Gelelim medya cephesine, Demokrasi İçin Birlik İnisiyatifi’nin medyadaki eşitsizlik ve adaletsizliği araştırdığı bir raporu var. Tabloyu daha netleştirmek için biraz ondanda  bahsetmek isterim

Medyada ‘Hayır’ yok

ELİF ILGAZ

“Hayırcılar ve terör aynı safta. Hayır demek bölücü terör örgütlerine destek vermektir.”

AKP’nin seçim propagandası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleriyle başladı. İlerleyen günlerde o terör örgütlerini çoğalttı, çeşitlendirdi “F-16’larla bomba yağdıranlar bugünün ‘Hayır’cıları” dedi, FETÖ’yü ekledi. Cumhurbaşkanından feyz alan Başbakan Binali Yıldırım “DAEŞ de hayır diyor” diyerek IŞİD’i de ilişkilendirme çabasına girdi. Hızını alamayan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise, referanduma ‘Hayır’ diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu, FETÖ, Murat Karayılan, Kandil, IŞİD ve Almanya’yla aynı dili konuşmakla suçladı.

Eşitsiz ve adaletsiz propaganda süreci

CHP PM üyesi ve Ankara Milletvekili Necati Yılmaz geçtiğimiz günlerde hazırladığı raporda ‘Hayır’ kampanyasına yönelik kayda geçen 143 baskı, tehdit ve yasak vakası olduğunu açıkladı. Rapordaki önemli tespitlerden biri de devletin mali gücünün ‘Evet’i çoğaltmak, asli, idari ve güvenlik gücünün ise, ‘Hayır’ı bastırmak için kullanıldığıydı. Bu iddia da ‘Evet’ kampanyasına hizmet eden AKP’li belediyeler ve yaptıklarından örneklerle desteklenmişti. ‘Hayır’ cephesine yönelik uygulanan baskıların ‘iktidarın tedirginliğini’ ortaya koyduğuna dikkat çekilmişti. Her gün haberlerde gördüğümüz CHP’li milletvekillerine yönelik panellerden ismlerinin çıkarılması, yapacağı konuşmanın iptal edilmesi gibi konular ise, artık vaka-i adiyeden sayılıyordu.

Engellenen ‘Hayır’

MHP genel başkan adayı ve ‘Hayır’ kampanyası yürüten Meral Akşener ve Sinan Oğan’ın durumu ise, daha vahim. Zira onlar bir de parti içi bölünmeden kaynaklı saldırılara maruz kalıyorlar. Elektriği kesik salonlarda konuşmalar yapıyor, şehre bir günlük miting yasağı geliyor, kürsüde saldırıya uğruyor, eşi ve çocuklarının yanıda silahlı kişilerce tehdit ediliyorlar.

HDP’ye gelince, neredeyse tutuklanmayan yöneticisi kalmadı. Halihazırda HDP’nin 13 milletvekili, 27 il ve 84 ilçe eş başkanı, 750’yi aşkın yöneticisi, ve 85 belediye başkanı tutuklu.

Tüm ‘Hayır’ı destekleyen partilerin kampanyalarında ise, salon izinlerinin verilmemesi, ‘Hayır’ broşürleri dağıtanlara ve stantlarına yönelik saldırılar, AKP’li belediyelerce toplanan afişlerin yanı sıra gönüllülere dahi gözaltılar da cabası oluyor.

‘Evet’in süresi 'Hayır'ın 10 katı

Gelelim medya cephesine, Demokrasi İçin Birlik İnisiyatifi’nin medyadaki eşitsizlik ve adaletsizliği araştırdığı bir raporu var. Tabloyu daha netleştirmek için biraz ondanda bahsetmek isterim.

TRT, Kanal D, CNN Türk, Fox ve Habertürk dahil 17 televizyon kanallarının incelendiği raporda detaylı olarak her bir partiye kaçar saat yer verildiği hesaplanmış. Toplama bakıldığında ise,

‘Evet’ 485 saat, ‘Hayır’ ise 45,5 saat canlı yayında anlatılabildiği sonucu çıkıyor. Yani ‘Evet’ ‘Hayır’dan 10 kat fazla!

Bizim telefon faturalarımızdan kesilen gelirlerle yayın yapan TRT’deki duruma baktığımızda ise, bu oran daha da artıyor. Cumhurbaşkanı ve AKP’ye toplam 20 günde 62,8 saat ayrılırken, MHP’ye 48 dakika, CHP’ye 3,2 saat yayın yaptırıldığı, HDP’ye ise hiç yer verilmediği görülüyor.

Bu sayıları, durumun vehametini görmeniz için yazdım. CHP ve HDP için ayrılan zaman dilimlerindeki yayınların büyük bir kısmının da yapılan saldırılara değinildiği ya da, hakaret, aşağılama ve hedef gösteren yayınlar olduğu gerçeğini de ben eklemek isterim.

Tek medya

Erdoğan’ın bizim Rabia’mız dediği “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” şiarına, tek sesliliğiyle medyanın da eklendiği sanırım net olarak görülüyor.

