Ufuk Uras

Ufuk Uras'ın gerektiğinde DTP grubuna katılacağını açıklamış olması, DTP sayesinde seçilmiş olmasının bir kabulüdür. Gruba geçmekte sakınca görmeyen bir siyasetçidir. Yani ÖDP'nin siyasi çizgisini terk edip DTP siyasetini benimsemekte bir tuhaflık görmemektedir. Bir ÖDP üyesi olarak, DTP ile ittifak yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Sanırım ÖDP'nin kendisi de bilmiyor. Ama DTP ittifak yapıldığını iddia ediyor. Bizler olup biteni ilmek ilmek çözmeye çalışıyoruz. DTP'nin PM kararında yazılanları ciddiye aldığımızda ise bir vaveyla kopuyor

* * *

ÖDP kurucularından ve eski PM üyesi Melih Pekdemir ile, seçim sürecinde ÖDP açısından öne çıkan sorunları konuştuk. Pekdemir, özgürlükçü sol kavramının önemine değindi ue bağımsız bir sol politikanın Kürt hareketinin 'bağımsızlaşmasına da katkı sağlayacağını belirtti.

»Türkiye'de İslamcılık ve laiklik çekişmesi yaşandığı düşüncesi var. Sizce böyle bir çekişme karşısında üçüncü bir seçenek var mı? Bu noktada ittifak yapmanın sınırları ne olabilir?
Birinci ve ikinci seçeneklerde, yani İslamcılık ve laiklik seçeneklerinde öne çıkan kimlikleri dikkate almak, bugün siyasette söz sahibi olabilmenin önemli bir ölçütü... İttifaklar denilince ise, yeni moda, yatay kesen özellikler ve dikey kesen özellikler akla geliyor. Ya da bir ÖDP'li olarak şöyle söyleyeyim: 'Gökkuşağı' politikası ya da 'bir arada yaşamı savunalım' anlayışı. Yatay kesen özelliklere önem verince hemen farklı kimliklerle karşılaşırız ve sosyolojinin alanına girmiş oluruz. Dikey kesen özelliklere önem verince de hemen farklı sınıflarla karşılaşırız ve siyasetin alanına girmiş oluruz. Kabaca söylersem: Önce dikey keseceksin, sonra yatay keseceksin. Yani önce dikey kesen özellikleri belirginleştireceksin. "İşte" diyeceksin "sağ tarafta ezenler var, sol tarafta ezilenler var." Tamam, böyle derken, sınıf indirgemeci de olmayalım. Ama önce safımız belli olsun. Görünüşte, yatay kesince, belki "çoğulcu" oluyorsun. Mesela "biz Türkler" dediğinde işin içinde Alevi emekçi Mehmet, Sünni memur Aysel, Koç da yer alıyor, Sabancı da. Ya da "biz Kürtler" dediğinde, Amerika muhibbi Talabani ve Barzani'yi de savunmak zorunda kalıyorsun.

»Siyasetin kimlikler üzerinden yapılmasına dair kaygılarınız var anlaşılan. Bağımsız adaylar çalışmasını bu açıdan değerlendirirsek...
Bu kimlik takıntısı, malum, postmodern zamanların bir marifeti... Ezber bozmak moda olunca, eski ezberleri reddiye postmodern ezberlerle telafi ediliyor. Postmodern siyaset tarzı düzleminde AKP söylemiyle sol liberal söylemin paralelliği şaşırtıcı değil. Bu sayede AKP'nin icraatlarından liberalizasyon, demokratikleşme çıkarmak da zor olmuyor. Mesela Ferhat Kentel, "Baskın Oran aday olmasaydı oyumu AKP'ye verecektim" demişti. Zaten Baskın Oran da, Bir-Gün'deki köşesinde "oyumu AKP'ye veririm" diye yazmıştı. Ölümle tehdit edilince sıtmaya razı olmak, Hamas'a filan bakıp AKP'ye şükretmek, demek ki mümkünmüş. Peki ama ılımlı bir İslam sahiden de mümkün mü? İslamiyet'le az çok ilgilenenler, muhkem ayetlerden, müteşabih ayetlerden haberdar olanlar, bunun imkânsızlığının mudaka farkındadırlar... Tamam, AKP henüz Hamas filan gibi değil. Ama aynı AKP hayatın her alanında dinsel motiflerle boy göstermeyi ve İslami yaşam tarzını ısrarla savunmayı bir yana bırakmış değil ki... Hele bir de 'merkez partisi' olunca herkesi ve her şeyi kendi eksenine göre tanımlamayı, pekâlâ seçimle gelmiş bir hükümetin demokratik uygulaması olarak gösterebilir. Dolayısıyla özgürlükçü solun, AKP'yi şirin görmeyi filan bir yana bırakıp yoksul Müslümanlarla, elbette onların inançlarını yok farz etmeden, ama Müslümanlık dışı ve sektiler bir ilişki, dikey kesen eksende bir ilişki kurabilmesi şart... Bu ve benzeri konularda ÖDP'nin u yıllık bir fikri birikimle oluşturduğu yol haritası var. ÖDP fikriyatı, pek çok Avrupalı sol partinin fikriyatından epey öndedir. Bizde eksik olan, fikirlerimize uygun zikirlerdir. Yol haritası tamam da, birlikte yürüyecek yolcu, yani yoldaş eksikliğimiz var hattı zatında...

