Metin Göktepe’nin haberini verdiği dünya...

NURAY SANCAR

Di’li geçmiş
90’lı yılların hangisiydi hatırlamıyorum ama İstiklal Caddesi’ndeki çöp kutuları daha kaldırılmamıştı. Bankalardan birinde çalışan arkadaşıma bir merhaba demek için uğramıştım. Ayrılırken arkadaşım bana “bekle bir dakika” deyip birine bir şey söylemek için uzaklaşmasaydı az ileride patlayan çöp kutusunun tam önünde olacaktım belki de. Patlama kapı eşiğinde yakalamıştı beni. Çığlık kıyamet, toz duman arasında kapıdan çıktığımızda çöp kutusunun önünde,  Metin çoktan “durumdan vazife çıkarmaya” başlamıştı bile… “Metin ne çabuk geldin” demiştim, “uçtum…” demişti. Beş dakika sonra ikinci patlama olduğunda da o yeni vazife için yine uçmuştu… Yanında, onu da sonradan yitireceğimiz Şaban Dayanan vardı. İstanbul’un ihlal takipçileri, protesto ve eylem izleyicileri, sıcak anların avcıları fotoğraf karelerine sık sık birlikte düşerdi zaten. Haberin daktiloda yazıldığı, dijital fotoğraf makinelerinin henüz yaygınlaşmadığı, fotoğrafın karanlık oda muamelesinden geçmesinin gerektiği, cep telefonunun olmadığı yıllardı. Bugünden bakıldığında zaman o vakitler ağır akarmış gibi görünür. Ama Türkiye koşullarında 90’lı yıllar gazetecilerin her şeye rağmen uçmak zorunda olduğu zamanlardı işte…

Metin Göktepe genç bir üniversite öğrencisiyken haftalık Gerçek dergisinde başlamıştı gazeteciliğe. Hareket halindeki öğrenci milletinin arasından çıkıp Gerçek’e geldiğinde önceleri gençlik sorunları, talepleri ve eylemleriyle ilgili haberlerin peşinde koşmayı tercih etti. İyi bildiği bir alandı bu çünkü. Sadık Güleç ile birlikte çalıştıkları servis Gerçek’in jargonunda “gençlik masasıydı” ki aslında dergi kadrosunun yaş ortalaması onların yaşının fazla üstünde değildi. Metin’in her gösteriden döndükten sonra haber merkezine zafer işareti yaparak girişi hâlâ gözümün önündedir. Onun gazeteciliğinin nerede başladığı, nerede gençlik hareketinin bir parçasına dönüştüğünü ayırmak o zamanlar mümkün değildi. Metin süreç içinde ilgi alanını gençlik hareketinden bütün toplumsal hareketlere kaydırdığında da bu heyecanını hem hiç yitirmedi hem de giderek olgunlaşan bir gazeteci haline geldi.

Zor yıllardı gerçekten. Gerçek’in binasının çok yakınındaki Özgür Gündem bombalanmıştı ve çok sık, bir Kürt gazetecinin katledildiği haberi geliyordu. Başbakan Tansu Çiller’in döpiyesinin altına saha ayakkabısı giyerek gittiği savaş mahallinde ne olup bittiğinin bilinmesi istenmediği için bölgeden haber akışının kesilmesi, Özgür Gündem’in dağıtımının engellenmesi kontrgerilla faaliyetinin kapsamına alındı. Ateş hattında gazetecilik yapmanın bedeli artık çok ağırlaşmıştı. Gerçek dergisinin Diyarbakır bürosu sorumlusu Namık Tarancı da Hizbullah tarafından katledilmişti. Kürt gazeteciler Musa Anter; İzzet Kezer, Hüseyin deniz, Ferhat Tepe, Hafız Akdemir bu cinayetlere kurban gidenlerdendi.  

Gerçek dergisi kadrolarının günlük yayıncılığa geçerek Evrensel’i çıkarmaya başlamasının üzerinden sadece birkaç ay geçmişti ki Metin Göktepe Alibeyköy’de bir cenaze töreni sırasında gözaltına alındı ve yüzlerce kişi ile birlikte götürüldüğü spor salonunda işkence sonucu öldürüldü. Bu cinayet bardağı taşıran son damla oldu. Katliam haberini alanların akın ettiği Evrensel’in Yeni Bosna’daki binasının önünden başlayan yürüyüşe katılanlar o zamana kadarki bütün gazeteci katliamlarından toptan hesap soruyordu. “hepimiz Metiniz” demek aynı zamanda “hepimiz Musa Anter’iz, İzzetiz, Ferhat’ız, Uğur Mumcu’yuz” demekti aslında. 

