Google Play Store
App Store

Madımak Katliamı Davası'nın, zaman aşımı süresinin 2 Temmuz'da dolmasının ardından ilk duruşması 14 Eylül'de yapılacak. Davanın avukatlarından Şenal Sarıhan, sanıklardan birisinin Alman ajanı olarak Türklere karşı faaliyet yürüttüğü bilgisini mahkemeye sunduklarını belirterek, “Vicdanınızla hareket edin ve insanlığa karşı suç olarak sayın. Bu davayı düşürmeyin” çağrısını yaptı.

Kaynak: ANKA
Madımak Katliamı Davası için çağrı:  İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmaz, davayı düşürmeyin

Ana davadan ayrılan ve firari sanıklar Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş yönünden devam eden Madımak Katliamı davasının, zaman aşımı süresinin 2 Temmuz'da dolmasının ardından ilk duruşması 14 Eylül'de yapılacak.

Davaya ilişkin açıklamalarda bulunan avukat Şenal Sarıhan, Dava konusu olayın insanlığa karşı suç olduğunu ve bu yüzden zaman aşımı nedeniyle düşürülmemesi gerektiğini belirten ve firari sanıklardan birisinin Alman ajanı olarak Türklere karşı faaliyet yürüttüğü bilgisini mahkemeye sunduklarını ifade etti.

"HAKİMLER VİCDANIYLA HAREKET ETTİ"

Hakimlerin vicdanlarıyla hareket etmesi gerektiğini vurgulayan Sarıhan, şunları söyledi:

Sivas Katliamı davası, hemen 2 Temmuz'un ertesinde gündeme geldi. Son derece hızlı bir biçimde savcılık, hazırlıklarını yaptı ve üç ayrı dava açıldı. Bu davalar, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine aykırılık davası, yakarak adam öldürme davası bir de Terörle Mücadele Yasası kapsamında terör örgütü üyeliği davası... 20 Temmuz'da iddianameler hazırlandı. Daha başlangıçtan soruşturmanın eksik olduğu, polis kayıtlarına göre 15 bin kişinin katılmış olduğu bir davada bu kadar kısa sürede iddianamenin oluşması davanın açılmasının zor olduğu inancımız vardı ve bu hep sürdü. Yani 15 bin sanık, hiçbir zaman 15 bin sanık olarak mahkeme önüne gelmediler. 170 kişi ile ilgili olarak dava açıldı.

Bu davalar Sivas'ta açılmıştı. Sivas'ta olmasına itiraz ettik. Çünkü, olay yeriydi ve aileler bundan olumsuz etkileneceklerdi. Davanın Ankara'ya taşınmasını istedik. Ankara'dan çok sayıda şehit vardı. Davalar Ankara'ya taşındı. Bakanlık bu talebimizi uygun gördü. Alındığı andan itibaren verilen mahkemeler, asliye ceza, ağır ceza ve DGM... Üç ayrı mahkemeye gitti. Ağır ceza hemen dedi ki 'Bu dava bizi ilgilendirmiyor. Bu bir anayasal düzene karşı ayaklanmadır. Şeriatçı bir rejimin gelmesini cumhuriyet rejiminin yıkılmasını isteyen bireylerin hazırlamış olduğu ya da örgütlerin hazırlamış olduğu bir eylemdir. Bu sebeple bizi ilgilendirmiyor. Bu sebeple bu davanın (TCK) 146/1 kapsamında açılması gerekir.' Dosyayı görevsizlikle DGM'ye gönderdi. Asliye ceza da ‘bu sıradan bir toplantı ve gösteri yürüyüşü değildir. Bu sebeple bu davayı DGM'nin görmesi gerekir. Anayasal düzene karşı ayaklanmadır’ dedi. Fakat, DGM kabul etmedi bunu. Görev uyuşmazlığı ortaya çıktı. Görev uyuşmazlığın ortaya çıkmasından sonra dosya uyuşmazlığa gitti. Uyuşmazlık, 'DGM görevlidir' dedi.

"TUTUKLANMADILAR, YURT DIŞINA KAÇTILAR"

Bu tarihten itibaren dava başladı fakat mahkeme (Ankara 1 No’lu DGM), alabildiğine 'hoş görülü' bir tutum izledi. İlk davadan başlayarak çok sayıda sanığı tahliye etti ve ilk kararını da diğer mahkemelerin itiraz ettiği yöntemle verdi. Yani adi adam öldürme diye verdi. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık diye verdi. Biz buna itiraz ettik doğal olarak. Yargıtay, ‘bu dosya anayasal düzeni ortadan kaldırılması girişimidir. Bu maddeden yargılanmaları gerekir’ dedi. Mahkeme buna uymak zorunda kaldı ama o tarihe kadar hakkında idam cezası verilen sanıklar, dışardaydılar. Bunların hepsi yurt dışına kaçtılar. Çok örgütlü bir biçimde götürüldüler. Bunlarla ilgili dava tefrik edildi (ayrıldı) fakat bir kısmı duruşmaya gelmişti. Yargıtay bozmasından sonra diyeceğini söylemişti. Bunlar da tutuklanmadılar, duruşmaya gelmelerine rağmen. Bunlar da yurt dışına kaçtılar. Biz, bu sanıkların cezalarının infazı konusunda doğru bir sonuç alamadık. Dava 2001 yılına kadar aşamalı olarak sürdü. 2002'de sonlandı.

