Siyasi davalar ile topluma gözdağı vermek isteyen iktidarın Ahmak Davası’nın gerekçeli kararı ile Gezi Davası kararının istinafta onanmasını aynı güne denk getirmesi de tesadüf değil.

Mahkemedeki sandığı meydana taşımak
Fotoğraf: Depo Photos

Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

Seçime doğru giderken olması gerektiği gibi siyasilerin vaat ve projelerini konuşmak yerine, onlara ilişkin yargı kararlarını ve soruşturmaları konuşuyoruz. Ekrem İmamoğlu’na hapis cezası ve siyasi yasak kararı ardından başlayan İBB’ye yönelik terör soruşturması ile aynı günlerde Gezi Davası kararının istinaf mahkemesince onanması yargıyı en çok konuşulan konu haline getirdi. Görünen o ki, siyaset alanına yönelik müdahaleler bu davalar ve soruşturmalar ile de sınırlı kalmayacak. Yakında, Anayasa Mahkemesi’nin muhtemelen HDP’nin kapatılması yönünde karar alacağını ve HDP’li siyasetçilerin yargılandığı Kobane Davası’nda tutuklulara ceza yağdığını göreceğiz. Bu dava ve soruşturmaları daha bir çoğunun takip etmesi ihtimal dahilinde.

***

AKP iktidarı, ekonomik darboğaza soktuğu ülkede kısmi rahatlama sağlamak üzere yetersiz de olsa ücret artışları, alt-orta sınıflara yönelik sözüm ona konut edindirme kampanyaları, emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) düzenlemeleri yaparak elindeki geniş maddi imkânları geniş halk kesimlerini sandığa yöneltmek üzere bir havuç olarak sallarken, muhaliflerine yönelik olarak yargı sopasını kullanmaya devam edecek. Devlet kurumlarının yanı sıra medyanın da %90’ını kontrolü altında tutan otoriter iktidar, bu devasa propaganda aracını da kullanmasına karşın, sokakta elde edemediği başarıyı yargı eliyle mümkün hale getirmek istiyor. Bugünün sevilen deyimi ile iktidar aynı anda tüm tuşlara basarak kendine bir çıkış yolu yaratma telaşında. Bunu yaparken de hiçbir yasal veya ahlaki kural tanımıyor.

İmamoğlu davasında verilen karar ve İBB üzerindeki soruşturma baskısı ile sandıkta kaybettiği İstanbul’u yeniden ele geçirmeye çabalarken, Gezi Davası’nda hukuksuzluğu apaçık olan kararın onanması ile adalet, özgürlük ve demokrasi talebini sindirmek istiyor. Böylece bir yandan İstanbul’un maddi olanaklarını tekrar ele geçirmek, bir yandan da seçim sürecinde ortaya çıkması muhtemel itirazları engellemek üzere toplumsal muhalefete gözdağı vererek siyasal alanı daraltmak hedefleniyor. Bu siyasi davaların yarattığı hukuksuzluk ortamında, ileride alacağı kararlara ve yapacağı uygulamalara yargısal bir meşruiyet zemini yaratarak olağan dışı seçim stratejilerini normalleştiriyor.

Bir diğer yanıyla da toplumsal muhalefeti potansiyel suçlu ilan ederken kendi sırlarını perdeliyor. İktidar ile ortaklığı bozulan bir suç örgütü lideri bir hukuk devletinde olsa yer yerinden oynayacak ifşaatlarda bulunmasına rağmen, kimse bir dava ya da soruşturma ile karşılaşmıyor. Yapılan açıklamalar ile bürokrat ve siyasetçilerin suç örgütleri ile kurduğu ilişkiler ifşa olurken, bir yargı mensubu da çıkıp ne oluyor demiyor, diyemiyor. Bunun yerine bu iddiaları sosyal medyada paylaşanlar ve gündeme taşıyan muhalif basın hakkında soruşturmalar açılıyor.

***

İstanbul’a dönersek, AKP iktidarı, İBB operasyonları ile gerçekleri ters yüz ederek İmamoğlu üzerinden muhalefeti suçla ilişkilendirmeyi deniyor. Böylece hem en büyük rakiplerinden birini minder dışında tutarken hem de İBB’yi yeniden ele geçirerek sağlayacağı avantajı düşünüyor. Sağlayacağı siyasi avantajın yanı sıra belediye kaynaklarının kullanılması ve halkın algılarının çarpıtılması da cabası. İBB’nin ekonomik ve sosyal kaynaklarına el koyarken, İstanbul’un yarattığı devasa rantı kendi hanesine yazmak istiyor. Belediye kaynaklarını kullanma konusunda ne kadar fütursuz olduklarını kaybettikleri 2019 seçimlerinde İBB’ye ait reklam panolarında kazanmış gibi kutlama posterleri asarak yaptıkları algı operasyonu açıkça ortaya koymaktadır. Sandıkta kaybettiği İBB’yi yargı yoluyla geri almaya çalışan iktidar, kendisi için çok kritik olduğunu bildiği İstanbul için elinden ne gelirse yapacağını ve hukuk tanımayacağını açık biçimde gösteriyor.