» 'Özgürlükçü sol' terimini kullandınız. Bunu biraz açar mısınız. Nasıl bir politik çizgidir bu ve reel politika ile ilişkisi nasıl olabilir?
Özgürlükçü sol politika her şeyden önce reel politika değildir. Kim söyledi hatırlamıyorum ama güzel bir söz var: İlk denemede başaramazsan o zaman başarının tanımını değiştir! İşte seçimlerden sonra, hezimet ve zafer, yani solun külliyen hezimetiyle birlikte bir milletvekili kazanma zaferi, tam da böyleydi... Başarının tanımı, elde ediliş tarzı değiştirildi. Reel politik kaygılarla, "Fırsatlardan yararlanalım, hele bir kazanalım da gerisi kolay" anlayışı benimseniverdi. Ve hatta "Olan oldu, ama ÖDP'nin ismini Meclis'te ve medyada duyuracak bir temsilcimiz var işte" noktasına dahi gelindi. Korkum şudur ki bu tarzı içselleştir-dik mi, reel sosyalizme geri döneceğiz. Ki bu da, belki farklı ve 'yeni' denilen tercihtir. Özgürlükçü sol kavramını ÖDP ortaya koydu. Ama ÖDP içinde farklı görüşlerin yanı sıra farklı sınıfsal kökenler ve farklı kimlik duruşları dahi var. Hem bir işveren derneğinin üyesi hem de il başkanı ya da yönetici konumunda ÖDP'liler de var. ÖDP'de işçi haklarını, işveren derneğinde işveren haklarını savunabiliyorlar. Kitle partisi olan ÖDP çoğulculuğu buna dahi imkân tanıyor. Yani reel politikanın zemini hiç yok değil.

» Seçim süreci ÖDP'nin iç hayatını da etkiledi. Pek çok kesim bu noktada ÖDP'de yaşanan tartışmaları izliyor. Peki ÖDP bu türden sorunlarla mücadele edebilecek niteliklere sahip mi?
Aslına bakarsanız ÖDP şeffaf bir parti olmakla övünür. 'Kol kırılıp yen içinde kalsın' demek bu partide siyaseten ayıptır. Buna rağmen son günlerde can sıkıcı bir durum yaşanıyor. ÖDP gibi bir partide, sözleri ne "Esirgeyen ve bağışlayan Ufuk'un adıyla" diye başlayıp, "Ufuk nereye giderse biz de oradayız" diyenleri dinler hale geldik. Bunu söyleyince, eminim ki, kişi üzerinden siyaset yapmakla suçlanacağım. En hoşlanmadığım uyarı da budur; "Aman kişileri tartışmayalım, siyaset tartışalım, o onu demiş bu bunu demişle ilgilenmeyelim". Ama o onu diyor ve siyaset yapıyor, bu da bunu diyor ve siyaset yapıyor! Siyaset fikirler ve zikirler üzerinden yapılır. Sadece özel hayat hakkında dedikodu yapmak ayıp sayılmalı.

