Gelenekler, aidiyetler ve eğilip bükülse de aslında hiç değişmeyen söylemlerle, inanç biçimimizin temel değerlerinden biz de uzaklaşıyoruz. İşte ‘Açık Marksizm’ bu noktada son derece önemli

Marksizmi ‘rahat’ bırakmak

Onur Akyıl

Sığlık, düşünmeyi, düşünme biçimlerini birer işkenceye dönüştürdü. Dünyayı saran gericileşmenin okunmasında ortaya çıkan ve genel olarak tarihi bir yerinden mutlaka parçalayan bakış açıları, zihinlerimize düzenledikleri saldırıları akademik ya da teorik kalıplarla yapmaya başladılar. Bilmeyi bir biçimde öğrendik ve geliştirdik, fakat iş yorumlamaya geldiğinde aydınların dahi öğretilmiş kalıpların ve kesin doğruların tutsağı olduğu ortaya çıktı. Şeyleri bilmenin merkezîliği bu anlamda, bilinen her ne olursa olsun bizi dönüp dolaştırıp baştan savılması pek de mümkün olmayan bir kısırlığa mahkûm etti. ‘Neden?’ sorusunun gerek özneyi, gerek toplumu aslında üretim dışı alanlara kayan bir sorgulama sürecinden sonra meydana çıkarması, öyle ya da böyle açık ki ‘değer’ dediğimiz, üretilen, yaratılan tüm soyut kavrayışların tıpkı tarih gibi parçalanmasıyla işleyen bir yöntem geliştirdi. Buna alet olmanın şanssızlığından uzun zaman kurtulamadık. Örneğin bugün ülke siyasetinde dahi, bu buharlaşmamış katılık, bizi sol olarak çoğu zaman zor durumda bırakabiliyor. Gelenekler, aidiyetler ve eğilip bükülse de aslında hiç değişmeyen söylemlerle, inanç biçimimizin temel değerlerinden biz de uzaklaşıyoruz. ‘Açık Marksizm’ bu noktada bize bir şeyler söylemesi açısından son derece önemli.

Otonom Yayıncılık’ın, Politik Ekonomi serisinin on birinci kitabı olan ‘Açık Marksizm’, bizim sol geleneğimizin pek alışık olmadığı ve açıkçası ilk anda muhtemelen karşı duracağı söylemler içeriyor. Kitabın tek bir yazarı yok, bir derleme olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, kitaba dair önemli bir ayrıntı da, kitabın Türkiye baskısı için kimi yazıların kitaptan çıkarıldığı ve yerlerine yenilerinin eklendiği. Şükrü Alpagut’un hâkim çevirisi, son derece karışık olarak görülebilecek meseleleri, dilimizin olanaklarıyla okurun önüne anlaşılabilir biçimde çıkarıyor. Şimdi gelelim, kitabın sarsıcı olduğu düşünülebilecek ve bizim Marksist, sol, komünist geleneğimiz açısından ‘sorun’ çıkarabilecek noktalarına.
Eğer kitabı önemli yerlerin altını çizerek okumaya kalkarsanız, işin içinden çıkamayabilirsiniz. Örneğin kitabın Werner Bonefeld tarafından yazılan ‘Giriş: Devlet, Sermaye ve Kriz’ başlıklı bölümündeki ilk çarpıcı saptamalardan biri şu: “Komünist birey ne iktisadi soyutlamalarla ne de siyasi soyutlamalarla yönetilebilir. Komünist birey yeni tahakküm biçimleri için değil, birleşik üreticilerin doğrudan demokrasisi için mücadele eder.” Bu sorunsuz, onaylanabilir gibi duran alıntı aslında önemli bir sorunu görünür kılmak için yazılmış belli ki. Çünkü alıntının oldu paragrafın ilerleyen bir noktasında yazar, “Aslında kâr iktisadi bir kategori değil, daha ziyade toplumsal zenginliğin sapkın bir halidir” diyor. Bu burada dursun, şimdilik geçelim, ileride bağdaştıracağım.

