Mor Çatı’nın 25 yıllık öyküsünü vakfa emek veren kadınlardan dinledik. Türkiye’deki kadın mücadelesini anlatan kadınlar, AKP’nin ‘dayanışma’dan korktuğunu söylüyor

Mor Çatı: İktidar birlikten korkuyor

ÖMÜR ŞAHİN KEYİFomursahin@birgun.net @omursahin

Şiddet yaşantısından uzaklaşmak isteyen kadınlarla dayanışan, onları dinleyen ve ihtiyaçlarına yönelik çözümler bulmaya çalışan bir kurum Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı. Tamamen bağımsız, kadın dayanışmasıyla ve gönüllülerin emekleriyle ayakta duruyor. Bu 25 yıldır böyle. Deneyimlerin biriktiği, pratikten gelen bu birikimin politikaya dönüştüğü Mor Çatı’nın 25. yılında, bu birikime katkısı olan kadınlarla sohbet yakışır dedik, Mor Çatı’yı Kurucularından Avukat Canan Arın, Gönüllüler Melike Keleş, Seda Çavuşoğlu ve Tanja Völker’den dinledik...

>> Mor Çatı’nın kuruluş aşamasını sizden dinleyerek başlayalım mı…

Canan Arın:1960 öncesi ve ondan sonra 80 öncesi herkes solcuydu ve çok bölünmüştü. Her bir ‘ist’ vardı ama feminist yoktu. 80’deki darbeden sonra insanların bir araya gelmesi de yasaklandı. Birgün Şirin (Tekeli) telefon etti, ‘kadın erkek eşitliğiyle ilgili bir toplantı yapacağız, Somut dergisinde, gelir misin’ dedi.

Toplantılarımız devam etti. Somut dergisinde kadınlar yazı yazmaya başladılar. Kadınlar yanlış yapmaktan korktukları için yazmaktan, konuşmaktan çekinirler. Yani bizim yanlış yapma hakkımız yoktur, o hak da erkeklere aittir. Dolayısıyla Somut’ta minnacık bir yer verildi bize. Korkuyu hiç yenemediğim için ben pek çok şey yazabilecekken çok az yazmıştım mesela. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada genel bir kanı var, ancak fakir, okuma yazması olmayan erkekler şiddet uygularlar, diye. Ve şiddetten de anlaşılan sadece fiziksel şiddet o dönemlerde. Bunun doğru olmadığını göstermek üzere, herkesten mektup istedik. Estetik cerrah olan mı felsefe doktorları mı tıp doktorları mı ararsın, ne kadar çok okumuş yazmış adamın eşlerine nasıl fiziksel şiddet uyguladıklarını anlatan mektuplar geldi. Şiddete maruz kalan kadınlar bunu söylemeye çok utandıkları için söyleyemiyorlar, biz bu mektupları ‘bağır herkes duysun’ kitabında topladık.

Bu kadar bölünmüşlük içinde kadınları bir araya getirecek konu ne olabilir diye düşünürken kadına yönelik şiddetin kadınların ortak sorunu olduğunu gördük ve o konu etrafında toplandık. Darbe sonrasıydı, çok ciddi bir sıkı yönetim var, iki kişi bir araya gelemiyor biz evlerde toplantılar yapıyoruz. Bu arada kulağımıza geliyor ki savcılar duymuşlar fakat ‘Boş ver karılar ne konuşacak’ havasındalar. Sıkı yönetim var, dernek kurmak mümkün değil, biz de bir yer kiralamışız orada toplanıyoruz. Bir grup Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi diye bir dernek kurdu. Onların Kurtuluş’ta bodrum katında bir yeri vardı, orada toplanıyorduk. Orada sığınak projesini geliştirdik ve sığınak açmaya böyle bir vakıf kurmaya karar verdik.

1988’de Avrupa’daki sığınakları incelemek için çeşitli ülkelere gittik. Sığınağın vakıf olmasına karar verdik çünkü dernek kurmak yasaktı. Elmadağ’da kasım ayında açılış yaptık. İstanbul’un bütün konsoloslarını davet ettik. O arada kadına yönelik şiddette nasıl davranmak gerekir şiddete maruz kalmış kadınlarla nasıl muhatap olunur diye Amerika’da bu konuda yüksek lisans yapmış Feride’yle (Güneri) bir iç eğitimden geçtik. Basından destek aldık. O zaman feminist kadınlar yoktu basında.

>>Sığınak ihtiyacı nasıl doğdu?

C.A.: Gelen kadın önce gönüllüyle muhatap oluyor ona derdini anlatıyor hiçbir kadına şunu yap boşan boşanma gibi bir tavsiyede bulunulmuyor sadece dinleniyor sonra ne ihtiyacı olduğu soruluyor kadınların yüzde 90’ının en büyük ihtiyacı hukuki danışmanlıktı bir de sığınaktı tabii. Ama bizim sığınağımız yoktu. Bir ara gönüllüler, kendi evlerine götürmeye başladılar kadınları. Bunun doğru bir yöntem olmadığını gördük ama çaresizdik. Üstelik kadınlar güvenlik sorununu fark etmeyerek kocalarına telefon edip adresi veriyorlardı. Adam gittikleri evi basıyordu. Sonra şiddete maruz kalan kadının evinde biz gidip nöbet tutmaya başladık. Adam elini ayağını topluyordu bizden biri orada olunca. 95’te bağışlarla bir yer alıp sığınak açtık.

>>Kolay oldu mu bağış almak?

