Medya da sınav veriyor

Namık ALKAN

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun, pandemi sürecindeki olumsuzluklardan medyanın da etkilendiğini söyledi. Tosun, “enformasyon akışındaki artan hıza paralel olarak bilgi kirliliği ve sansasyonel haberler de artıyor” dedi

► Koronavirüs salgını döneminde basın iyi bir sınav veriyor mu? Böylesi olağanüstü dönemlerde haberciler neye dikkat etmeli?
Koronavirüs salgınıyla birlikte tüm dünyada hakim olan görüş; artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönünde. Süper güç diye tanımlanan devletlerin dahi hazırlıksız yakalandığına tanık olduğumuz pandemi sürecindeki olumsuzluklardan habercilerin etkilenmediklerini söylemek imkânsız. Kuşkusuz enformasyon akışında artan hıza paralel olarak bilgi kirliliği ve sansasyonel haberler de arttı. Türkiye’de son yıllarda önemli araştırma alanlarından biri olan bilim haberciliği, sağlık iletişimi, hak odaklı gazetecilik gibi olguları bundan sonraki süreçte daha sık konuşmamız gerekiyor. Yazılı ve görsel basında yer alan haberlere baktığımızda özellikle ‘sağlık iletişimi’ konusundaki eksikliklerden kaynaklanan haberlere yer veriliyor. Bu da toplumdaki endişe, kaygı ve stres düzeyini arttırıyor. Salgının ilk ortaya çıktığı Çin ve Vuhan bölgesine ilişkin yapılan haberlerde “yarasa, yılan vb. yiyen” ve bu alışkanlıkları nedeniyle salgına neden oldukları yönünde Çinliler hakkında ön yargı oluşturan damgalayıcı haberler nedeniyle, halk arasında “çekik gözlü” turistlere yönelik tepkilerin haberleştirildiğini gördük. Virüsü “Çin Koranavirüsü” olarak adlandıran ABD muhafazakar basını örneğinde benzer dışlayıcı ve ırkçı yaklaşımların salgından en fazla yoksulların etkilenmesi nedeniyle Afrika kökenli Amerikalılara yöneldiğini gözlemekteyiz. Koronavirüs dil, din, ırk, zengin gözetmiyor. Ama en fazla yoksullara zarar verdiği kesin. Türkiye’ye dönersek yine salgınla ilişkilendirilen 65 yaş üstüne yönelik yüz kızartıcı sosyal medya terörünün nedeni halkın yeterince bilgilendirilmemesiydi. Salgından en fazla etkilenmesi muhtemel 65 yaş üstü yurttaşların korunmasına yönelik karantina uygulaması, halka yeterince iyi anlatılamadığı için bu yaş grubu neredeyse salgının kaynağı olarak damgalandı. 20 yaş altı gençlere ve 65 yaş üstüne neden karantina uygulandığı konusunda daha fazla bilgilendirici haber yapılabilir. Benzer şekilde Mültecilerle ilgili haberlerde ırkçılık ve ayrımcılığa yol açacak pratiklerden kaçınmak gerekli.

Gündelik hayatı radikal biçimde değiştiren salgın sürecinde halkın doğru bilgilendirilmesini sağlayacak bilim haberciliği ve sağlık iletişimi odaklı yaklaşımlar bir lüks değil, hayati öneme sahip bir gereksinim.


