Çiğdem Sezer, çocukların açlık, savaş, göç gibi kendilerinden büyük dertlerin içine doğduğu bir dünyaya dikkat çekerek, “Tüm bunları dert etmeyecekseniz, çocuklar için yazmak niye!” diyor

Minik ayak seslerini izliyorum

KADİR İNCESU

“Beni sen büyüt anne / Beni Sen büyüt anne” diyen çocuğun sesindeki sevgiyi de korkuyu da duyumsatıyor Çiğdem Sezer… “Işın kılıcını kıracak bir formül bulacağım,” diyen Ayşe’nin yüreğinden taşan umudu da, hayalindeki dünyayı da… Çiğdem Sezer’in şiirlerinde; gören, uçan, gülümseyen, konuşan, dinleyen, yer değiştiren, meraklı, sevecen, soran, düşünen sözcüklerin dünyasına yol alacaksınız. Dünya. ninelerin torunlarına okuyacağı şiirlerle güzelleşecek diye düşündüm, “Korkmam gök gürültüsünden/ Bir şiir okur ninem/ Güneş girer uykuma,” dizelerini okuyunca. Çiğdem Sezer ile Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan “Kahkaha Keki” adlı şiir kitabı üzerine konuştuk.

► Yazın yaşamınıza yetişkinler için yazarak başladınız. Çocuklar için yazmak yazara farklı bir sorumluluk yüklüyor mu?
Farklı olmaktan çok, yaşam karşısında duyduğum sorumluluğun devamı, demek daha doğru geliyor bana. Çocuklar için yazıyorum, aman suya sabuna dokunmasın, çok satsın vb düşüncelerle yazmıyorsanız, suya da sabuna da dokunuyorsunuz. Bu da, hayata, insana duyduğumuz sorumluluğun bir parçası elbette.

► Şiirin diğer türlere göre etkisi üzerine ne söylemek istersiniz?
Bütün edebi metinler çocuğun algısını açar, geliştirir ama biliriz ki şiir, çağrışımsal düşünme, somut-soyut ilişkisi-birlikteliği, imgesel, çağrışımsal düşünme ve daha nice konuda, düzyazıdan daha etkilidir.

► Çocuk şiirinin farklı ilkeleri, nitelikleri olmalı mı?
Yaş, ilgi alanları, okuma düzeyleri vb konulara dikkat etmeli elbette ama temel şiir ilkeleri konusunda bir farklılık yok. Hece ölçüsüyle ya da basit sözcüklerle yazınca çocuk şiiri yazmış olmuyorsunuz. Yine imge kullanıyorsunuz, yine sözcüklerin çağrışımlarına, anlamlarına dikkat ediyorsunuz. Tüm bunları yaparken unutmamanız gereken tek şey, okurunuzun bir çocuk olacağı… Onun acıyı, sevinci algılama, yansıtma, dünya içindeki varlığını, ‘kendi’ni kavrama biçimi.

► Şiir, çocuk edebiyatında olması gereken yerde mi?
Keşke, evet, diyebilseydim! Yetişkinler için durum neyse, çocuk şiiri için de öyle yazık ki. Yani ‘has şiir’ de ‘has okur’ da az. Böyle olunca yayıncı da uzak duruyor şiirden. Yine yetişkinlerde olduğu gibi, çocuk şiiri de fazla yazılıyor ama sıra çocuklara iyi bir şair önereyim, konusuna gelince, önerileriniz bir elin parmaklarını zor geçiyor! Yayıncının yayınlamaktan kaçındığını hangi kitabevi vitrine alacak! Tüm bu sorunlardan sıyrılıp okura ulaşmak da ayrı bir sıkıntı elbette.

► Önemli olan çocuğun baktığı yerden görmek midir?
Öyle olduğu düşünülür, söylenir ama bana kalırsa olanaksızdır bu. Olası okurla aranızda neredeyse elli yıllık mesafe var. Bu elli yılı nereye bırakıp da onun gibi bakacaksınız! Bakmasına bakarsınız aslında da görme biçiminiz aynı mıdır? Değildir kesinlikle. Tek yaptığım, yetişkin şiirinde olduğu gibi, imgenin ucunu yakalayıp onun ardı sıra gitmek… Yetişkin ben’in izlediği çocuk ben’in ardı sıra gitmek… Kızım çocukken uçup giden şemsiyesinin ardına takılmak mesela, otuz küsur yıl sonra… İlkokulda söylediğimiz mevsimler şarkısının bir tınısını yakalamak kim bilir nereden gelen bir mırıltıyla… Kurşun kalem kokusuyla ayaklanan bir duyguyu izlemek… Böyle minik ayak seslerini izliyorum yalnızca. Onlar alıp götürüyor beni nereye götürüyorsa…

