Bu yaşadıklarımız karşısında, Sait Faik’in adliye muhabirliği yaptığı dönemde yazdığı öykülerden oluşan ‘Mahkeme Kapısı’ adlı kitabı aklıma geliyor ve "acaba Sait Faik bugün yaşasaydı, o müthiş gözlem yeteneği ile bizim halimizi, hikâyemizi nasıl yazardı" diye düşünmeden edemiyorum

Mahkeme arası gazetecilik dönemi

FATİH POLAT - Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Gazeteci davaları, gözaltıları ve tutuklamaları açısından bir süredir rekordan rekora koşuyoruz. İktidar da bu gerçeklik karşısında yaptığı açıklamalarla ayrı bir rekora imza atıyor.

Son olarak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın 29 Nisan 2016 tarihli soru önergesinde dile getirdiği hapishanelerde kaç gazetecinin olduğu sorusuna, “Bakanlığımız kayıtlarının incelenmesinden, ceza infaz kurumlarında 24/05/2016 tarihi itibarıyla basın kartı bulunan 3 tutuklunun bulunduğu anlaşılmıştır” yanıtını verdi.

Meral Danış Beştaş, yanıta ilişkin 29 Kasım günü yaptığı basın duyurusunda, 22 Ağustos 2016 tarihli yanıtın ellerine yeni ulaştığı notunu düştü.

Bianet konuyla ilgili haberinde bunun “çifte gecikmeli” yanıt olduğuna işaret ederek, şu bilgilere yer verdi: “Soru önergesinin tarihi olan Nisan-Mayıs 2016’yı kapsayan BİA Medya Gözlem Raporu’na göre, Mayıs, Nisan ve Haziran 2016 tarihlerinde 32 gazeteci ve 10 dağıtımcı hapishanedeydi. Rapora göre sadece Mayıs 2016’da 8, Nisan 2016’da 4 gazeteci tutuklanmıştı.” (Bianet, 30.11, 2016)

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu tarafından yılların deneyimi ile titizlikle hazırlanan ‘BİA Medya Gözlem Raporu’nun, 2016 yılının temmuz-ağustos ve eylül aylarını kapsayan bölümü ise, 107 gazeteci ve 10 dağıtımcının Ekim 2016’ya cezaevinde girdiğini, 78 habercinin gözaltına alındığını, OHAL altında 775 basın kartı ve 49 pasaportun iptal edildiğini ortaya koyuyor.

Şimdi daha da fazla gazetecinin cezaevinde olduğu, daha fazla basın kurumunun, derginin kapatıldığı günlerdeyiz.

Bianet’in verilerinde de görüldüğü ve ulusal, uluslarası basın meslek örgütlerinin açıklamalarına da yansıdığı gibi Bakan Bozdağ’ın söylediği tarih itibariyle bile Türkiye’de cezaevindeki gazeteci sayısı onun söylediğinin on katından fazlaydı.

Basın kartı meselesine gelince. Böyle bir soru karşısında devletin verdiği kart üzerinden gazetecilik tanımı yapmak, bir suç örtme telaşından başka birşey değil. Gazeteciliğin uluslararası standartları ve bunları belirlemek için de mesleğin tarihi içinde şekillenmiş ölçütler var. Basın meslek örgütleri var. Ama böyle bir tanımı belirleyecek merciler içinde adalet bakanları, iktidarlar ya da cumhurbaşkanları yok.

Kaldı ki, şu anda Adalet Bakanı Bozdağ, Türkiye cezaevlerinde bulunan sarı basın kartlı gazeteci sayısını ifade edecek cesareti gösterebilir mi, o da ayrı mesele.

