Hükümetin ‘müjde’ olarak sunduğu kısmi zamanlı çalışma yönetmeliğine göre doğum izni sonrası kısmi çalışmayı kabul eden kadınlar, patronlar tarafından ‘geleneklere uygun’ bir şekilde çalıştırılacak

Mahalledeki erkek, işimize yasal olarak da karışabilecek

NECLA AKGÖKÇE
nakgokce@gmail.com

AKP hükümetinin “kadın istihdamını artırma(!)” planı çerçevesinde, 2013 yılından beri tartışılan düzenlemelerin büyük bir bölümü, torba yasalara yamanarak 2016 yılında çıkarıldı. Bunların yönetmelikleri de sonbahar hediyesi (!) olarak önümüze düşmeye başladı. 11 Ekim’de tüm işçi sınıfını ama daha ziyade kadınları ilgilendiren “Özel İstihdam Büroları Yönetmeliği” çıktı, bu yönetmelikle ev işleri, bakım işleri, tarımda mevsimlik işler gibi kadın ağırlıklı işlerde çalışan kadınların geleceğinin tümüyle özel istihdam bürolarına devredildiğini gördük. “Doğum yapan kadınlara yeni haklar” diye tanımlanan, hak kayıpları yasası da 10 Şubat 2016 tarihinde “Gelir Vergisi Kanununda Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Torba Yasa” adı altında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Yasanın 4857 Sayılı İş Kanunu’na bağlı olarak çalışan işçi kadınlara nasıl uygulanacağına dair yönetmelik ise 8 Kasım Salı günü yayımlandı. 657 Sayılı Kanuna bağlı olarak çalışan memur kadınlar için henüz bir yönetmelik çıkmadı. Önümüzdeki günler de bir “müjde” daha verecekler herhalde…

Yönetmelikle iki kadının çalışma hayatına ilişkin düzenlemeler var: İlki, doğum izni sonrasında her gün bir buçuk saat olan ve çocuk bir yaşına gelene kadar devam eden, emzirme izninden feragat ederek, ilk çocuk için 60 gün, ikinci çocuk için 120 gün, üçüncü çocuk için 180 gün olan “kısmi çalışma hakkını” kullanabilecek olan işçi kadın. İkincisi de onun çalışmadığı sürelerde kısmi süreli çalışan olarak yerini dolduracak kadın.

Her şeyi belirleyen patron

Doğum iznini kullandıktan sonra kısmi zamanlı çalışmayı tercih eden kadın: Yönetmelikle, televizyonlarda ve gazetelerde ‘hakka boğulmuş kadın’ olarak tanımlanan bu kadının kısmi çalışmasının tümüyle işverenin eline terk edildiğini görüyoruz. Yönetmeliğin dördüncü bölümünün 15’inci maddesinin 1’inci fıkrasında şöyle deniyor: “Kısmi süreli çalışmanın belirlenen günlük haftalık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı, o yerin gelenekleri, işçinin yapmakta olduğu işin niteliği ve işçinin talebi dikkate alınarak işveren tarafından belirlenir.” Bu madde önümüzdeki dönemde işçi kadının çalışmasına dair tüm yönelimleri içeriyor neredeyse.

Bu ifade, yönetmeliğin “süresi, niteliği” bölümlerinde tanımlanan “bir ay önce işçi kadın kısmi süreli çalışma isteğini ve bunu nasıl kullanmak istediğini işverene bildirir, vs” gibi ifadelerin tümünü geçersiz kılıyor öncelikle. İşçinin talebi kanun koyucu açısından üçüncü sırada yer alıyor. Kısmi süreli çalışmayı patron kendi kafasına göre uygulayacak, ama bunu uygularken öncelik de ‘geleneğe’ verilmiş. Feci bir durum. Mesela işçi kadın “Ben bir gün akşam vardiyasında çalışayım, ertesi gün sabah vardiyasında” diyemeyecek, çünkü o yerin gelenekleri kadının akşam 22.00’den sonra sokakta görünmesini kaldıramayabilir. Patron kadının isteğini değil, öncelikle erkekler dünyasının isteklerini göz önünde bulunduracak. Hem öyle evdeki erkek filan da değil, çevredeki erkeklik durumu kadının işinin şeklini ve içeriğini belirleyecek. Dedikodular biçiminde çalışan, kadının hayatını küçük yerlerde zehir eden cinsiyetçi gelenekler, bu yönetmelikle, yasal olarak da onaylanmış hale geliyor.

Ayrıca “haftanın üç günü çalışayım, 2 günü dinleneyim” de diyemeyecek kadın, televizyondaki yandaşların anlattığı gibi. Patron, “İşin niteliği bu tür çalışmaya izin vermiyor, her gün gelmen gerekir” diyebilecek. Bunun için itiraz edeceğiniz bir merci yok, olsa da zaten edemezsiniz. Patron sizi bambaşka bir neden uydurarak kapının önüne koyabilir.

