlamalara dair en ufak bir kanıt bile sunabilmiş değil. Nitekim Bitar, Emel Hareketi’nden siyasileri olduğu gibi Hariri’nin Gelecek Partisi’nden önemli bir ismi de ifadeye çağırdı. Bitar’ın elinde tüm bu isimler hakkında önemli kanıtlar olduğu konusunda Lübnan’da yaygın bir kanı var. Ayrıca bu sefer savcıyı görevden almak Şubat ayındaki kadar kolay değil zira arkasında büyük bir halk desteği var. Bu destek, Bitar’ın yaşanan tüm kriz ve çatışmaya rağmen çizgisini bozmamasıyla iyice artmış durumda.

HİZBULLAH’IN HEDEF ALINMASI

2019’daki tüm siyasi sistemi ve partileri hedef alan büyük halk ayaklanmasında belli başlı partilerin çoğu protestocuların haklılığı tartışmasız taleplerine empati göstermeye çalışırken Hizbullah ve lideri Nasrallah protestocuları hedef alan açıklamalar yapmış, Emel taraftarları ise birkaç kez protestoculara saldırmıştı. Bu Hizbullah bloğunun son yıllardaki ilk büyük hatasıydı. Bitar’ı hedef alan kampanya ise ikinci büyük hata. Geldiğimiz noktada Hizbullah ve Emel, kendi taraftarları dışındaki Lübnanlıları ikna etme kabiliyetini yitirmiş durumda. Savcıya karşı yürütülen kampanya, gerçek ne olursa olsun pek çok Lübnanlının zihninde patlamanın sorumlusunun Hizbullah olduğu kanısını yerleştirdi. Dahası, bağımsız ve muteber pek çok gazeteci ve entelektüel, Hizbullah’ın savcıya agresif tepkisi ve üstü kapalı tehditlerini “ya adalet ya huzur” siyaseti olarak görüyor. Hizbullah’ın, liman patlaması davasında adalet arayışı kendisi ve müttefiklerine uzanırsa huzursuzluk ve çatışma sopası gösterdiğini düşünüyor.

Hizbullah’ın son iki yıldaki en önemli kaybı ise Hıristiyanlar arasındaki desteği. 2000 yılında Güney Lübnan’ın İsrail işgalinden kurtarılmasını takiben partinin ve lideri Nasrallah’ın tüm ülkede kazandığı müthiş prestij giderek erimekte. Bu, önümüzdeki süreçte Lübnan siyasetinde dengeleri etraflıca değiştirme potansiyeli taşıyan bir gelişme. Zira Hizbullah’ın geçtiğimiz on yılda Lübnan siyaseti üzerinde kurduğu hakimiyet geniş bir ittifaka dayanıyor. Bu ittifakın bir önemli ayağı Emel ile yakın iş birliği, dolayısıyla rakipsiz Şii hattı. Diğeri ise parlamentoda en fazla milletvekiline sahip Hıristiyan partisi olan Özgür Yurtseverler Hareketi (ÖYH) ile 2006’da imzalanan mutabakat.

Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın damadı Cibran Basil’in liderliğindeki ÖYH, bu mutabakat sebebiyle iki senedir çok zor durumda. Önümüzdeki yıl yapılması öngörülen genel seçimlerde ciddi bir oy kaybına uğraması bekleniyor. Bu da Hizbullah liderliğindeki bloğun parlamentodaki çoğunluğu yitirmesi anlamına geliyor. Ayrıca genel seçimlerden sonra görev süresi dolacak olan Avn’ın yerine seçilecek yeni Maruni Hıristiyan cumhurbaşkanı için Hizbullah bloğu içinde birden fazla aday var. Basil’in koltuğu kayınpederinden devralmak istediği uzun süredir biliniyor. Ancak kendisi hâlihazırda siyasi bir enkaz. Üstüne üstlük Trump yönetiminin giderayak yaptırım listesine aldığı birisi olarak şansı iyice azalmış durumda. Bu muhteris damadın Şii partilerince desteklenmediği durumda başka ittifaklar araması olası. Şimdiden Emel Hareketi ile bir ağız dalaşına girmiş durumda.