» Ufuk Uras'ın kişisel konumu çok ön plana çıktı mı diyorsunuz?
Uras'ın şimdi milletvekili dokunulmazlığı var. Ama sanırım ÖDP üyeleri karşısında dokunulmaz sayılmamalı. Çünkü Uras hakikaten eskiden böyle değil di ve böyle konuşmuyordu, böyle de siyaset yapmıyordu. İletişim yayınlarından yeni çıkan 'Sol' adlı hacimli bir kitapta, Uras, 'ÖDP Siyasetnamesi Üzerine' başlığıyla yazdıklarında, parti içindeki ayrılığı değerlendirirken "Organ kararları bağlayıcı olmalıydı" diyordu; kendi konumuyla ilgili olarak çok mütevazı bir üslupla, "İç hayatımız böyle değildi ama toplumla kurulan ilişkide, parti, diğer partilerde olduğu gibi genel başkanla özdeşleştirildi" sözleriyle özeleştiri yapıyordu; PKK - Kürt sorunu değerlendirmesinde "Kürt sorunu ekseninde, soyut barış çağrılarıyla yetinmeyen, siyasi şiddeti eleştiren, ezen-ezilen ilişkisinde ezenlerin yöntemlerinin asla mazlumlarca kullanılmaması gerektiğinin altını çizen" bir politika izlendiğini vurguluyordu; "Başkan merkezli geleneksel siyaset yaklaşımlarının gelişme sınırlarını" ortaya çıkaran, "Genel başkanları tarafından yönetilmeyen bir PM mekanizması" oluşturan ÖDP'nin PM ve genel başkanlık anlayışında sola yeni bir soluk kazandırdığını anlatıyordu. Sadece bunlar da değil...

Uras 10 Aralık Hareketi tartışmalarında da, Truva atı rolüne itiraz etmiş ve parti faaliyetinde 'free lance' solculuk (kendi hesabına solculuk) tarzını eleştirmişti. Peki şimdi ne oldu? Ufuk Uras kendisini mi yeniledi?
Hakikaten tuhaf bir gelişim seyrine tanık olduk. Şubat ayında kendisine yapılan genel başkanlık adaylığını ısrarla reddetti. Sonra ne oldu bilmiyorum, son anda kürsüye çıkıp adaylığını ilan etti. Sonuçta az bir farkla seçildi ve partinin başına geçti. 22 Temmuz sürecine girildiğinde, seçim çalışmaları için Mersin'e de gelmişti. Partinin seçim politikasını anlattı... Bağımsız adaylıktan hiç söz etmedi. Birkaç gün sonra gazetelerden okuduk ki Bin Umut adayları arasında... Diğerlerini bilmem ama ben resmen kendimi aldatılmış hissettim. PM onun adaylığına itiraz edince "siyasi hayatınızda başarılar dilerim" deyip toplantıyı terk etmiş. Kısacası parti organlarını hiçe sayıp bağımsız adaylığını emri vakiyle ilan etmiş... Bunlar çok konuşuldu, ayrıntısına girmeyeyim. Kabul etmek lazım, başarılı bir seçim kampanyası sürdürdü. Çünkü başarının tanımını değiştirmişti.

» Nasıl değişmiş oldu başarının tanımı?
Bir ÖDP üyesi olarak, DTP ile ittifak yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Sanırım ÖDP'nin kendisi de bilmiyor. Bilseydi, mesela en azından Adana, Mersin ve İzmir'de ÖDP seçimlere katılmazdı, katılmaması lazımdı. Ama DTP ittifak yapıldığını iddia ediyor. Bizler, ÖDP üyeleri ise, olup biteni ilmek ilmek çözmeye çalışıyoruz. DTP PM kararında "EMEP, ÖDP ve SDP ile ittifak temelinde seçime girmiş olmamıza rağmen ÖDP'den gerekli desteği göremememiz toplantımızda eleştirilen bir konu olmuştur" deniyor. Ayrıca DTP tarafından verilen desteğin "ön şartı olarak adayın Meclis grubu içinde kalması iç yapımızda kararlaştırılmıştı" ifadesi de yer alıyor. İşin tuhafı, DTP tarafından söylenilenleri ciddiye alıp tekrarladığınızda bir vaveyla kopuyor ve pişmiş aşa su katmakla suçlanıyorsunuz. Ama bu suçlamayı yapanlar nedense dönüp de DTP çevresine, "Yahu arkadaşlar bunları da nereden çıkarıyorsunuz, böyle bir şey ne zaman oldu? Ne zaman konuşuldu?" diye hiç itiraz etmiyor.

