Merkel sonrası Almanya'yı bekleyenler!-2: En iyi seçenek trafik lambası
Almanya’yı kim yönetecek? Koalisyon görüşmeleri başladı. SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan koalisyon en iyi seçenek olarak duruyor. Sağcılar ve Birlik Partileri için Sol Parti, SPD ve Yeşillerin hükümet kuramayacak olması bir başarıdır.
Umut ŞAHVERDİ-Berlin
Almanya’da seçimin galibi SPD ile Yeşiller ve FDP arasında koalisyon görüşmeleri resmen başladı. “Trafik lambası” adı verilen bu ortaklık diğer seçeneklere kıyasla daha iyi bir seçenek gibi geliyor. Her ne kadar Olaf Scholz parti başkanı olarak seçilmemiş olsa da seçim kampanyası boyunca ortaya koyduğu Merkelvari alışılagelmiş sakin tavır ile en güçlü aday imajını ortaya koydu. SPD’nin seçim başarısının arkasında ne parti programı ne de seçim kampanyası var. Seçmen SPD’de değil Scholz’de bir şansölye gördü. Ne SPD’nin ortaya koyduğu içerik ne eyalet listelerindeki adaylar insanları SPD’ye oy vermeye iten temel neden değildi. 45 yaş üstü ve bilhassa 60 yaş üstü seçmen Scholz’ü ciddi bir şansölye adayı olarak sahiplendi. Rakipleri iktidar mücadelesi verirken SPD’de kendi adaylarının arkasında durmayı başardı. Belki de parti içerisindeki Scholz muhalifleri olası bir seçim mağlubiyeti ile Scholz’ün ipini çekmeyi planlamış olabilirler fakat seçim sonuçları bu planları suya düşürmüş olmalı. Scholz’ün olası şansölyeliği ile parti içerisindeki mücadele kurulacak hükümetteki pozisyonlara yönelmek zorunda kalacak. SPD’nin bir koalisyona liderlik etmesi parti içerisindeki Scholz muhalifleri için de yeterince kârlı. SPD taze, modern ve ilerici fikirler geliştiremeyecek olsa da Hükümet ortağı olan Yeşiller ve FDP hükümet içinde böyle bir etki yaratacaklardır. Başta Yeşiller artık eskisi gibi bir küçük parti görünümünden kurtulup, modern büyük bir halk partisi rolüne soyunmak istiyor ki, bu SPD’nin de açığa çıkan sinerji ile geniş kitle desteğine sahip halk tipi partilerin düşüş eğilimine son verme şansını açığa çıkaracaktır. Scholz aynı zamanda birlikte çalışmaya daha uygun bir lider en azından Laschet gibi bir ego ile uğraşmak zorunda kalınmayacak. Scholz kesinlikle şansölye olarak kendini ortaya koymak isteyecektir lakin bu Merkelvari sakinlik ve olgunluk içerisinde olacaktır.
İTTİFAK OLANAKLARI
Üzerinde durulması gereken bir diğer faktör de partilerin siyasi ajandaları olacaktır. Yeşiller ve FDP’nin anlaşmaya varmaları gerektiğini varsayarsak, başta vergiler, hükümet harcamaları, çevre korumaya yatırım gibi konular başat rol oynayacak. Örneğin FDP gaz, petrol ve kömürden, rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjilere geçiş için, enerji üretimi reformunu vergi teşvikleri yoluyla gerçekleştirilmesini savunurken, Yeşiller yenilenebilir enerjiye doğrudan devlet olanakları ve yatırımları ile geçilmesini savunuyor. Ancak her iki taraf da bir anlaşmaya varacak olurlarsa, örneğin hem devlet yatırımlarının hem teşvik indirimlerinin olduğu karma bir konsept üzerinde çalışılırsa geriye yalnızca bu politikayı hangi partinin uygulayacağı sorunu kalır. İdeolojik ve politik düzeyde bu merkez sağdan çok merkez sol bir uzlaşmayı işaret eder. FDP ve CDU/CSU ideolojik olarak birbirlerine yakın gözükse de FDP biraz sola, Yeşiller de biraz sağa hareket ederek uzlaşmazlıkları aşabilirler. Buradan