KRİZİN KAZANANI JAJA

Peki tüm bu sürecin siyaseten kazananı kim? Şimdilik muhalefetteki Lübnan Güçleri ve lideri Samir Jaja. İç Savaş baronlarından, eli kanlı bir milis lideri eskisi. Partisinin ÖYH’yi geçerek en büyük Hıristiyan partisi olması şaşırtıcı olmayacak. Jaja, Hizbullah-İran ekseninin baş düşmanı Suudi Arabistan tarafından destekleniyor. Kendisinin, Erdoğan’ın 2014’te AKP’ye sözde veda ettiği kongrede görülmüşlüğü var. Jaja, kendisini uzun yıllardır Hizbullah’a ve lideri Nasrallah’a karşı konumlandırarak Suudi-Amerikan sempatisi ve desteği görüyor. 14 Ekim’deki çatışmada rolü olmadığını iddia etse de kimilerinin gözünde Hıristiyan mahallesini savunan, siyaseten ve silah bakımından Hizbullah’tan çok daha zayıf olmasına rağmen Lübnan’da İç Savaş’tan beri sembolik önemi büyük olan “mahalle kırmızı çizgilerinden” ödün vermeyen partinin lideri. Üstüne üstlük Jaja, kendisini en büyük hasarı Hıristiyan mahallelerine veren liman patlamasının soruşturmasını yürüten savcı Bitar’a sahip çıkan lider konumuna yerleştirerek potansiyel seçmenlerine bir başka kuvvetli mesaj yolluyor.

Gelgelelim, önümüzdeki süreçte epey güçlenecek gibi görünen bu sözde kahramanın desteği Bitar’ın en son isteyeceği şeylerden. Zira savcının siyasi kutuplaşmanın bir ucunu temsil eden herhangi bir parti veya liderden destek mesajları alması, kendisini itibarsızlaştırmak için fırsat kollayan diğer kutbun eline büyük bir koz veriyor. İtibarsızlaştırma kampanyası kadar siyasilerden gelen destek mesajları da Bitar’ın işini zorlaştırıyor. Savcı asıl meşruiyetini, 2019 sonbaharında sokaklarda olup şimdi ağır ekonomik krizde ayakta kalmaya çalışan, istisnasız tüm siyasi partiler ve liderlerden nefret eden örgütsüz halk çoğunluğundan alıyor.

HÜKÜMET TOPLANAMIYOR

Geldiğimiz noktada çok ortaklı Lübnan hükümeti haftalardır toplanamıyor. Zira Hizbullah bloğu, Bitar’ın görevden alınması için hükümetten net bir tavır beklerken halk tepkisinden çekinen Başbakan Mikati ve kimi ortaklar buna sıcak bakmıyor. Biri Saad Hariri diğeri pek tanınmayan Berlin Büyükelçisi olmak üzere iki başbakan adayı eskiten on üç aylık kısır pazarlıklar sonucu nihayet geçtiğimiz Eylül ayında kurulabilen Necip Mikati hükümetinin, Hizbullah bloğunun çekilmesi veya Mikati’nin istifasıyla son bulması ihtimali söz konusu. Bu da tekrardan en iyi ihtimalle aylar sürecek pazarlıklar, ekonomik krizin çözülmesi yönünde adım atılamaması ve ülkenin daha da derin bir çöküşe savrulması demek olacak.

