Mevsim bahar, yaşasın ayılar!

ALPER TURGUT

Oh be! Yine çıkıp geldi bahar, artık kışın tanımsız hüznü atılabilir, uykudan uyanılabilir, yaşam enerjisiyle, bir kez daha dolup taşılabilir. Tepende güneş, tene dokunan hafif bir rüzgâr, güzelim kış cıvıltıları, yeşeren ağaçlar, açan çiçekler, rengârenk kelebekler… Yani çokça uzatmadan, uyanın ulan diye bas bas bağırıyor, hayatın duygusunu ve kurgusunu veren, biricik anamız tabiat. Durun yahu, biz insanlara değil, kış uykusundan kalkan ayılara yazıyorum, onlar şimdi açlar, bahara ve hayata... Bu memlekette, burukluk gitmedikçe, ötelenmek bitmedikçe, savaş sona ermedikçe, bahar gelmiş, kime ne? Salt fikrini söyleyenler, hücrelere atılıyor arkadaş, genç ölü bedenler, sayılarla ifade ediliyor. Ve haberler, bunların hepsi neden genç ve niye hepsi fakir demiyor, diyemiyor, ateş düştüğü yeri yakıyor, acılar bölünüyor, işte bir köşesine ya şehitlik, ya da etkisiz hale getirilmişlik iliştiriliyor, o kadar. Salt siyasi sebepler mi, intihar almış başını gidiyor, tecavüz, cinayet haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bir kısım, her şeye boş vermiş ile iktidar nimetlerinden nasiplenmiş tipler dışında, kimse mutlu ve umutlu değil! Gündelik hayata tutunabilmek için, karşı çıkma, sus, unut ve çoğunluğa katıl, yol haritası bu, ne yazık ki.

İnsanlar işsiz bırakılıyor, geçmişte yazdığı, artık kendisinin dahi hatırlamadığı sosyal medya iletileri yüzünden… Ekipler kuruyorlar, kolları sıvıyorlar ve hiç üşenmiyorlar, itinayla birkaç yıl geriye gidiyorlar, işlerine gelen bir cümle bulunca, ya buna topluca abanıyorlar veya ilgili yöneticiyi bulup, gammazlıyorlar. Tanıdığım çoğu kardeş, doğru bulduğu bir metne imza atmaktan bile korkuyor artık, bu bildiride özgürlük var, demokrasi var, geleceğe dair güzel şeyler var desen dahi, aman abi, geçen gün bir arkadaşı yaktılar, beni de barındırmazlar. Kiralar yükseliyor, kalemler yükseliyor, maaşlar yükselmiyor, lanet ayın sonu gelmiyor, borç harç yaşıyor insanlar, meşhur Demokles’in Kılıcı, gelecek kaygısı oluyor, çember ise giderek daralıyor. Ve azıcık aşım kaygısız başım demeleri için, yani sürünmeye gönüllü olmaları için, bak bunu bulamayan var diye ürkütülüyorlar mütemadiyen ve zamanla (ve elbette parayla) dönüştürülüyorlar.

Memleketin reisi cumhuru, ABD'de "Hak ve özgürlükler bakımından Türkiye'den daha ileri standartta bir ülke yoktur" dediği dakikalarda, barış bildirisine imza atan akademisyen Meral Camcı tutuklanıyor. Yurtdışında iken, sürgün bana göre değil, barış sözümün arkasında duracağım diyen ve dönüp mahkemeye giden hoca, kaçma teşebbüs edebilir gerekçesiyle cezaevine atılıyor. Mantık aramayın, çünkü yok! Aslında buna benzer pek çok yaşanmışlık biliyorum, ancak yazamıyorum, başımız daha da belaya girebilir, tüm kapılar kapanabilir diyorlar, çürüme, yozluk, vicdansızlık hüküm sürerken, haksız da değiller hani.