bakıldığında SPD ile yapılacak görüşmeler CDU’ya oranla daha kabul edilebilir olacaktır. Yine de Yeşillerin Baden Wüttemberg eyaletinde CDU ile kurduğu ittifak Yeşiller’in muhafazakâr siyaset ile birlikte yol alabildiğini gösteriyor. Başka bir deyişle Yeşiller ve FDP arasındaki görüşmelere her iki tarafın da hangi yöne hareket etmek istediği yön verecek. FDP’nin çok fazla sola kaymasına gerek olmazken, Yeşiller sağda ve solda tüm merkezi taşıyabilecek bir halk partisi olduğunu ortaya koymak isteyecek: Bununla birlikte her iki tarafın da anlaşma yolunu seçmesine rağmen olur da Scholz şansölyeliği ret edecek olursa gelecekte daha büyük sorunlarla mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü Birlik partilerinin yolsuzlukları bu birlikte son bulmayacak ve Laschet’in egosunu kontrol etmek hiç de kolay olmayacaktır. İşlerin iyi gitmesi hali dört yıl çalkantılı bir iktidar, kötü gitmesi hali ise skandallarla dolu bir iki yıl demek. Yani taraflar eğer rasyonel davranacak olurlarsa SPD, Yeşiller ve FDP iktidarı ortaya çıkabilir.
SOLUN DÜŞÜŞÜ VE NEDENLERİ
Son olarak bahsetmek istediğim şimdiye dek adını anmadığımız Die Linke. AfD’ye paralel bir biçimde solun da iktidarda yer alma şansı yok. Seçim akşamı her iki partinin de muhalefet raylarında yer aldığı diğer partiler ve medya tarafından belirtildi. Birlik partileri (CDU/CSU) ve sağ kanat Die Linke, SPD ve Yeşillerin hükümet kurmaya oylarının yetmemesini bir seçim başarısı olarak ilan ettiler. Demokratlar ve Sol ise ırkçı AfD’nin oy kaybı yaşamasının memnuniyetindeydi. Bu seçime kadar giderek artan ırkçı oylarda düşüş yaşandı. Fakat burada daha çok Die Linke üzerine düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Die Linke 2017 seçimlerine kıyasla neredeyse oylarının yarısına yakın bir yüzde 4,3’lük oy kaybı ile ölümcül bir yara aldı. Yaşanan oy kaybı SPD ve Yeşiller’e oy kayması biçiminde açıklanamaz. Mayıs ayındaki anketler de Yeşiller yüzde 28, SPD yüzde 14 ve Die Linke yüzde 6 oranında idi. Ocak 2021 yılından bu yana yapılan bütün anketler yüzde 6 ile yüzde 9,5 oranında gidip geldi. Yani seçmenler SPD ve Yeşiller lehine karar vermiş olsa dahi bu denli feci bir seçim sonucunu açıklamaya yeterli olmayacaktır. Die Linke şubat ayında parti kongresinde yeni bir başkan adayı seçti ve istikrarlı bir sol içeriğe dönüş sözü verdi. Parti içerisinde her daim kamplar ve tartışmalar farklı olsa da parti dışına yansıyan tartışmalar ve konumlanışlar iki kampı öne çıkarıyor: Popülist kamp ve ideolojik kamp. Bu kampın figürleri eskiden Oscar Lafontaine ve Geoer Gysi idi. Her ikisi de artık ön planda olmasa da Sahra Wagenknecht, Lafontaine’nin rolünü, parti liderliği ise Gysi’nin rolünü almış görünüyor. Parti liderliği yalnızca Almanya’nın NATO’dan ayrılması ile değil aynı zamanda Alman ordusunun yurt dışı görevlerine son verilmesi talepleri ile dikkati çekti anti emperyalist duruşu yeniden yüksek bir sesle dile getirdi. Öte yanda sahra Wagenknecht’in, AfD seçmenlerine yönelik anlayışlı tavrı, göçmenlik konusundaki açık tartışma talebi ve Yerlilerin azınlık haline geldiği mahalleler konusundaki ırkçı yaklaşımları nedeniyle seçim kampanyası sırasınca öfke yarattı. Sadece parti liderlerinin pozisyonunu baltalamakla kalmadı, aynı zamanda solun birleşik bir duruş sergilemediği