Melankolinin duygusal tarihi

Derya Gürses Tarbuck

On sekizinci yüzyıl duygu filozofları, korku ve hazzı bedenle ilgili kategoriler olarak görüyorlardı. Bunu yaparak, melankolinin vücutta başlayan bir değişimi temsil ettiği kavramının zemini oluşturuldu. Bu, on sekizinci yüzyılda filozoflar adına metafizik alandan bir kaçış olarak görülebilir. Bu değişim, melankolinin teşhis ve tedavi yöntemlerinde de gözlemlenebilir. Duyguların bedende başlaması ve ifade edilmesi yeni yöntemler kullanılarak değerlendirilmeye başlandı. On sekizinci yüzyılda meydana gelen bir diğer değişim, zihin çalışmasının, din etiğinden ziyade ahlak felsefesi çalışmasının bir parçası olarak görülmesidir. Bu aynı zamanda melankoli tedavisinin zihin felsefesi ile ilgili olması gerektiği fikrini doğurmuş ve böylece psikiyatriyi doğurmuştur.


On sekizinci yüzyılda benlikle ilgili meseleler ve onu çevreleyen kavramlar etiğin bir parçası olarak ele alınmıştır. İnsan doğasını tanımlamak için çeşitli teorilerin olmasının nedeni tam da budur. On sekizinci yüzyılda melankoli kavramından bahsederken belirtmemiz gereken şey, çok farklı yönleriyle ele alınmış olmasıdır. Örneğin; dini melankoli tıbbi melankoliden, tıbbi melankoli edebi melankoliden veya entelektüelin melankolisinden yani seçilmiş azınlığın hastalığından farklı bir şeydi. Bu farklı yorumlarla ilgili olarak yapılması gereken, on sekizinci yüzyılda genel olarak ruh hali değişimlerinin veya duygusal çalkantıların nasıl anlaşıldığını anlamaya çalışmaktır. Bunu yapmanın bir yolu, on sekizinci yüzyılın duygu kavramlarına, duygu üretme hakkındaki fikirlerin nasıl metafizik bir noktadan tamamen zihinsel bir duruma geçtiğine bakmaktır.

Melankolinin on sekizinci yüzyıldan önce bir tür hastalık olarak kabul edildiğine şüphe yoktur. Melankolinin vücutta kara safra birikmesi sonucu ortaya çıktığı düşünülürdü. “Motivasyon eksikliği, kötü düşünceler, açıklanamayan korku ve acı hissetme” şeklinde kendini gösteren belirtiler ile melankoli bu açıdan tıpta önemli bir çalışma konusu olmuştur. On sekizinci yüzyıldan önce Robert Burton “Anatomy of Melancholy” adlı eseriyle konuyla ilgili önemli bir otorite olmuştur. Burton, bu hastalığın tıbbi yönü kadar dini yönü ile de ilgilenmiştir. Benzer şekilde Richard Baxter, melankolinin tedavisinin ruhsal olduğu kadar bedensel olabileceğini de savunmuştur.

On sekizinci yüzyıl ahlak felsefesi, özellikle İskoç felsefesi, duyguların bedende, özellikle de akılda üretildiğini savunur. 1789’da İskoç tıp adamı William Cullen, melankolik bir kişinin sıkı egzersiz yapmasını ve sosyalleşmesi gerektiğini önermiştir. Cullen, Edinburgh Üniversitesi öğrencileri için yazdığı kitabında melankoliyi bir ruh hali olarak da anlatır.

Samuel Johnson gibi entelektüellerin kronik melankoliye sahip olduğu bilinmektedir. Johnson, durumunu tanımlamak için günlüklerinde ve yazışmalarında ‘depresif’ terimini kullanmıştır. Johnson bu terimi 1750’lerde düşük ruhları tanımlamak için kullandı. 1776’da Johnson, Boswell’e yazdığı bir mektupta George Cheyne’in The English Malady’sini tavsiye etti. Cheyne, melankoliyi sinirsel bir durum olarak tanımladığı ve duyularımızı aşırı uyararak depresyona girebileceğimizi öne sürdüğü için bu makalenin amaçları açısından önemlidir. Cheyne’in Newtoncu çizgisi, melankolinin dini veya manevi terimlerle tanımını bir kenara bırakmasına ve sorunu tamamen bedensel açıdan teşhis etmesine yol açmıştır.