Bahara yakışmayan, kasvetli bir yazı oldu bu, ne edelim, hayat çok güzel ya, bu coğrafyada yaşamak, mükemmel bir şey, hem Yeni Türkiye, çok minnoş, çocuklar mesut, hiç tacizci yok mu diyelim? Eski Türkiye, çok mu iyiydi, darbelerin, karaborsaların, bankerlerin, yolsuzlukların, işkencenin, yargılı-yargısız infazların, gözaltında kayıpların ülkesini mi savunalım? Hayır arkadaş, eskisi de, yenisi de fena, kim güçlendiyse, direkt güçsüz düşeni eziyor, kin, nefret, pusu, bizim acımasız gerçeğimiz, büyük çaresizliğimiz, hiç şüphesiz.

Sinemaya bağlayacaktım yazıyı, lakin bu çöl ikliminde, beyazperdenin yeşereceğini düşünmek, safdillik olur. Sinema yapmak, hem meşakkatli bir iş, hem de hayli pahalı… Sektör olmayınca ortada, dev stüdyolar bulunmayınca, mevcut paralar da, ya Somuncu Baba’ya gidiyor, ya da Batman V Süpermen’e, bu zihniyetle, devamında sinema sanatının cenaze namazı kılınabilir, helvası kavrulabilir. Dün bir gazeteden aradılar, bu hafta hangi filmi önerirsiniz dediler, hiçbirini önermem dedim. Ne yani, hadi bakalım canlarım, kötü bir filme gidin, sinema sahipleri şenlensin mi deseydim?

Gişe filmleri çok fena, peki, sanat filmleri ise çok mu iyi? Bahar, festival demek, festival de, çoğu klişe, bildik, tekrar ve seyirciyi kasan, bunaltan filmler demek. Sansürü unuttum sanmayın, geçen sene memleketin festivalleri, sansüre boyun eğdiler resmen. Hah! Sinemaseverlerin, balık hafızalı olduğunu düşünüyorlarsa, kesinlikle yanılırlar. Elemanlar, fi tarihinde çekilmiş bir filmin, repliklerini unutmuyorlar, diyaloglarını tek tek hatırlıyorlar, bir yıl önceki sansür meselesini mi unutacaklar? Komik olmayalım, mümkünse.

Durun yahu, gitmeyin, biraz da dedikodu yapalım. Dört akademisyen tutuklandı, onların barış bildirisine destek olan sinemacılar da bir metin yayınladı. Şimdi onların akıbeti ne olacak? Projeler rafa mı kalkacak, iptal mi olacak, destekler kesilecek mi, kimler yine mağdur olacak, bunları yakında yazacağım, bilgi topluyorum. Pardon, dedikodu demiştik. Sinemacıların destek bildirisine, iktidara yakın sinemacılar, karşı bir bildiri hazırladı, imzaladı ve yayınladı. İçlerinde iki tane, kültür bakanlığının sinema destekleme kurulu üyesi varmış. Düşünsenize, bir destek metnindeki imzacılar, filmlerinin parasal yardım alabilmesi için kurula gidiyor, kurulda karşıt imzacılar var. O projenin akıbeti ne olur, rica ederim, mantıklı bir yanıt verelim.

Kültür sanat alanında faal olan muhabir arkadaşlar kurcalasın diye, bir dedikodu vereyim; efendim, iddiaya göre Erkan Mumcu, yönetmen olmuş ve filmine destek için sinema destekleme kuruluna başvurmuş ve reddedilmiş. İlginç olan, Mumcu Kültür Bakanı iken, bu kurulun kurulması, gülmeyin yahu, ciddi bir şey anlatıyorum. Şimdi 30 sene önce Erkan Mumcu, Yönetmen İsmail Güneş’in asistanı imiş (hatta Güneş, sette başrol Kenan Kalav, Erkan Mumcu’yu tokatladı diye beyanat vermiş gazetecilere), İsmail Güneş de bu kurulun üyesi olduğuna göre, dedikodu filmi harbi komik imiş, şimdi kahkaha atabilirsiniz. Hikâyenin kahramanları, böyle bir şey yaşanmadı diyecekse, bana ulaşsınlar, dinleyelim bakalım, tüm yönetmenlerin fısıldadığı şeyin aslı neymiş? Her neyse, garip bir yazı oldu bu, tıpkı memleket gibi.