► Her gün ölüm ve yeni vaka haberleri geliyor. Büyük-küçük, çocuk yetişkin aynı ortamda gelen haberleri dinliyor, aynı ortamda konuşuyoruz. Bu durum özellikle çocukları nasıl etkiliyor?
Salgının aile ve iş hayatı başta olmak üzere sosyal hayatımızı çok derinden etkileyen sonuçları oldu. Koronavirüs dolayısıyla hayatını kaybedenlerin toplamı herhalde bir dünya savaşı çıksaydı ancak bu kadar kayıp verilirdi denilebilecek düzeyde. Küresel ölçekli kayıplar halen de sona ermiş değil. Büyüklüğü ancak nanometreyle tarif edilen bir RNA sarmalından bahsediliyor ve halkın bu konuda en küçük bilgisi yok. Dünyanın birçok yerinde sınırlar, havaalanları, okullar, işyerleri kapalı. Her gün tüm dünyada ve Türkiye’de televizyonlardan veya sosyal medya üzerinden açıklanacak yeni vaka sayılarını ve ölüm sayılarını bekliyoruz. Üstelik bu deneyimi çocuk-yetişkin aynı ortamda yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu Türkiye açısından ve dünya açısından çok büyük bir toplumsal travma olarak tanımlayabiliriz. Yüksek risk grubundaki 65 yaş üstü ve süper taşıyıcı olma potansiyeline sahip olarak görülen 20 yaş altındaki bireyler tam karantinada. Evden dışarı çıkamıyorlar. Haklı olarak isyan ediyorlar. Çünkü gençler okulda akranlarıyla birlikte olmak, yaşlılar güneşli günlerin ve dost sohbetlerinin tadını çıkarmak istiyor. 65 yaş üstünde olanlar için ise çocuklarıyla-torunlarıyla ve arkadaşlarıyla yeniden toplumsallaşma arayışında oldukları bir dönemdir. Olan bitenin ne olduğunu ve ölüm-salgın kavramını kavrayamayacak düzeyde olan çocukların maruz kaldığı ölüm haberlerinin etkilerini azaltmada ebeveynlere önemli roller düşüyor. Karantina nedeniyle herkesin evinde çocuğuyla birlikte kaliteli vakit geçirdiğini düşünmek doğru değil. Çünkü bu süreçte işsiz kalan ebeveynler nedeniyle ev içi şiddet ortamı hakkında bilgimiz yok. Evden çalışmak zorunda kalan ebeveynlerin çocuk-iş dengesini sağlamada yaşadıkları sıkıntılardan haberimiz yok. Bugüne dek çocukları ve gençleri televizyondan, tablet ve sosyal medyadan uzak tutmaya çalışan çocuk büyütmeyle ilgili eğilimler, eğitimin ve arkadaşlık ilişkilerinin bu mecraya taşınması nedeniyle çöktü. Karantina sürecinde edinilen yeni alışkanlıkların karantina sonrasında üstesinden gelmek zor olacak.

***

DAYANIŞMAYLA İYİLEŞECEĞİZ

► Sosyal mesafe, izolasyon ve teması kesmek gibi önlemler toplumda kalıcı bir davranış değişikliği yaratır mı?
Herkes birbirini potansiyel hastalık taşıyıcısı olarak görmeye başladı. Şu anda hepimiz başkalarıyla birlikte aynı ortamda olmanın, aynı havayı solumanın, bir yerlere dokunmanın ne kadar riskli olduğunu öğrendik. Peki bunları unutmamız ne kadar zaman alacak? Hastalık korkusuyla akranlarından uzak tutmaya çalıştığımız çocuklarımız ve komşularımıza kapılarımızı kapattığımız bizler sonrasında yine aynı davranışları sürdürecek miyiz? Virüsle ilgili en iyimser öngörüler en az bir yıl daha bu alışkanlıkların sürebileceğini gösteriyor. Sürekli el yıkama alışkanlığının uzun süre bizimle kalması iyi. Ancak sosyal mesafe kavramını dönüştürmek gerekiyor. Sosyal mesafe yerine fiziksel mesafeyi kullanmak mevcut durumu daha iyi açıklayabilir.
Salgının yarattığı olumsuzluklara karşı bir dayanışma ve birlikte hareket etme durumu görüyor musunuz?

Salgının virüsün yayılmasıyla ilgili olarak getirdiği eşitleyici yaklaşım ideolojik kutuplaşmaların ne kadar anlamsız olduğunu bizlere hatırlattı. Tüm insanlığın karşısındaki ortak düşman Koronavirüs’tür. Ortak düşmana karşı ortaya koyduğumuz mücadelenin adı ise dayanışmadır. Bu süreçte, unuttuğumuz sosyal dayanışma örüntülerinin toplumda yeniden yaygınlaştığına tanıklık ediyoruz. Bu süreçte hayırseverliğin ve iyiliğin de bulaşıcı olduğunu keşfettik. Sosyal dayanışma hızla yayılıyor. Bu süreçte tüm dünyada olduğu gibi vatanseverlik duygularımız yeni bir grup olarak doktorlar, sağlık çalışanları ve bilim insanlarına yöneldi. Uzmanlığın ne kadar önemli olduğunu küresel olarak anladık. Özellikle ev içi şiddet mağdurları kadınlar, engelliler ve çocuklar başta olmak üzere tüm dezavantajlı gruplar için kapsayıcı, destekleyici, üretici ve kapasite geliştirici sivil stratejilerin dijital ortamlarda üretilmesi ve yaygınlaştırılması gerekli. Kim bilir bu süreç bize güçlü bir devlet için güçlü bir sivil toplumun gerekliliğini gösterir.