Metin Göktepe’nin ölümü bir dönüm noktası olmuştu. “Cinayeti gördüm” diyen tanıkların cesaretle ortaya çıkması, gazetecilerin ve demokrasi güçlerinin haber alma hakkı ve özgürlüğünün savunulması ve insan kıyımlarına karşı güçlü bir ses çıkarmak için birlik çağrısında bulunması korku atmosferini dağıtmayı başardı. Bu o kadar ayan beyan bir cinayetti ve katillerin pervasızlığı o kadar açıktı ki bundan önceki sümen atı edilmiş cinayetlerin faillerini de açığa çıkarıyordu. Türkiye halkı bu cinayetin peşini bu yüzden bırakmadı. 

Metin Göktepe cinayeti davası devletten bir hesap sorma alanı haline geldi nihayet. Mahkeme nereye taşınırsa taşınsın gazeteciler ve demokrasi güçleri davanın peşini bırakmadı. Sorumlu polislerin yargılanması, cezalandırılması sadra şifa olmayacaktı belki ama hiçbir şey eskisi gibi de kalmayacaktı. 

Kalmadı mı peki? Metin Göktepe davasında işkenceci polisler devlet kalkanının altında alabilecekleri en az cezaları aldılar. Ama kamuoyunun ısrarı ve dirayeti uzun süre gazeteci cinayetlerini durdurmaya yetti. 10 yıl sonra Hrant Dink öldürüldüğünde açığa çıkmak üzere bu potansiyel refleks yeterince caydırıcı oldu sayılabilir. 

Metin Göktepe cinayeti halktan yana gazeteciliğe karşı, aslında bütün gazetecilik mesleğini hizaya getirmek için işlenmiş bir cinayettir. Sadece muhalif basını susturmayı hedeflememiştir, aynı zamanda iktidarla iyi geçinen basın kuruluşlarının bile yeniden tahkimini, dizaynını amaçlamış; bir yandan da gazete okurunun beklentilerini ve ufkunu sınırlamayı amaçlamıştır. Cinayetin ardından harekete geçen kesimlerin genişliği de bu mesajın çok iyi alındığını gösterir zaten.

Bugün gazeteciler öldürülmüyor evet. Ama tek sesli bir basın yaratmak konusunda ukde hiçbir zaman kaybolmadı. “Alo Fatih” skandallarının, Gezi direnişini haberleştirmek isteyen gazetecilerin bulundukları kurumları terk etmeye zorlanmalarının, bazı köşe yazarlarının Başbakan marifetiyle ilişiğinin kesilmesinin, Roboski katliamının halktan 12 saat gizlenebilmesinin mümkün olduğu bir ülke Türkiye hâl3a. Gazetecilerin değil de gazeteciliğin katledildiği bir ülke ya da. 

Uzun şimdiki zaman
Akşamları Evrenselcileri Yeni Bosna’dan Taksim’e götüren serviste geçen zaman eğlenceliydi genellikle. O gün Metin cenazeyi izlemeye gitmiş ve hâlâ dönmemişti. Ne olup bittiğinden kimsenin haberi yoktu, Metin’e de ulaşılamamıştı. Akşama kadar onun parmaklarıyla zafer işareti yaparak haberden dönmesini beklemişler ama Metin görünmemişti. Arkadaşlarından biri “Metin yarın geldiğinde yokluğunu fark etmemiş gibi davranalım…” dedi. Bir diğeri “haberi sormayalım bile…” Bu Metin’in dayanamayacağı tek şey. Herkes biliyor. Haberini yazmadan önce anlatmak ister Metin, önce kâğıda dökülmeyecekler tüketilmeli ki geriye taştan heykel olmayan kısımları yonttuktan sonra eseri ortaya çıkan bir heykeltıraş gibi haberden önce haber olmayanları anlatarak ayıklar Metin.

Ama Metin ertesi sabah da dönmedi… Servis yolundaki esprilerden sonra çalışma arkadaşlarının içinde derin bir “sızı” kaldı. O sızı hâlâ dışarıda, sık sık Metin’e benzeyen birisini gördüğü hissine kapılanlarda “cız” eder. Onun yokluğunu fark etmemek mümkün müdür ki? Metin Göktepe halktır, özgürlük arayışıdır. Uğruna mücadele ettiği, haberini verdiği bir dünya kurulana kadar hep şimdiki zamanda, öldüğü günkü yaşında, 28’inde kalacak. Hep göründüğü yerde… 

“Hepimiz Metiniz” demişiz bir kere.