İlginç saptamaların yine sık sık göze çarptığı diğer bir yazı ise kitapta ağırlığı hissedilen John Holloway’e ait olan ‘Ret Çığlığından Güç Çığlığına: İşin Merkezîliği’ başlıklı metni. Metin tek kelimiyle derin bir tartışmanın fitilini ateşliyor, insanları yeni bir dünyaya yönlendiren yasalara sahip Marksizm evcilleştirilebilir mi? Ya da çoktan birileri bunu yapıp, Marksizm’i evcilleştirdi mi? Holloway: “Sovyetler Birliği’nde Marksizm, bir olumsuzlama kuramı olmaktan büyük oranda çıktı ve mevcut güç yapılarını meşrulaştırmak için seçici şekilde manipüle edilebilir duruma geldi” diyor. Kuramsal olan, pratik alanda ister istemez bu akıbeti paylaşır diyenler olabilir, fakat metnin tamamı okunduğunda Holloway’in meseleyi bağladığı nokta ayrı bir öneme sahip. Holloway, Marksizmin bir toplum kuramı olarak değil, mevcut olan toplumsala karşı bir kuram olarak ele alınması gerektiğini söylüyor. Kısacası diyor ki, eğer siz Marksizmi hazır bir formülasyon olarak görürseniz, bu hazır bir formülasyon olarak gördüğünüz şeyler bütününe başka bir ad aramamız gerekecek.

Ve tabii, Otonom Yayıncılık metinlerinin, kitaplarının olmazsa olmazı A. Negri. Negri kitapta ‘Günümüzde Sınıfın Durumunun Yorumlanması: Yöntemsel Boyutlar’ isimli bir çalışmayla yer alıyor. Kitabı derleyenler teorik bir çalışmanın içindeki ‘en teorik’ çalışma olarak seçmiş olmalılar bu metni. Kitabın diğer yazarlarının görece ‘bağımsız’ metinlerine karşın Negri ‘tez’ sözcüğünün kapsamını bir silah gibi kullandığı önemli çalışmasında, Marks’a ve Kapiatal’e atıflarla ilerliyor ve uzun solukla açıklamalara girişiyor. Negri’nin yazdıkları, okurken başka referanslara zihinsel olarak gidebilenler için birebir; örneğin, Negri’nin çalışmasında ‘Tez 7’nin başlığı şu şekilde: ‘Değerin Yapısökümü Öznelliğin Matrisidir ve Öznelliğin Yapısökümü de Değerin Matrisidir.’. Evet, şüphe yok ki, kitap içinde Negri’ye ait olan satırlar, diğer yazarların metinlerine göre biraz daha uzman işi.

Harry Cleaver’ın ‘Marksist Kuramda Sınıf Perspektifinin Terse Çevrilmesi: Değerlendirmeden Kendini Değerli Kılmaya’ başlıklı çalışması ise yine üzerinde aslında oldukça uzun durulması gereken bir çalışma. Anlaşılacağı üzere bir tersten okuma yapıyor yazar; fakat bu tersten okuma pek de kolay ve anlaşılabilir bağlamlar üzerinden gerçekleşmiyor. Ama nihayetinde söylenen şey, anlaşılmaya ve çözümlenmeye çalışılan bir sermaye yerine, kendi ivmesini kendi kurtuluşu için kurması, biçimlemesi gereken bir sınıf algısı ve bu algının genişlemesi, genişletilmesi ile oluşacak bir sınıf perspektifi. Marks’ın kuramında merkezine ne aldığı ile, şimdinin gereklileri arasında bir bağ kuruluyor ve Marks bir sabit olarak teorik önemini korurken, aynı notaya aynı değerler üzerinden faklı bir özneler zinciri kurularak varılabileceği ele alınıyor. Derleme içindeki önemli çalışmalardan biri olarak öne çıkıyor Cleaver’n metni.

Sonuç olarak, şu girişte söylediğimiz bağdaştırmayı yapalım; öyle ki bu derlemede okuyacağınız çalışmalar Sovyetler’in yıkılmasını hiç de korkunç bulmuyor. Hatta Sovyetler’in yıkılmasıyla birlikte Marksizm’in özgürlüğüne kavuştuğunu ve onu manipüle eden asker üniformaları yöneticilerden sıyrılmasının aksine Marksizm adına bir kazanım olabileceğini düşünüyor. Çünkü hayat, devletle ve devletin işleyiş biçimleriyle sınırlanabilecek bir şey değil. Marksizmin bizimle, insanla temas ettiği temel nokta da burası zaten çalışma içinde yer alan yazarlara göre. Özgürlüğün teorisinin bürokrasi içinde kaybolması ya da çok daha çeşitli başka felaketlere uğraması insanlığın ve canlılığın sonunu hazırlamakta, kapitalizmin tüm savaş biçimlerinden daha etkili olarak değerlendiriliyor… Haksız da sayılmazlar. Parti bültenlerinde yer alan kesinlikler, Marx’ı yalanlayan ifadelerle dolu değil mi? Öyleyse yeniden şu söylenmeli belki de: Değişmeyen tek şey değişimdir.