Bunun yanında, Hizbullah blokunun suçlamalarıyla bir başka savcının Samir Jaja’yı 14 Ekim Çatışması hakkında ifade vermeye çağırması meseleyi iyice tuhaf bir boyuta taşıdı. Rakip siyasi partileri Bitar’a ifade vermemekle itham eden Jaja, tutuklanma endişesiyle ifade vermeye gitmedi. Daha doğrusu, ifade vermek için önce, elbet olmayacağını bilerek, Nasrallah’ın ifadeye çağrılmasını şart koştu. Jaja’nın icabet etmediği davetin olduğu gün, Lübnan Güçleri destekçileri liderlerine destek yürüyüşü düzenledi. Bir başka silahlı çatışmaya yol açacağı endişesiyle pek çok Lübnanlıyı evlerinde kalmaya iten bu yürüyüş neyse ki olaysız sona erdi.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi Lübnan günlerdir bambaşka bir krizle boğuşuyor. Krizin kahramanı İletişim Bakanı George Kordahi. Hizbullah bloğuna mensup küçük ama kilit bir Hıristiyan partisi olan Marada Hareketi’nin desteğiyle Eylül ayında bakanlık koltuğuna gelen “bağımsız” Kordahi esasen milletvekili değil. Meşhur bir televizyon sunucusu. Mevcut krizin sebebi ise Kordahi’nin Ağustos ayında henüz bakan değilken ve bakan olma olasılığı bile ortada yokken verdiği bir söyleşi. Söyleşi esnasında bir soru üzerine Kordahi, Yemen’deki savaşın “nafile” olduğunu, Husilerin Suudi saldırganlığına karşı kendilerini koruduğunu söylüyor. Söyleşinin bu kısmının bir Suudi televizyonunda yayınlanmasıyla merkezinde Kordahi’nin olduğu büyük bir diplomatik kriz baş gösterdi. Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri Beyrut büyükelçilerini geri çağırdı, kendi başkentlerindeki Lübnan büyükelçilerinden ise ivedilikle ülkelerini terk etmelerini istedi. Suudi bloğu Kordahi’nin özür dilemesini ya da istifa etmesini, bunlar olmazsa ise görevden alınmasını talep ediyor. Hizbullah bloğu ise buna direnerek Kordahi’nin yanlış bir şey söylemediğini iddia ediyor.

SUUDİLER-PARİS ETKİSİ

Bu krizin tam da Suudi Arabistan’ın, Lübnan konusundaki katı tutumunu yumuşatma konusunda Fransa’dan baskı gördüğü bir süreçte çıktığını not etmekte fayda var. Uzun süredir Suudiler, Hizbullah hakimiyetinde olduğu gerekçesiyle Lübnan hükümetleri ile arasına mesafe koyuyordu. 2017’de Riyad’da dönemin başbakanı Saad Hariri’yi zorla istifa ettirip Hizbullah’ı suçlayan bir bildiri okutan Suudiler, Lübnan’a dönüşünde istifasını geri alan Hariri ile de oldukça mesafeli. Halihazırda Lübnan’ın benzeri görülmemiş bir ekonomik çöküşü Hizbullah kontrolündeki hükümetler yönetiminde yaşıyor olması Suudiler için İran ile olan bölgesel rekabetlerinde önemli bir kazanım teşkil ediyor. Adı konulmamış bir yaptırımlar silsilesi ile Lübnan ekonomisini iyice kıskaca alarak Hizbullah’ı geriletmeyi uman Suudi Arabistan, Kordahi meselesini allayıp pullayarak bir krize dönüştürüp üzerindeki Lübnan’a ekonomik destek verme baskısından sıyrılmayı umuyor. Bu kriz suni, zira ne Kordahi siyaseten “özgül ağırlığı” olan birisi ne de o ve onun gibi Suriye-İran-Hizbullah eksenine yakın kimselerin Yemen gibi bölgesel meseleler üzerindeki görüşleri bir sır.