Kendisini medyanın amiral gemisi diye tanımlayan Hürriyet’te, ‘Karargah rahatsız’ manşetinin hemen ardından Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin görevinden ayrılması, yerine Fikret Bila getirilmesi, Tolga Tanış’ın Washington temsilciliği görevine son verilmesi, Deniz Zeyrek’in görevinden alınıp, Hande Fırat’ın getirilmesi… Hepsi referendum öncesi pozisyon alma çabaları…

BirGün, Cumhuriyet, Evrensel ve alternatif mecralarda haber yapan meslektaşlarımızın ne kadar özveriyle çalıştıklarını anlatmama gerek yok herhalde. Her gün haklarında açılan soruşturmalar, davalar, gözaltılar ve cezaevi tehditleri… Devasa şirketlerin reklam vermeye korktuğu kurumlarda, yayında kalma mücadelesi…

Televizyonlara gelince, Kanal D’de haber program sunucusu İrfan Değirmenci’nin, ‘neden Hayır’ diye attığı tweetler sonrası, olaylı bir şekilde işten çıkarılmasıyla pozisyon orada da alındı aslında. Ama yapılan yayınlarla da bu destekleniyor. Tartışma programı adı verilen, senaryosu tek, kurgusu tek, dar bir konuşmacı kadrosu ve sınırları belirlenmiş programlarla eşit, adil ve demokratik bir yayın yapılıyormuş algısı oluşturulmaya çabalanıyor. Cumhurbaşkanının karşısına ise, cumhurbaşkanının uçağındaki yerini korumayı öncelik edinen gazeteciler çıkarılıyor ve onlarda nedense mesleğinin kamuyu bilgilendirmek olduğunu unutuveriyorlar. ‘Valla ben sormuyorum’ edasıyla konuk aldıkları cumhurbaşkanına korku dolu gözlerle soruyorlar sorularını. Kelimelerini tek tek seçiyor, yüz mimiklerine kadar kontrol etmeye çabalıyorlar. Oturdukları koltuklar dikenli gibi. Her an kalkacak gibi rahatsızlar. Özür diler gibi sorulan soruların ardından bir poh pohlama faslı başlıyor. İş methiye düzmeye geldiğinde, pek bi’ mahir oluveriyorlar.

Ana muhalefet partisi liderine gelince ise, özgüvenleri yerine geliyor, onu sıkıştırarak bu kez de hem iktidarın, hem de patronun gözüne girme telaşına düşüyorlar.

Ekranlarda ana muhalefetin dışında muhalefet yok zaten. 1 Kasım genel seçimlerinden beri HDP’nin adı bile anılmıyor. Bu söyediğim laf olsun diye değil, partinin ismi yerine ‘bölge seçmeni’ diye tuhaf bir tanım kullanılıyor. Verecekleri oy, sandığa gidip, gitmeyecekleri üzerine analizler yapılıyor ama ne kendilerini görebiliyorsunuz, ne de itirazları duyuluyor… Neyse ki sosyal medya var. Newroz kutlamalarından paylaşılan iki dilde ‘Hayır’ ve ‘Na’ fotoğraflarından, analizciler bile kaçamıyor, bahsetmek zorunda kalıyorlar, ‘bölge seçmeni’nden.

OHAL’de referendum

‘Hayır ‘cephesine yönelik bu baskılar iktidarın tedirginliğini ortaya koyuyor. Bu koşullarda dahi çabaları yetmiyor, anketlerde ‘Evet’, ‘Hayır’ın ardında çıkıyor. Gidişattan rahatsız olan iktidar anket yaptırmaya ara veriyor. Bağımsız mecralarda izlediğimiz sokak röportajlarında ‘Evet’in açıklaması “Çünkü Tayyip’i seviyorum”dan öteye gitmiyor. ‘Hayır’cılar 18 maddeyle açıklarken itirazlarını, ‘Evet’çiler bir cümle bulamıyor karşısındakini ikna etmeye.

Ekranlarda ‘meclisin feshi’ maddesi gibi suni tartışmalar yaratılsa da, onlar da kısa sürede çürütülüyor, ‘Evet’i savunacak cümleler tükeniyor.

Soru soracaklar içeride...

Referandum sürecine, sayıları 150’ye yakın tutuklu gazeteciyle giriyoruz. Cumhurbaşkanı hala tutuklu gazeteciler için “içlerinde katilden soyguncuya, çocuk istismarcısından dolandırıcıya herkes var” diyor. Cumhurbaşkanının karşında o koltuğa oturan gazetecinin gözlerinde korkuyu gördüğümde, tutuklu meslektaşını ve onun ailesini üzen o ithamları sormasını beklemiyorum. Soru sorabilenler, ya içeride ya da içeri alınanlarla korkutuldular çoktan, biliyorum. Bir kez daha kahroluyorum. Ama bu karanlık dönem de geçecek. Biraz daha sabır. Medyayı yeniden inşa edeceğiz. Temel harcına da meslek etiği ve bolca cesaret kararak.

Not: Cezaevinde ‘gazetecilikten tutuklu’ dostlara, tez vakitte özgürlük diliyorum…