Ayrıca bir de şu var: İstanbul birinci bölgedeki tabloyu Türkiye'ye uygulamak, tam da İstanbullu tarzıdır. Yani İstanbul gazeteleri, ne zaman İstanbul'a kar yağsa, "Türkiye kara kışa teslim!" diye manşet çeker... Elbette coşkulu bir seçim kampanyası olmuş, çok önemli tecrübeler ve ilişkiler kazanılmış ve bazı ilkelerden de vazgeçilmiştir. Vakti zamanında 'siyasi şiddeti' eleştiren, 'ezen-ezilen ilişkisinde ezenlerin yöntemlerinin asla mazlumlarca kullanılmaması gerektiğinin' altını çizen Uras, seçim çalışması döneminde bu konuya reel politik içgüdüyle hiç değinmedi; zira adaylığının DTP tarafından açıklanmasından önce bu konuya değinmiş olan Baskın Oran'ın ismi derhal çizildi. Her neyse, sanırım asıl karışık iş, çözülmesi gereken ciddi bir siyasi düğüm olarak hâlâ orta yerde duruyor: Uras'ın gerektiğinde DTP grubuna katılacağını açıklamış olması, DTP sayesinde seçilmiş olmasının bir kabulüdür. Ayrıca, DTP grubuna geçmeye ihtiyaç duymasa bile, demek ki bunda sakınca da görmeyen bir siyasetçidir. Yani ÖDP'nin siyasi çizgisini terk edip DTP siyasetini benimsemekte bir tuhaflık görmüyor. Oysa özgürlükçü solculuğun bağımsız siyaseti, 'bağımsız adaylık' sayesinde seçilmiş olmaktan daha önemli olsa gerektir. Ve şu günlerde, özellikle Kürt sorununun çözümü bakımından bu hassasiyet çok daha hayatidir.

* * *

Özgürlükçü sol politikanın iddiası, DTP'ye endeksli olamaz

» Özgürlükçü solun Kürt hareketi ile ilişkisi nasıl olmalı sizce?
Birkaç hafta önce BirGün'de de yazmıştım: DTP elbette bölücü bir parti filan olarak görülemez. Çünkü Türkiye ancak ABD isterse 'bölünebilir'! Kürt cenahından Talabani ve Barzani, malum, alenen ABD himayesi altındadır... Bu iki Kürt siyasetçinin, Türkiye'deki Kürtlerin bir bölümü üzerinde etkisi olduğu biliniyor. Bunlar miting-lerdeki konuşmalarda bile dile getirildi. Demek ki soruna sadece PKK düzleminden bakınca tablo artık tam olarak görülemiyor. Askeri Cezaevi İmralı ve hukuken Amerikan işgal bölgesindeki Kandil dağı elbette önemli stratejik basınç merkezleri; ama tanım gereği buralardan da 'bağımsız' bir Kürt tercihi beklemek safdilliktir. İşte DTP, devlet baskıları bir yana Kürt orijinli bütün bu siyasi, manevi, etnik basınçların da altında ayağa kalkmaya çalışıyor. Şimdi gün, DTP'ye yardımcı olma günüdür. Peki bu yardım nasıl olacak? Son günlerde 'PKK siyasallaştırılsın' şeklindeki bir argüman, özellikle ABD tarafından sö-nümlenmeye bırakıldı. Kuzey Irak'taki PKK'liler (sayıları binlerle ifade ediliyor) Barzani ordusunda peşmerge yapılmaya başlandılar. Yani ABD, askeri bir operasyon düzenlemeden, PKK'lileri bu şekilde 'tasfiye' etmeye ya da 'konuşlandırmaya' ya da PJAK adıyla İran'a karşı bir başka cepheye sevk etmeye girişti. Belki de ilk kez PKK basıncından kurtulma potansiyeli taşıyan sivil bir Kürt siyasi tercih imkânı söz konusu. Siyaset sahnesinde DTP'nin Meclis'te grup kurmasıyla artık sadece halkın seçtiği siyasi temsilcilerin görüşlerinin öne çıkması, önemli bir dönüm noktası.

