Gabriel Garcia Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” isimli romanını okudunuz mu? Márquez’in “işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü” anlattığı ünlü romanından...

Cinayeti seyredenler

 

Gabriel Garcia Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” isimli romanını okudunuz mu? Márquez’in “işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü” anlattığı ünlü romanından söz ediyoruz. Márquez’in 1982 yılında Nobel edebiyat Ödülü’nü aldığı “Kırmızı Pazartesi”de, Kolombiya’da küçük bir kasabada “namus için” işlenen bir cinayeti anlatılır. Kasabada yaşayan herkesin Santiago Nasar’ın öldürüleceğini bildiği ama cinayeti durdurmak için hiçbir şey yapmadığı bir cinayet öyküsüdür bu…

Roman; “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı.” diye başlar… Santiago Nasar, Pedro ve Pablo Vicario isimli ikiz kardeşler tarafından bütün kasabanın gözleri önünde bıçaklanarak öldürülür. Cinayete seyirci kalan kasaba halkının ruhsal durumunu irdelendiği romanı okuduysanız eğer bundan sonra söz edeceklerimizi daha iyi anlayacaksınız.

“Kırmızı Pazartesi”de gerçek hayattan alınmış bir cinayet anlatılır. Biz de gerçek hayattan alınmış bir cinayetten söz edeceğiz: Hrant Dink cinayetinden… Gazetemizin yazarlarından biri olan sevgili Hrant’ın katledilmesi de tıpkı Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanındaki gibi oldu.

Nasıl mı benzettik, bu iki cinayeti… Nasıl benzemesin ki? İkisinde de “cinayetin önceden işleneceğini” bilenler, cinayet işlenene dek de sessizce seyredenler var. Bu bir iddia değil. İtiraflardan söz ediyoruz. Hem de bu itiraf bir değil tam üç “görevli” tarafından yapıldı.

Trabzon Jandarma Komutanlığı’nda görevli Astsubay Okan Şimşek ve Uzman Çavuş Veysel Şahin cinayetten sonra yargılandıkları mahkemede; “Biz cinayetin işleneceğini üstlerimize bildirmiştik” demişlerdi. 11 Haziran Çarşamba tarihli gazetelerde yer alan bir haber konuyu yakından takip edenlere “pes artık!” dedirttirdi. Dönemin Trabzon Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü olan Yüzbaşı Metin Yıldız da “cinayetin işleneceğini bildiğini” söyledi. Diğer iki görevli gibi o da üstleri olan Albay Ali Öz’e elde ettikleri istihbaratı ilettiklerini belirtti. Cinayeti kimin işleyeceği, cinayetin kim tarafından planlandığı, cinayet silahının nasıl alındığı… hepsi ama hepsi biliniyormuş. Trabzon’daki “güvenlik kuvvetleri”nin “olaydan” haberdar olduğu ortaya çıktı. “İddia” denilen artık resmiyet kazandı.

Bu iki cinayet birbirine benziyor demiştik, bir “küçük” farkla… Santiago Nasar cinayetinde, cinayetin işleneceğini bilen ve cinayete sessizce seyirci kalanlar ile Hrant Dink cinayetinde cinayetin işleneceğini bilen ve işlenene dek sessizce seyirci kalanlar arasındaki fark Hrant Dink cinayetinde cinayetin işleneceğini bilenlerin işinin, görevinin cinayeti önlemek olmasıdır…

Sevgili Hrant öldürüldükten sonra yetkili-yetkisiz, etkili-etkisiz hemen herkes “Katilleri yakalanacak, cinayet aydınlatılacaktır” diye demeçler verdi, “Hrant Dink cinayetini aydınlatacağız” diye sözler verdi.

Sonra… Sonra unutuldu o sözler! Cinayeti işleyenler, hedef gösterenler, azmettirenler, savunanlar, önceden bilip önlem almayanlar ortadayken… Bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülmüşken… Sessiziz!

Tuzla’da 97 işçi, “iş cinayetlerinde” yaşamını yitirdi. Öyle ki, ölümler artık “sıradanlaştı”… İşçilerin yaşamlarını göz göre göre yitirmesini, işyeri güvenliğinin alınmamasını, işçilerin sigortasız çalıştırılmalarını hükümet sadece seyrediyor. Burası malum… Peki, biz! Göz göre göre işçi ölümlerini nasıl seyrediyoruz? Sevgili Hrant’ı öldürenler, cinayeti bilenler ortadayken nasıl susuyoruz?

Yüzbaşı Metin Yıldız’ın itirafından sonra bir tepki gelir diye bekledik. Meclis’te cinayeti aydınlatmak için kurulan komisyondan, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerinden, sendikalardan, girişimlerden… Sessiziz!

Sol partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, girişimlerin gündemi neden hâlâ öncelikle “Anayasa Mahkemesi’nin kararı”, neden hâlâ “türban sorunu”, bilemiyoruz. Egemenlerin yarattıkları gündemlerin peşinden sürüklenip, kamplara ayrılıp, birbirimizi suçluyoruz: Kim laik, kim değil… kim devrimci, kim liberal… kim darbeci kim şeriatçı… kim özgürlükçü kim salak…

Biz birbirimizi kıyasıya suçlar, birbirimize kıyasıya saldırırken Tuzla’da hâlâ işçiler ölüyor.

Hrant Dink cinayetinde yeni itiraflar oluyor. “Cinayetinin işleneceğini önceden bildiğini söyleyen “yetkili”lerin sayısı üç oldu. Kaç olmasını bekliyoruz, otuz üç, bin üç, on bin üç...

Böylesi bir itiraftan sonra, soldan bir ses beklerdik. İsyan eden, “yetkilileri” göreve çağıran, olayla ilgili soruşturmalar yapılmasını isteyen bir ses… ama ses yok!

Çünkü biz, “türban sorununa” kilitlendik…

Yaşadığımız bu “Kırmızı Pazartesi”den bir an önce kurtulmak, yeni “Kırmızı Pazartesi”ler yaşamamak için kuma gömdüğümüz kafalarımızı dışarı çıkarmak, verdiğimiz sözleri hatırlamak, “önce insan” diyerek yola çıktığımız günlerin masumiyetine geri dönmek zorundayız. Yoksa… yoksa Tuzla’daki işçiler ölmeye, yeni “Kırmızı Pazartesi” cinayetleri işlenmeye devam edecek.

Son söz… Sevgili Hrant öldükten sonra ardından “cinayetin aydınlatılacağı” sözünü verenlere: Yalancının…

FEZA KÜRKÇÜOĞLU