Cezaevindeki rekor düzeydeki gazeteci tablosu yanında, yargılanan gazeteci gerçeği bakımından da Türkiye ‘özel’ bir ülke. Yine 2016 yılının temmuz-ağustos ve eylül aylarını kapsayan ‘BİA Medya Gözlem Raporu’na göre, bu üç aylık dönemde 22 gazeteci “Cumhurbaşkanı veya Erdoğan’a hakaret” suçlamasıyla işlem gördü; bunlardan ikisi TCK’nın 299. Maddesinden 10 bin 500’er TL adli para cezasına mahkum edildi.

Aynı rapora göre, Temmuz-Ağustos-Eylül 2016 döneminde 117 gazeteci TMK uyarınca 880 yıl, 6 ay hapis istemiyle yargılandı. 61 gazeteci “örgüt yöneticiliği,” örgüt üyeliği” veya “örgüte yardım”dan toplam 1036 yıl hapis istemiyle yargılandı. 5 gazeteci TCK’nin 301. Maddesini ihlal etmek suçlamasıyla toplam 10 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.

6 gazeteci de, “Devletin güvenliğine dair gizli bilgileri temin etme ve açıklama” gibi suçlamalarla bir müebbet ve 216 yıl ve 6 ay hapis tehdidiyle yargılamaya devam ediyordu. Ayrıca, 2 gazeteci “Kin ve düşmanlığa tahrik”, bir diğeri de “soruşturmanın gizliliği ihlal” iddiasıyla hâkim karşısındaydı. Tüm bu suçlamalardan hepsine istenen cezaların toplamı 1 müebbet ve 2 bin 152 yılı buluyor.

Bu dönemde, Özgür Gündem gazetesiyle sembolik bir günlük dayanışma eyleminde bulunan 32 gazeteci ve hak savunucusu “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla kendisini mahkemelerde buldu.

Bu raporun üzerinden geçen iki aylık zaman diliminde de, Türkiye’de görev yapan gazeteciler olarak kaderimiz değişmedi. Bazı günler ise mahkeme mesaisi bize arada kendi işimiz olan gazeteciliğe yapmaya bile zaman bırakmayacak yoğunlukta olabiliyor. Örneğin 24 Kasım 2016 günü Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 16 meslektaşımızın davası vardı. Gerçekten dünyada kaç ülkeye nasip olur bilemiyorum.

Bu yaşadıklarımız karşısında, Sait Faik’in adliye muhabirliği yaptığı dönemde yazdığı öykülerden oluşan ‘Mahkeme Kapısı’ adlı kitabı aklıma geliyor ve "acaba Sait Faik bugün yaşasaydı, o müthiş gözlem yeteneği ile bizim halimizi, hikayemizi nasıl yazardı" diye düşünmeden edemiyorum.

Adliyenin aynı koridorunda bulunan ve kapıları karşılıklı olarak birbirine bakan 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemeleri duruşma salonlarındaki 6-7 dava arasında mekik dokuduğumu bilirim. Birinde ben yargılanıyordum, diğerlerinde de meslektaşlarım.

Bu arada bu kadar dava yoğunluğu karşısında, insan kendi davasında ceza çıkma ihtimali bile olsa eşe dosta duruşma gününü söyleyebilecek cesareti bile kendisinde bulamayabiliyor. Ancak buna rağmen, gazetenizde sizin duruşma saatinize dair çıkan haberi okuyan komşu gazetenizin yöneticisinin, o sabahki iş mesaisinden feragat edip sizinle dayanışmak için duruşmanıza gelmiş olduğunu görmek insanı müthiş derecede mutlu ediyor. Yalnız olmadığınızı hatırlatıyor.

Bu ağır dönemde yargı önüne çıkan gazetecilerin, başıma bir şey gelmesin telaşı ile topu çevirme tutumuna tenezzül etmeden, kendi duruşmasını basın özgürlüğü mücadelesinin savunulması davasına dönüştürmek adına topu doğrudan kaleye vurması ayrıca gurur verici.

Onlar yalanlarını söylesin ve üzerimize üzerimize gelsin. Dayanışma bize yeter.