Kordahi, Hizbullah bloğunun direnme talebi/emri ile Suudilerin istifa baskısı arasına sıkışmış durumda. Şimdilik direniyor. Onun görevde kalmaya devam etmesi Başbakan Necip Mikati’nin ekonomik krizden çıkış çabalarını iyice zorlaştırmış durumda. Ekonomiyi iyileştirme yolunda somut adımlar atmak bir tarafa, Lübnan hükümeti Körfez ülkeleriyle ticari ve mali ilişkilerinde mevcudu muhafaza etmenin derdine düştü. Suudi Arabistan ve müttefiklerinin tarımsal ürün ithalatı başta olmak üzere ticareti dondurması, döviz darboğazındaki “yetmiş sente muhtaç” Lübnan için ekonomik yıkımın katmerlenmesi demek. Tüm bunların yanında bir de Körfez ülkelerinde çalışan yüz binlerce Lübnanlının durumu var. Bunların ülkelerine gönderdikleri para on yıllardır Lübnan ekonomisinin can damarlarından birini teşkil ediyor. Körfezdeki bu gurbetçileri zor duruma sokmamak ve ülkenin ekonomik toparlanma çabalarının önünü açmak gerekçeleriyle Başbakan Mikati, Kordahi’yi istifaya davet ediyor. Aksi takdirde Cumhurbaşkanı Mişel Avn’dan kendisini bakanlıktan azletmesini talep ediyor. İkisi de Hizbullah baskısıyla direniyor. Mikati ise Hizbullah bloğunu kendi istifasıyla tehdit ediyor.

Bitar ve Kordahi krizleriyle kabine toplantısı bile yapamaz hale gelen Mikati’nin istifa edip yüz milyon dolarlık meşhur yatıyla mavi yolculuğa çıkması ihtimali giderek kuvvetleniyor. Şimdilik Fransa ve ABD’nin telkinleriyle görevde kalmaya devam etse de ani bir istifa şaşırtıcı olmayacak. Bu da Lübnan’ın yeniden hükümetsiz kalması, tıpkı patlamadan sonraki on üç ayda olduğu gibi, ülke çökerken bakanlıklar ve güç paylaşımı üzerine aylar sürecek at pazarlığı yapılması demek.

GERİYE KALAN: HEPSİ, HEPSİ DEMEKTİR

Tüm bu yerel ve bölgesel güç mücadelelerinin uğursuz gölgesinde Lübnanlılar Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Büyük Kıtlık’tan sonraki en çetin ekonomik koşullarla boğuşuyor. Lira dolar karşısında iki senede yüzde doksandan fazla değer yitirdi. Venezüella ve Zimbabwe’yi aşarak dünyanın enflasyon oranı en yüksek ülkesi haline gelen Lübnan’da gıda fiyatlarındaki artış yüzde dört yüzü geçiyor. Gidebilen hemen herkes ülkeyi terk etti ya da etmeye çalışıyor. Türkiye’nin batısı ile Ege adaları arasındaki ölümcül sığınmacı rotasının bir benzeri Lübnan’ın kuzeyi ile Kıbrıs arasında işlemeye başladı. Devletin elektrik tedarikinin neredeyse tamamen durduğu ülke geceleri hiç olmadığı kadar karanlık. Gündüzleri ise dilendirilen çocukları, geceyi dışarıda geçiren evsizleri ve çöplerden yiyecek arayan yaşlılarıyla Beyrut sokakları hiç olmadığı kadar üzüntü verici, isyan ettirici. Günün hayatta kalma kaygısı geleceğe dair umutları ve düşleri gündemden çıkaralı çok oldu. 2019 Ayaklanması’nın yarattığı benzeri görülmemiş umut söneli de. Geriye ayaklanmadan bir slogan kaldı: “Hepsi, hepsi demektir!” İstisnasız tüm siyasi parti ve liderler tasfiye edilip yeni, laik ve demokratik bir rejim kurulmadan Lübnan’ın düze çıkması mümkün değil. Her geçen gün ve her yeni kriz, ayaklanmanın bu en yüksek sesle haykırılan sloganının haklılığını bir kez daha doğruluyor.