50’li yıllarda Zeytinburnu’na yerleşen Türki halklar, sağ-sol ayrışmalarında hep aktif olarak sağ tarafta yer aldılar. İlçenin işçi karakterine rağmen bu “çekik gözlü” arkadaşlar solun nüfuz etmesinin önünde hep bir engel teşkil etti.

Milliyetçiliğin çekik gözlü kalesi; Zeytinburnu

> KEMAL CAN KAYAR kemalkyr@gmail.com

Bilinenin aksine İstanbul’un son fatihi Fatih Sultan Mehmet değil, Zeytinburnu çocuklarıdır. Şehrin ilk gecekondu mahallesi Zeytinburnu sakinlerinin girişimiyle başlayan fetih, Fatih’inkinden çok daha kapsamlı ve geri döndürülemez olmuştur. Zeytinburnu sakinleri, ilk barakalarını İstanbul surlarının dışına kurduklarında, şehrin binlerce yıllık sınırları artık anlamsız kalmıştı. İstanbul’un girişini, padişahların girdiği tarihi kapılar yerine, Mahmutbey Gişeler yapacak süreç böylece başlamış oldu. Bu sürecin sonunda Zeytinburnu zamanla büyüyüp kocaman bir ilçe olurken, uğruna onca kan dökülen haşmetli surlar artık şarapçıların takıldığı, turistik önemi olan taşlara dönüştü.

Geceler siren sesi ve deniz kokusuyla geçer
Zeytinburnu ezelinden beri işçi semtidir. Sokaklarında dolaşırken duyacağınız dikiş makinası sesi semtin alışılmış müziğidir. Gündüzler ter kokusu ve soğuk sandviçle geçerken, geceler siren sesi ve deniz kokusuyla geçer. Zeytinburnu’nda; Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanlar ve Anadolu birbirine sadece yürüme mesafesindedir. Çünkü her sokağı bu coğrafyalardan farklı bir halk parseller; iki adımda, Kafkaslar’dan Balkanlar’a geçebilirsiniz. Savaş ve yoksulluk sebebiyle göç eden bu halkların her biri farklı zamanlarda buraya yerleşti. Aralarında kronolojik olarak çok az farklar olmasına rağmen, her gelen bir sonrakine göre kendini buranın asıl sahibi sandı.
Senelerce süren bu göç dalgası semtin kaderini 70’li yıllarda tayin etti. Özellikle Sovyet baskısıyla 50’li yıllarda Zeytinburnu’na yerleşen Türki halklar, sağ-sol ayrışmalarında hep aktif olarak sağ tarafta yer aldılar. İlçenin işçi karakterine rağmen bu “çekik gözlü” arkadaşlar solun nüfuz etmesinin önünde hep bir engel teşkil etti. Zeytinburnu’nun dışarıya karşı bu korumacı durumu zamanla örneğine az rastlanır bir semt aşkına dönüştü. Ve belki de dünyanın en mikro milliyetçiliğini doğurdu: Zeytinburnululuk

Emre Belözoğlu nefreti yetiştiren bir coğrafya
Zeytinburnu gençlerinin semtlerine karşı olan aşkının en somut hali bir zamanlar Emre Belözoğlu’nun da top koşturduğu Zeytinburnuspor’dur. Semti koruma, yabancıları uzak tutma buranın gençlerinde histerik bir aşka dönüşmüştür. Yine taraftarı sağ görüşlü komşu Karagümrük maçlarına savaşa gider gibi hazırlanırlar. Herkes bu maçlarda forvetlerin kabiliyetinin değil, sallamaların keskinliğinin konuşacağını bilir. Zeytinburnululara göre semti Karagümrük’ten korumak gerekmektedir. Irk, semt, takım fark etmez, çünkü sınıfın sağladığı maddi imkânsızlıklar, bu çocuklara milliyetçilik gibi soyut kavramlara tutkuyla tutunarak hayatta kalmayı dayatır. Kendi de doğma büyüme Zeytinburnulu olan Emre Belözoğlu’nun durumunu maddi imkânsızlık olarak değil, manevi imkânsızlık olarak tanımlayabiliriz. O transfer olduğu sınıfa da tutunamamış, bir tutunamayandır. Ama çocukluğunda içine itildiği nefreti çok iyi yansıtan bir rol modeldir.

Emanetleri hazırlayın Kürtler geliyor
Beraber yapamayacağımızı sanmanın acı örnekleriyle doludur Zeytinburnu. Doksanların başında İstanbul’a yönelen Kürt göçü, Zeytinburnu’nun da yapısını değiştirmişti. Kürtler sokakta her geçen gün daha fazla görünür olunca milliyetçiliğin alarm zilleri çaldı. Yarım asırdır milliyetçiliğin kalesi olan semtte her gün Kürtlere saldırılar olmaya başladı. Kürtler itişe kakışa dövüşerek kendilerini kabul ettiriyorlardı ki, 2011 yılında günlerce süren son büyük savaş yaşandı. Karşılıklı dernekler yağmalandı, ateşe verildi. Günlerce polis ablukasında kaldı sokaklar. Aradan geçen zamanda dökülen kan, Kürtlerin buradan gönderilemeyeceğini yazdı kaldırımlara. Şu an geldiğimiz durumda son seçimde HDP yüzde 16,5 oyla MHP’den iki puan fazla oy aldı. Milliyetçiliğin çekik gözlü kalesi düşmüştü, peki milliyetçilik bitti mi?

Şimdilerdeyse yeni hedef Suriyeliler. Üstelik daha dün Zeytinburnulu olmuş Kürtler de bu milliyetçiliği paylaşıyorlar. Suriyeliler istenmiyor çünkü buraya en son onlar geldi. Tıpkı Bizanslıların Anadolu’ya giren Türklere yaptığı gibi. Milliyetçilik müziğin durmasıyla sandalyelerin kapıldığı oyuna çok benziyor. Ayakta kalan dışlanıyor bu oyunda. Müzik çalıyor kavimler göçü başlıyor, müzik çalıyor Suriye’de savaş başlıyor. Birbirimizle köşe kapmak için yarışırken, dillerimizi, dinlerimizi unutuyoruz ama en son sahip olduğumuz bize en değerlisi geliyor. Milliyetçilik, aslında hiç senin olmayan bir şeyi sahiplenmekle başlıyor.