Mimciler susmayın!

İlk insan (Homo sapiens) mağaralara resimler çizdi. Beden dilini kullandı; kimi zaman bir nesneyi, bir varlığı, bir duyguyu anlatabilmek, haberleşmek, iletişim kurabilmek için, ki bu bir anlamda Sözsüz Oyun’un(pantomim) doğuşu, başlangıcı değil miydi? Geçmişte de günümüzde de mim yapabilmek için başta bedeni tanımak, bedeni kullanabilmek yetisi gerekmez mi? Bir açıklamaya bakarsak, “İnsanı bilmek için önce kendini bilmeğe Pantomim Sanatı denmez mi?”

Yıllar önce İngiltere’ye; Brighton’a, sözsüz oyunun söylencesel(efsanevi) sanatçılarından Marcel Marceau gelmez mi! Haftalar önce biletler tükenmişse de, zar zor bir yer bulmuştum nasılsa... 19. yüzyıl Harlequin’i, Chaplin ve Keaton’la harmanladığı söylenegelen; hırpalanmış bir şapka, kırmızı bir çiçekle, ak yüzlü bir palyaço olan o ünlü karakteri “Bip” ile sahnedeydi Marceau. İnanılmazdı yaratımları. Birinde, örneğin, Kafes oyununda bomboş bir sahnede, sanki bir kafes vardı da onun içindeydi.

1955-56 yılları arasında Marceau’nun da öğrencisi olan Theo Lesoualche adlı mimcinin oyunlarını sahnelemesiyle bir ilk yaşandı Türkiye’de bu sanat dalında ve giderek gelişti. 1970’lerde TRT haber bülteninden hemen sonra 10 dakikalık gösteriler biçiminde sunulan “sözsüz oyun” halkla buluşmamış mıydı? Ne günlerdi!

Vecihi Ofluoğlu da 1968 yılında ''Pano'' adı altında Türkiye’de ilk kez çağdaş anlamda bir pantomim topluluğu kurdu. Çoğu sahnelenmiş yüzün üzerinde kendi yazdığı pantomim oyunu bulunan Ofluoğlu; 20 yıla yakın, sağır ve dilsizlerden oluşan Türk Sessiz Tiyatrosu’nun yazar ve yönetmenliğini yaptı. Savaş karşıtı “Halay ” ve “ Utanç Lekesi ” adlı oyunları yurt dışında ödüller aldı, TRT, BBC ve Japon televizyonlarında yayınlandı. Türkiye’de ilk kez karikatür, şiir ve şarkıları, sahne için biçimlendirip oynadı. Ünol Büyükgönenç’in dinletilerinde “Nâzım Şarkıları”na eşlik etti. Türkiye'de yine bir ilki gerçekleştirip, İstanbul Üniversitesi bünyesinde "Pantomim Sanat Dalı"nı kurdu. 35 yıldır İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda opera, bale, müzikal ve pantomim sanat dallarında mimik, hareket ve oyunculuk derslerini vermekte... iken... bu günlerde yayınlanan bir basın duyurusu şunları dile getirmekte özetle:

“İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale Ana Sanat Dalı bünyesinde Vecihi Ofluoğlu tarafından kurulan Pantomim Sanat Dalı Bölümü düzenli olarak öğrenci alımı yaparak aktif bir şekilde pantomim sanatçısı yetiştirmiş bir bölümdür. Dünyada üniversite bünyesinde eğitim veren ilk ve tek bölüm olan Pantomim Sanat Dalı, uluslararası ve yerel olmak üzere birçok çalışmalar gerçekleştirmiştir. Dünyanın en eski sanatlarından biri olan Pantomim, insan duygularını söze gerek kalmadan yansıtan ve duygularını mimik, jestlerle ifade eden tek sanat dalıdır. İnsanlar arası iletişimin en gelişmiş evrensel boyutudur. (...)Konservatuar yönetimi bu sene Pantomim bölümüne kontenjan açmayacağını iletmiştir. Pantomim bölümünü kapatıyoruz açıklaması yapılmasa da söz konusu olan sürecin devamında bizi nelerin beklediğini öngörebiliyoruz. Bu sene kontenjan açılmıyorsa ilerleyen senelerde pantomim bölümü unutulmaya mahkûm olacaktır. (...)Sanat okullarının kapatılması, öğrenci alımının durdurulması gelecekte ülkemizin kültür sanat düzeyinin de aşağı çekilmesi anlamına gelecektir.(...)Pantomim Bölümü mezunları ve öğrencileri olarak bu sene Pantomim bölümüne neden kontenjan açılmadığının cevabını istiyoruz...”

Devletin, sanat siyasası ile ilgili tüm birimlerine yöneltilmiş bir soru kuşkusuz. Evet, o zaman onlar söyleyecek ve bizler de bileceğiz: “ne iş?”

Marceau ne demiş: “Bir pantomimciyi asla konuşturmayın, sonra susmak bilmez!”

“Usta, bunlar konuşmaya başladı ama, ne diyorsun şimdi?”

“Diyorum ki: ‘mimciler, hiç susmayın!’”