Aslında iktidar, Ahmak Davası ve İBB’ye açılan soruşturmalar ile seçim sandığını duruşma salonlarına kurdu ve buradan baskı ile sonuç almayı bekliyor. Siyasi açıdan elbette bu kararın yaratacağı etki çok geniş ve derin olacak. Ekrem İmamoğlu bu tehdit sonrasında halkın gösterdiği yüksek destek ile Cumhurbaşkanı adayı olmasa bile hem sokakta Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayının en güçlü dayanağı hem de ülkenin siyasi geleceğinde çok daha etkili bir isim olacak. Sandıkta alacağı yenilgiyi engellemek isteyen iktidarın hukuk dışı çabası, görünen o ki ters tepecek.

Siyasi davalar ile topluma gözdağı vermek isteyen iktidarın Ahmak Davası’nın gerekçeli kararı ile Gezi Davası kararının istinafta onanmasını aynı güne denk getirmesi de tesadüf değil tabii. Bir yandan kurumsal muhalefete bir yandan da toplumsal muhalefete, yani sokağa mesajlar aynı anda verildi. İmamoğlu’na verilen siyasi yasak kararı açıklanırken, bir başka yargı darbesi ile Gezi Davası’nda kararlar onanarak sokağa yayılacak baskının sinyalleri verildi. İktidar, muhalefete yaptığı yargı darbesi yanında seçim sürecinde yapacağı hukuksuzluklara karşı sokağa çıkarak itiraz edecekleri kanunsuzca susturmaya çalışacağını gösteriyor. Salladığı sopa ile siyaset alanını daraltarak yalıtılmış dolgu alanlardaki mitinglere sıkıştırmaya, çalışıyor. Böylece şeytanlaştırmak istediği, suç ile ilişkilendirdiği muhalif sesleri duyulmaz kılacağını düşünüyor. AKP iktidarı aslında 2013 yılında Gezi Direnişi’nde karşılaştığı ve adalet temelinde birleştiği için kimliklere ayrıştıramadığı muhalif tepkilerin seçim sırasında yapacağı hukuksuzluklara karşı yeniden bir araya gelmesini istemiyor.

Bunun yanında Gezi ile birlikte taktığı eğreti demokrat ve özgürlükçü maskesi düşen AKP iktidarı bir benzerini bir kez daha yaşamaktan çekiniyor. Çok yakın bir zamanda Babacan, Davutoğlu, Yeneroğlu ve Ergin’in anlatımları ile öğrendiğimiz Gezi sürecindeki iç tartışmalar ve yol ayrılıklarının bir kez daha kaldırılamayacağını AKP yöneticileri gayet iyi biliyor. O zamanlar kaybettiği kadroların yerine koyduğu Fethullahçı örgütün neler yaptığını, ülkeye ödettiği bedelleri ve acı tecrübeleri hatırlıyor. Belki de en önemlisi Siyasal İslam’ı genişletme sürecinde maskesini düşüren bu tepki sonrasında ittifaklar kurmak zorunda kaldığını ve milliyetçi muhafazakâr bir çizgiye çekilmeye mecbur kaldığını görüyor. Bu nedenle istinafın verdiği onama kararı ile siyasi söylemini doğrulamak ve Gezi Direnişi’ne kara çalmak üzere yürüttüğü kampanyasını sürdürüyor. Böylece demokrasi, özgürlük ve adalet talebini karşılayamadığı yerde bu talebi kriminalize ederek, cezalandırarak, kendi taraftarlarınca görünmez hale getirerek kendi cephesini konsolide ediyor.

***

AKP iktidarının yargı yoluyla yarattığı bu kuşatmayı dağıtmanın tek yolu adalet, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik talebini 85 milyon yurttaşı kapsayacak şekilde birlik olarak yükseltmek olacaktır. Bu girişimler ancak Altılı Masa’da olduğu gibi tüm farklılıklarımız ile bir arada durarak, birbirimize sahip çıkarak ve çok yoğun bir toplumsal tepki gösterilerek engellenebilir. Yoksa iktidar sırada bekleyen siyasi davalarla bu yolda devam edecektir. Ahmak Davası ve Gezi Davası’nı çok yakında HDP’nin kapatılması ve Kobane Davası izleyecek, iktidarın duruşma salonuna taşıdığı seçim sandığına halkın ulaşımı daha da zorlaşacaktır.

Kabul etmeliyiz ki, siyasi iktidarın yargısal süreçleri yönettiği, tüm hukuksuzlukların normalleştirildiği örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız. İktidarın bu şekilde korku salarak yaptığı güç gösterisine boyun eğmeyeceğimizi, ortak bir umudu ve geleceği inşa edeceğimizi göstermeliyiz. Yargıyı bir korku yayma aracı olarak kullanarak kendi varlığını korumak isteyen iktidar, sokağa çıkmaktan, söz söylemekten, hak ve özgürlüklerimizi savunmaktan vazgeçmemizi ve her şeye razı olmamızı bekliyor. Buradan çıkmak için bize dayatılan yapay gerçekliğe karşı kendi gerçeğimize dönmeliyiz. Hayatın gerçekliği, ortak bir umudu hiçbir baskının yok edemeyeceğidir. Tüm hukuksuzluklara, kutuplaştırma ve ayrıştırma girişimlerine karşı ortak umudu ve geleceği inşa etmek için daha çok müzakere etmeli, konuşmalı, anlamalı ve uzlaşmalıyız. Sonuç olarak otoriter baskı rejimine karşı konuşmaya, dinlemeye ve birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var. Birbirimizden korkmaya değil, tedirginliklerimizi bir kenara bırakarak dünyalarımızı anlamaya çalışarak umudu yeşertmeye ihtiyacımız var.