‘Patriyarka’nın yeni biçimi

Kısmi çalışmanın koşullarının patron tarafından belirlenmesi, işçinin bu süreçte canına okunacağının açık belirtisi, ama geleneklerin kadının dışarıdaki çalışmasını belirleyebileceğinin yasalara girmesi hepsinin üzerine tuz biber ekiyor. Kadın artık yalnızca kocasından değil, çevredeki tüm erkeklerin ortak onayı üzerinden çalışacak, çalışırsa. Kadın çalışmasında cinsiyetçi olduğunu bildiğimiz geleneğe verilen bu üstünlüğün, şimdiye kadar çok tanımadığımız bir patriyarka çeşidinin, İslamcı patriyarkanın çalışma hayatındaki tezahürü biçiminde tanımlamak mümkün gözüküyor. Kapitalizm kadın emeğini güvencesizleştirip değersizleştirerek iyice ucuzlatırken, İslamcı patriyarka da kendine göre çalışmanın sınırlarını çiziyor. Korkarım bunun arkası gelecek.

Ama işçi kadınlar arasında özellikle sendikalı güvenceli işyerlerinde çalışan çok küçük bir bölüm, “6 aylık ücretsiz izin kullanacağıma kısmi zamanlı çalışayım” diyebilir. Kadınları bir, iki, üç çocuklu kadınlar olarak ayırıp, genel bir hakkın kullanılmasını şartlara bağlayan bu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olduğunu (Gerçi Anayasa filan da kalmadı ama) bir kez daha vurgulayıp, patrona verilen sonsuz yetkinin uygulamada ciddi çatışmalara yol açacağını şimdiden söyleyelim…

Öteki kadına gelince... Yönetmeliğe göre; kısmi süreli çalışacak kadının sözleşmesi, çocuk sahibi olan kadının işe başlaması ile birlikte kendiliğinden sona erecek. Batı sendikalarında yapılan araştırmalar çalışma hayatına kısmi süreli olarak başlayan kadınların büyük bir bölümünün, tam zamanlı ve sürekli işe geçemediklerini gösteriyor. “Mini Job” denilen bu çalışma biçimi, kadınların temel çalışma biçimi haline gelmiş. Görünüşte istihdam içinde olan bu kadınlar, ücret düşüklüğü sebebiyle hayatlarını tek başına idame edemedikleri gibi, sadece çalıştıkları süre boyunca sosyal haklarını alabildikleri ve emeklilik primlerini dolduramadıkları için emekli de olamıyorlar.

TİS’lerde kısmi çalışma

Yönetmelikte yeni olan bir şey daha var. Kısmi süreli çalışmanın toplusözleşme ile düzenlenmesi. Kısmi süreli çalışmanın kadınlar üzerinden toplusözleşmelere girmesinin bizce şaşılacak bir tarafı yok. İstihdamın yumuşak karnının kadınlar olduğunu yazıp duruyoruz. Sendikalar işçinin kadın tarafına bakmadıklarından, kendilerini de yok edecek olan bu gerçeği ıskalamış durumdalar. Ne haliniz varsa görün de diyemiyor insan…

Hatırlamakta yarar var. Kadınların hamilelik ve doğumdan kaynaklanan haklarını korumanın tarihi epey gerilere dayanıyor. 19’uncu yüzyılın başlarından itibaren, bu konuda koruma yasaları çıkarılmış, zaman ilerledikçe değişen koşullara uygun olarak revize edilerek yeni haklar eklenmiş. Hak temelli koruma; doğumdan önce kadınların durumlarına uygun işlerde çalıştırılmasını, işyerinde hamilelikleri nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmamasını, sağlıklarını tehdit eden işlerde çalıştırılmamasını, emziren kadınların kimyasal maddeleri soludukları işlerden başka işlere kaydırılmasını, yani bir dizi iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin de alınmasını gerektiriyor. Bütün bu tedbir ve uygulamalar, ülkelerin ‘Anneliğin Korunması Yasaları’nda yer alıyor. Bizde ise böyle bir yasa yok…Biz bu haklar için asgari temel oluşturan ILO’nun 183 sayılı sözleşmesini de imzalamadık. Yapılması gereken asgari şeyler yapılmadan, ‘size hak veriyoruz’ deyip her şeyi erkeklerin ve patronların iki dudağı arasına bağlamak, en hafif deyimle kadınları aptal yerine koymaktır. Fakat unutmayın beyler; işçi kadın da kadınların tümü gibi çok akıllıdır.