‘Gitmişler, gidenler bilir’ demiştim geçen yazımda, yazıyı okumuş, “gitmiş” arkadaşlar, bu kelimelere takılmış, hislenmiş, o hüznü paylaşmışlar. Her yaşam (bin) bir roman ve...

‘Gitmişler, gidenler bilir’ demiştim geçen yazımda, yazıyı okumuş, “gitmiş” arkadaşlar, bu kelimelere takılmış, hislenmiş, o hüznü paylaşmışlar. Her yaşam (bin) bir roman ve bu romanların dönemeç noktalarından en önemlisi de bu ayrılıklar.

Mekânsal dönüşüm artan imkânlara rağmen pek çok değişimin kapısını aralıyor. Kuvvetli dostluklar eskimez kolay kolay ve aşklar da “bitmez” fakat onlar bile önemli bir tahribata uğruyor. Ne demiş atalarımız: Gözden ırak olan…

Bu söz ayrılan yaşam alanlarına tekabül ediyor. Yaşam alanları farklılaştıkça yaşama bakıştan, algılayışa pek çok şey farklılaşıyor. Ben önce şehrim İzmir’den Cemal (Süreya) abimizin üvey kalpli anası Ankara’ya gitmiş, ardından Ankara’yı da bırakıp ara-vatan Siena’ya geçmiş bir insan olarak, şunu çok iyi biliyorum artık: “Döndüğün yer hiçbir zaman bıraktığın yer olmuyor.”

Türkiye’de gençlerin gözü/aklı hep dışarıda... Bu gelişimde saçımı kesen berberden, mühendis arkadaşlarıma hepsi bir şekilde yurt dışına çıkmanın, kendilerini “kurtarmanın” peşinde, “sakın geri dönme” diyorlar, özlemimi/hasretimi anlayamıyorlar.

Yaşanan ekonomik sıkıntılar, toplumun ve sistemin ruhlarımızda yarattığı tahribat bizleri hep bir kaçışa itiyor. Bir de farklı olanın ışıltılı cazibesi…

İtalya’da bir arkadaşıma (iki gram bilgimle) ney üflemeyi öğretiyorum, bavulumu toplarken bütün gece ‘Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan’ (uyaneygozlerim.com) eserini dinledim, şehir ve tüm yol gözlerimizin açılmamasını istermişcesine sisliydi, 5 saat ötedeki Milano’ya kadar. Milano ile Siena çok farklı iki şehir. Milano, İtalya’nın en büyük kentlerinden, sanayi ve modanın kalbi.

Milano’da geçirdiğim birkaç saatte bolca “gitmiş” gördüm. Dünyanın en yoksulları, umutlarını çıkınlarına doldurup, kelle koltukta yolculukların ardından ulaşıyorlar İtalya’ya. Romanyalı çingeneler, Arnavut genç işçiler, Afrikalı oyuncak satıcıları, Çinli ucuzcular, Kürt mülteciler…. Havaalanına giden otobüsler Milano’nun tarihi tren istasyonunun önünden kalkar, bir kalabalık gördüm uzaktan, ambulans ışıkları ve bir insanı kurtarmaya çalışan sağlık çalışanları, bir göçmenin ölümüne tanık oldum. Bunca çileye dayanamamış evsiz bir adam Milano’nun ortasında güpegündüz, ölüp gitti. Sebebini hem hiç bilmiyorum, hem de çok iyi biliyorum.

Milano’da suratınıza sabah ayazı gibi çarpıyor göçmenlerin hali. Metroya Tony Gatliff’in ‘Gadjo Dilo’ filminden fırlamış rengarenk kadife etekleri, örülü upuzun siyah saçları ile iki çingene kadın ve ufacık güzel yüzlü 3 yaşlarında bir bebek bindiler. Gencecik kadınlar, bebeği sanki evin bahçesiymişcesine bırakıverdiler insanların ayaklarının altına, mavi gözleri gülen bebiş hiçbir şeyden korkmadı, yorulmadı, insanların ellerini zorla tuttu, oyunlar oynadı, düştü, kalktı, yine düştü, hiç ağlamadı. O bebek bana onca sıkıntı içinde umudu hatırlattı, ölmüş adamı unutturdu. Avrupa’nın umudu olarak “gitmiş”, göçmüşleri, bu bebeğin gülen gözlerini görüyor kimi filozoflar (Negri). Memlekete ulaştım, yol boyunca aklımda 4 yıldır hep dinlediğim ezgi’ler vardı.

İLK AŞK UNUTULMAZ

Bir de aşklarım aklımdaydı... Hayatımda ilk tanıdığım ÖDP’liler, Karşıyaka (İzmir) çarşısında seçim kampanyası yürüten iki büyük devrimci sanatçı idi: Can Yücel ve Fakir Baykurt, sene 1999. ÖDP, benim ilk aşkım oldu, 17 yaşındaydım, özgürlükçü sosyalizm okulunda yetiştim. ÖDP’de son üç senedir büyük gerilimler yaşadık ve partiyi felç ettik. İçe dönük tartışmalardan, başka bir şeyi tartışamaz hale geldik.

Türkiye’deyken kongre kararı alındı. Yapılacak kongre bu çilenin bitişi için bir başlangıç olacaktır, kongre ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, iki grubun yolları yaşam içinde elbette kesişecektir ve dahi artık iddiaları yaşamda sınama imkânı doğacaktır.

Bir diğer aşkım BirGün, solun tüm renklerini kapsama iddiası ile kurulmuş bir gazete ve bugün ayrışan her iki gruptan binlerce insanın dolaylı veya doğrudan emeği ile ayaktadır. Dolayısı ile bu ayrışma sürecinde taraf olmamalı, objektif bakış açısını yitirmemelidir. Yurtdışındayken internetten okuduğum BirGün’ü burada satın alarak okuyorum. 7 Ocak’ta basılan BirGün gazetesi tek sesli idi ve sadece partide tek görüşü temsil eden arkadaşlarımızın görüşleri yansıtıyordu. Artık 3 aydır gazetede doğrudan emeği olan bir arkadaşınız olarak şunu demeye hakkım var sanırım: BirGün o mavi gözlü güzel çocuktur, ÖDP içinde iki grup, o güzel çingene kadınlar, umudu onu yaratanlara, onu yaratanları umuda düşman/küskün etmeyelim.