görüntüsünü yarattı. Herhangi bir sonuç olmaksızın bu türden görüşleri bir sol partiden duymak, ideolojik olarak sol bir partinin potansiyel seçmeni tarafından elbette tahammül edilemez bir durum. Yani parti kongresi solun tazelendiği, kenetlendiği, gerçek anlamda sosyalist bir rüzgâr olması gerekirken, parti içi anlaşmazlıklar için de hafif bir esinti olarak kaldı. En azından seçim kampanyası sırsında birleşik bir görüntü yaratamazsanız seçmenlerin sola güven duymasını da bekleyemezsiniz. Oysa sol seçimlerin belirleyici temalarından olan iklim konusunda Yeşiller’den daha ilerici fikirleri temsil ediyordu. Seçim programına göre 2030’a kadar karbon emisyonlarını yüzde 70 oranında azaltmak isteyen Yeşiller’e karşılık, Die Linke bu oranı yüzde 80 olarak azaltmayı hedefliyordu. Yeşiller’den çok daha büyük bir devlet yatırımını iklim konusunda talep ediyor olmasına karşılık programını toplumun geneline yaymayı başaramadı. Bunun yerine Alman ordusunun yurt dışı görevleri ve NATO’dan çıkış gibi konular ile öne çıkarken, dış politika medya tarafından seçim kampanyasının dışına itildi. Bu seçim kampanyası süresince Die Linke medyanın belirli konulara odaklanmasına tepki veremeyişi ve kendi gündemini ana tartışma konusu haline getiremeyişi sorununu yaşadı. Bu şekilde görüldükleri noktada seçimin hiçbir ana başlığı konusunda öne çıkamadılar. Aslında Gregor Gysi’nin adaylığı süreci başarılı bir kampanyanın nasıl yürütülmesi gerektiğini göstermişti. Örneğin Gysi asgari ücretin yalnızca solun değil bütün bir seçimin ana gündemi haline gelmesini sağlayabilmişti. Diğer partilerin ikna edici olamadığı süreçte, üstelik 2013 AfD’nin ilk kez seçime girdiği ve bütün partilerin oy kaybettiği bir süreçte, solu bu konu ile parlamentonun üçüncü grubu haline getirmeyi başarabilmişti. Ancak 2021 sol parıltısız, slogansız, konusuz ve plansızdı. Janine Wissler ve Dietmar Bartsch en iyi adaylarıydı fakat bunu duyan olmadı.
DERS ÇIRAKILACAK MI?
Şimdi asıl soru solun bu seçim başarısızlığından kurtulup dersler çıkarıp çıkaramayacağıdır. Çünkü böyle bir sonuç bu siyasi atmosferde solun gerçek potansiyelinin açığa çıkarılamadığı sorunudur. Üstelik büyük partilerin oy kaybettiği seçmenin yüzünü daha küçük partilere döndüğü bir süreçte. Benim tahinim %9’un çok üzerinde bir oy potansiyeline sahip olmasına karşılık partide dağınık bir görünümün nedeni Sahra Wagenknecht gibi klikler. Eğer sol bir parti ideolojik olarak sosyalist, Marksist bir pozisyon alamıyorsa ya da o pozisyonda sebat edemiyorsa neden sol olduğu sorusuyla karşı karşıyadır. Üstelik korona krizinin kapitalizmin bütün kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü bir dönemde nasıl ciddi bir Marksist eleştirinin geliştirilip geliştirilemediği benim için bir muamma. Nihayetin de sol bir siyaset Almanya’nın karanlık geçmişi ve sağcı bugünü karşısında şiddete ve nefrete karşı durabilmek, insancıl, eşitlikçi ve yaşanabilir bir Almanya için kavramlar geliştirmeyi becermek zorundadır. Siyasetin bu denli kutuplaştığı anda sağdaki ciddi yükselişin karşısında durabilecek insanları ikna etmek mümkün olamıyorsa parti içi tartışmalara yön vermek ve ciddi bir sadeleşmeyi yakalamak gereklidir, Wagenknecht gibi klikleri partiden uzaklaştırmak pahasına olsa da.
Çevirenler: Hıdır Kalay/Gencay SÖZÜDOĞRU