► Şiir, aile, sevgi, doğa, oyun, hayvanlar, hayaller vb sınırlanmalı mı? Toplumsal olayların yeri ne olmalı?
‘Kahkaha Keki’ adlı kitabımdaki ‘Dünya Hepimizin Evi’, ‘Kahraman Babam’, ‘Barış’, ‘Baloncu Çocuk’ ve diğer pek çok şiir, toplumsal sorunları da içerir. İnsana dokunmayı seviyorum ve oradan yazıyorum. Toplumsal olayları yok sayarak insana ulaşmak olası mı! Okula gidemeyen, çalışan bir çocuk, savaş, toplumsal eşitsizlik, cinsiyet ayrımcılığı… Hayattaki hemen her şey… Yeter ki şiirin iç dinamikleri iyi dengelenebilsin. Herkesin kendi çocuğunu biricik saydığı (kuşkusuz bunun bir sakıncası olmazdı, diğer çocukları yok saymasalardı), tüketim kültürünün alıp başını gittiği, ayrımcılığın had safhaya ulaştığı çağımızda, çocukların açlık, savaş, göç gibi kendilerinden büyük dertlerin içine doğduğu bir dünyada, tüm bunları dert etmeyecekseniz, çocuklar için yazmak niye!

► “Sözcükler öğretmiştir çünkü / Düşünmeyi” dizelerinde dikkat çektiğiniz gibi çocuklar da soru soracak, merak ettiği konuları araştıracaktır haliyle. Bütün büyüklerin de bir zamanlar, kendisi gibi çocuk olduğu sonucuna ulaşacak olan okur nasıl çıkacak o fikir karmaşasından?
Çıkmasın zaten… Fikir karmaşası yaşayacak ki kendini, kendi doğrusunu oluştursun. Soracak, yanıt bulacak, yanılacak, bunalacak ve böyle böyle kendi olacak. Bir şiir okumakla olmayacak elbette bu; ama oraya giden yolda şiir, işaret fişeği gibi parlayacak zaman zaman. Bu da epeyce bir şeydir sanırım.

► Aslında yazarın ulaşmak istediği durum tam da bu mudur? Hissettirmek, soru sordurmak, fark ettirmek…
Evet, tam da bu. Okur hisseder, sorular sorar. Neyi, nasıl fark ettiği, edeceği ise, içsel donanımıyla ilgilidir biraz da. Aynı şiiri okuyan çok sayıdaki okurun her biri farklı bakış açılarıyla yaklaşabilir şiire. Okurun duygularını harekete geçirebilmişse şiir, yerini bulmuş demektir. Hangi duyguyu ne ölçüde harekete geçirdiği, hangi sorulara hangi yanıtların bulunacağı okurun yaşam algısı, donanımıyla ilgilidir. Yetişkinler için nasılsa, öyle. Şiirdeki mor çiçek imgesi, çocuğun birine annesini anımsatır, ona dair sorular sordururken, bir diğerinde üzüntüye neden olabilir. Çünkü mor, onun için annesinin yüzündeki yaranın rengidir. Şiddetin rengi… İlkinin merakı ve soruları sevgiye, şefkate dairken, ikincininkiler öfkeye, çaresizliğe dairdir. Dozunda öfke, çaresizliğin çaresini bulmaya giden yol olabilir belki de…

► Ayşe’ye, gökyüzüne buluttan merdiven yaptıran sözcüklerin gücünü bütün şiirlerinizde görmek mümkün… Yazın dili ile günlük yaşamdaki dilin farklılığı üzerine neler söylemek istersiniz?
Çok teşekkür ederim bu sözleriniz için. Sözcüklerin gücü, en çok şiirde hissedilir, hissedilmelidir. Bu nedenledir ki yazın dili -özellikle şiir dili- ile gündelik dil arasındaki fark, iki ayrı dil arasındaki fark kadar. Latin Alfabesiyle yazan - konuşan kaç ülke var! Hepsi de farklı bir dil oluşturmuşlar. Şiir dili de böyle bir şey. Sözcükler arasındaki bağdaştırmayı, çağrışımı ayırt edemeyince, okuduğunuz dizeler, başka bir dilde yazılmış gibi gelir. Ama bu, yaşamda karşılığı olmayan, bağlamından kopmuş sözcüklerin birlikteliği değildir, olmamalıdır. Örtülü anlamlar, çağrışımlar vardır ve siz onları buluşturursunuz. Tabii iyi bir şiir okuruysanız. Bu yüzden de her okumada farklı farklı anlamlar, imajlar, düşünceler çıkar karşınıza. Metin, aynı metindir ama siz her okumada başka dünyalara kapı açıldığını görürsünüz. Hep aynı kapıya çıkıyorsa yolunuz, orada bir şeyler yolunda gitmemiş demektir. Hayatında şiir olmayan insanlar var, onlar nasıl yaşıyor peki, diye sorarlar bazen. Evet, öyle de yaşanır elbette. Bana kalırsa bu, şahane bir arka bahçesi olan evde, bahçeden habersiz yaşayıp gitmek gibidir. Üstelik dünyanın bütün renkleri ışıldamaktadır o bahçede. Ya da hiç başını kaldırıp gökyüzüne bakmadan yaşamak gibi bir şeydir, dilin gündelik hali ile yetinmek. O şahane arka bahçeye, o gökyüzüne ihtiyacım yok diyenlere de söyleyecek sözümüz yok! Ama ben, o bahçe, o gökyüzü olmasaydı soluksuz kalırdım. Biraz da bundandır, Ayşe’yi, buluttan merdiven yaptırıp gökyüzüne çıkartmam