İADESİNİ BEKLERKEN CENAZESİ SİVAS'TA EVİNDEN ÇIKTI”

2002'de sonlandığında bizim duruşmalarda talebimiz üzerine 15 sanığın ki bunların 9'u hakkında kesinleşmiş ceza vardı. İnfaz edilmesi gerekiyordu. Bu kadar sanığın Almanya'da ve benzeri Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bilgiler geldi. Bize 15 kişiyle ilgili resmi bilgi Almanya'dan geldi. Mahkeme tefrik edilenlerle ilgili. Erçakmak ve arkadaşları davası. Bu dava 2011'den 2014'e kadar devam etti. Erçakmak da yurt dışındaydı. Fransa'da olduğu söyleniyordu. Bunun iadesini beklerken cenazesi Sivas'ta evinden çıktı. Mezarlık müdürü bilgi verdi. Bu, sanıktır ve gömülmüştür diye. Sahte bir isim yazılmıştı mezar taşına da. Adli Tıp bize onun olduğunu bildirdi.

'İNSANLIĞA KARŞI SUÇ' İDDİAMIZ KABUL EDİLMEDİ

Diğer yakalanmış olan yani davası süren sanıklar da tahliye edilmişti. Bunlar, 146/3'ten yargılanıyorlardı. Bunlar dediler ki 'Biz arandığımızı bilmiyorduk. Biz, evlendik, askere gittik, ehliyet aldık, çocuk sahibi olduk ama biz arandığımızı bilmiyorduk.' Bu da soru işareti yaratan bir durum. O sanıklarla ilgili süreçte Türk Ceza Yasası'na 'insanlığa karşı suç' cezası girmişti. Biz hem buna dayanarak hem de uluslar arası sözleşmelere bağlı olarak önümüzdeki olayın insanlığa karşı suç olduğunu, çünkü hiç tanımadıkları insanları sırf dini inançları ve felsefi görüşleri sebebiyle saldırı yapıldığını, toplu bir katliam olduğunu ve bunun sistemli olduğunu özellikle Alevi toplumu ve aydınlara karşı Maraş'tan başlayarak çeşitli saldırılar olduğunu, insanlığa karşı suçta da zaman aşımı olmaması gerektiğini ifade ettik. Ciddi bir kamuoyu oluştu o tarihte. Ama ne yazık ki insanlığa karşı suç iddiamız, kabul edilmedi. Sonuçta bu üç sanığa kaldık.

Şöyle bir gerçeği de kamuoyunun bilmesinde yarar var. Tefrik edilmiş davaların duruşma günlerinin bize tebliğ edilmesi gerekiyor. Çok sayıda mahkeme değiştirdi bu dosyalar ve biz hep tesadüfen öğrenerek dahil olduk dosyalara. Basın kanalıyla öğrendim ben.

KIRMIZI BÜLTENLE ARANIYORLAR”

Şimdi üç sanık yönünden devam eden davada bunlar kırmızı bültenle aranıyorlar. Biriyle ilgili kırmızı bülten de yoktu. Yeniden kırmızı bülten düzenlenmesini sağladık. Fakat üçünün de iadesi şu ana kadar mümkün olmadı. Arada biliyorsunuz Vahit Kaynar Polonya'da yakalanmıştı. Bu sefer de Adalet Bakanlığı süresi içerisinde evrakları göndermedi büyük bir olasılıkla ve 30 gün içerisinde hakkında kesin bilgi olmadığı için tekrar iade edildi. Diğer sanıklar yönünden şimdiye kadar bir iade gerçekleşmedi.

MAHKEMEYE SUNDUK”

Alman makamlarının tutumu da ilginç. Dediler ki 'Sanıkların dosyalarında insanlığa karşı suç işlediklerine dair bir kanıt yok.' Şimdi de böyle iade etmiyorlar. Böyle iade etmiyorlar ve sanıklardan birisinin yurt dışında Alman ajanı olarak Türkler aleyhine faaliyet gösterdiği gibi bir bilgimiz var. Mahkemeye de sunduk bunu. Böyle bir noktadayız. Her duruşmada heyetler sürekli değişiyor.

BU DAVAYI DÜŞÜRMEYİN”

Bu davada olay, insanlığa karşı suçtur. İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmaz. Bu konuda biz Roma Statüsü'nü imzalamadık ama imzalayıp imzalamamanın bir önemi yok. Çünkü, bütün hukuk sistemi özellikle Türk hukuk sistemi der ki 'Yargıç, karar verirken yasaya bakar, somut olaya bakar, gelenek göreneklere bakar, vicdanına bakar.' Ben, vicdanlarından yola çıkmalarını öneriyorum. Zaten dosya açık, neyin ne olduğu ortada. Olay bu kadar açık ve netken bunun insanlığa karşı suç olarak değerlendirilmesinin hukuki bir sonuç olabileceği inancındayız. Üç kadın yargıç var duruşmada, son bir iki celsedir. Onlara, 'Vicdanınızla hareket edin ve insanlığa karşı suç olarak sayın. Bu davayı düşürmeyin.' Bu çağrıyı yaptık. Şimdi 14'ünde eğer söylediğimin aksi olacaksa savcı, mütalaa verecek. Diyecek ki zaman aşımından düşürün. Eğer mütalaayı isterse. Çünkü, istememesi lazım. Sanıklar hala yakalanmadı. Bizim aksi görüşümüz var. Çünkü, kaçak saydırmıştık onları. Kaçak sayılmaları nedeniyle ceza da verebilirsiniz artık beklemeyin diyoruz.”