» Bu imkân nasıl geliştirilebilir DTP dışarıdan bu kadar basınç altındayken ve devletin saldırıları da bu kadar yoğunken?
Bu imkân elbette Kürderin olduğu kadar Türklerin de ikna edilmesi gereken bir süreçte anlamlı olabilir. Böyle bir dönüm noktasında hem Türklerin hem Kürtlerin ikna edilmesinde DTP'ye kesinlikle endeksli olmayan, bağımsız ve özgürlükçü sol bir iddiaya dört elle sarılmak, bunu çoğaltmak lazım. Oysa, Uras örneğinde olduğu üzere, DTP grubuna 'katılabilirim' dediğin noktada, kendi siyasi bağımsızlığını berhava etmiş oluyorsun. Çünkü, Kürt toplumu içinde kimlik arayışı öne çıksa bile, Türk emekçilerin (etnik kimliklerinin ötesinde) ikna edilmesi sadece Kürt çözümünde değil, dikey kesen eksendeki daha sınıfsal bir zeminde yatıyor. Bu zemin özenle korunmalı. Çünkü bu DTP'yi dışlamayan ama ona endeksli de olmayan bir siyaset zeminidir ve sadece Kürt emekçilerinin değil özellikle Türk emekçilerin de ikna edilebileceği bağımsız bir siyasi imkân sunmaktadır. Üstelik, DTP zeminiyle de bir arada yaşamı savunabilmek çağrısı, ancak ondan bağımsız bir siyasi çizgi üzerinde yapıldığında ikna edici olabilir. ÖDP bu konudaki bağımsız siyasi çizgisini koruduğu sürece, DTP-PM'nin değerlendirmesinde yer alan 'Çatı örgütü veya yan yana nasıl yürüneceğine dair tartışma'da anlamlı ve etkili bir rol üstlenebilir.

» ÖDP bu rolü oynayacak mı, oynama doğrultusunda bir irade mevcut mu partide?
Söylediklerim ve söyleyeceklerim elbette sadece şahsımı bağlar. Bir iki ay içinde ÖDP Kongresi toplanacak. Kongre delegeleri, ÖDP'nin geleceğine karar verecekler. Mesela "19+1 denkleminde DTP grubunda yer alabilirim" diyen bir siyasi figürün ısrarla ÖDP'ye yeniden genel başkan olmak da istemesi, aslında başlı başına bir ironi. İşte bu kadarını şahsen kaldıramam! Zaten ÖDP Kongresi de bu yönde bir karar verdiği anda, bana göre, genel başkanının istediği zaman partisinden gitmesine izin vermiş, kendi bağımsız siyasi çizgisini terk edip DTP'ye endekslenmiş bir parti olacaktır. Bu durumda, Ahmet İnsel'in emeklilik evrakıma mühür basmasını beklemeden, çevreme verdiğim rahatsızlıktan dolayı özeleştirimi verir, istifamı basar ve köşeme çekilirim. Yüzde ı'lik solun seçmeni olarak, bu yüzde ı'lik topluluk içinde de yüzde 1 ya da binde 1 arasında sayılsam, ne gam. Aykırılığımla bin yaşarım' deyip avunurum!

BU KONUDA ŞÖYLE DÜŞÜNÜYORUM:
AB
AvrupaBirLigi.
NATO
Kafa nato mermer.
KAMULAŞTIRMA
Özelleştirmeme, güzelleştirme
BORSA
Hapşu!
NÜKLEER
Katil!
KUDÜS
Samuel Huntington
IMF
"I am efe" diyenler.
İNCİRLİK ÜSSÜ
Sorti
KIBRIS
Kıbrıslılarındır.
DEVRİM
Yeter ki iste!

* * *

Melih Pekdemir
Devrimci Yol, Dev Genç Davası sanığı ÖDP Kurucusu ve eski PM Üyesi