C.A.:Mesela ben ünlü bir iş adamının eşine telefon edip bize bağış yaparlar mı diye konuştum, kadın beni bayağı dilenci yerine koyup öyle bir muamele etti ki resmen ağladım, hırslandım, yerlerin dibine girdim. Bu işlerle uğraşmak için uygun olmadığımı anladım.

>>Basınla aranız nasıldı?

C.A.: Engin Ardıç “Bu zavallı kadınlar lezbiyenler kucağına düşüyormuş, onları nasıl biz etkiliyormuşuz” gibi sözler yazıyordu. Öte yandan çıkan dünya kadar yazıda erkekler feminizm hakkında ahkâm kesiyorlar, “Feministler çirkin kadınlar, evde kalmışlar” gibi şeyler söylüyorlardı. Bu tip önyargılarla mücadele ettik. Ama televizyonlara çok çıkıyorduk. Kadınların yasal haklarını duymalarında çok yararı oldu. Mesela Erzurum’dan bir kadın telefon ediyor, televizyonda benim söylediğim sözleri bana tekrar ediyordu. Suya susamış topraklar gibi kadınlar dinliyorlardı televizyonu.

>>Anlatılan hikâye çok tanıdık. 25 sene öncesinin ‘Bağır herkes duysun’ sloganı bu gün hâlâ geçerli. Peki ya önyargılar da mı aynı?

Seda Çavuşoğlu: Hâlâ çok yaygın. Bu önyargılar anaakım medya tarafından da pompalanıyor. Hâlâ birçok kadın, ben feminist değilim ama kadın haklarını savunuyorum, gibi şeyler söylüyor. Şimdiden sonra daha da yaygınlaşacak bu önyargılar çünkü şu anki iktidar tarafından da telaffuz ediliyor. Feminist hareket ve feminizm hedef gösteriliyor. Aslında bu hep vardı ama şimdi daha güçlü şekilde yapılıyor. Ama hem kadın hareketinin hem de Mor Çatı’nın 25 yıllık mücadelesinin bir gücü var. Bu güç bize güven veriyor.

Tanja Völker: Önyargılar Avrupa’dan gelen uzmanlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, öğrenciler için de geçerli. Mesela Almanya’da sosyal hizmetlerde çalışan bir çok kişi Mor Çatı’yla bağlantıya geçtiğinde, bizim feminist çalışmalar yaptığımızı bilmiyor. Mor Çatı’nın söz üretmesi ve yaygınlaştırması bu açıdan da çok önemli.

Melike Keleş: Ben Mor Çatı’nın bu önyargıları kırdığını düşünüyorum. Kadına yönelik dayağa karşı kampanya döneminde cezaevindeydim, okuyordum. Feminizmle uzaktan yakından ilgim yoktu ama beni çok etkiliyordu. Çıktıktan sonra Açık Kapı toplantılarına katılmaya başladım. Her toplantıdan çıktığımda kendi yaşantımı, mücadele içindeki duruşumu sorgulamaya başladım. Bir yüzleşme yaşıyordum. Ve hep daha güçlü hissediyordum. Bu etkilenme ve güçlenmeyi, kendi bulunduğum örgütsel alanlarda uygulamaya çalışırken, o karma örgütlerdeki toplantılarda edilen sözler ve feminizme yönelik algı sanki bizi dövme haliydi. Bugün ise o önyargılar ve yeniden marjinalleştirmeye çalışmak tamamen devlet ve özellikle AKP eliyle yapılmaya çalışılıyor. Ama karma örgütler, meslek örgütlerinden oluşan büyük bir kitle de kendi yapılarında da değişiklikler yaşadılar; kota, pozitif ayrımcılık, eş başkanlık gibi... Bunlar kadın hareketinin kazanımlarıdır. Marjinalleştirmeyi devletin başaramayacağını düşünüyorum.

C.A.:Ben kadın ve erkeğin eşit olduğu varsayımından hareketle ona inanarak büyüyen bir kuşaktan geliyorum ama o bilinç yükseltme toplantılarında birden bire ne kadar eşit olmadığımızı gördüm. Ve bir hukukçu olarak baktım ki eşitsizliğin temel kaynaklarından biri Medeni Kanun’da, aile hukukunda. “Aile birliğinin reisi kocadır” diye giriyor söze. Ceza kanununda “fahişeye tecavüzde ceza indirimi” vardı. Çok güzel hareketler yapıldı, her gelen kuşak bir öncekinin koyduğu tuğlanın üzerine birini daha ekledi.

>>Mor Çatı’nın ilke ve yöntemlerinde bir değişiklik oldu mu yıllar içinde?

S.Ç.: Mor Çatı’nın feminist yöntem ve ilkelerle, sığınak ve dayanışma merkezi çalışmaları devam ediyor. Çizilen çerçeve çok net. Kadınları yargılamadan dinlemek ve şiddetin sorumlusunun uygulayan olduğunu bilmek. Bu yaklaşımı, kadın dayanışmasını bu kadar süredir bu kadar güçlü şekilde yürütmemizin ve bu kadar çok kadının Mor Çatı’ya güvenmesinin temel iki nedeni olarak düşünüyorum.. Çünkü kadınlar gittikleri her kurumda yargılanıyorlar. Kadın dayanışmasını güçlü kılan birbirimizi yargılamadan desteklememizi ve kendi gücümüzü görmemizi mümkün kılması. Gençlerle ilgili ben daha umutluyum. Mor Çatı aracılığıyla diyalog kurduğumuz bir çok genç kadın bana ilham ve güç veriyor. Sorguluyorlar düşünüyorlar ve anlıyorlar. Bizim kurduğumuz dayanışmayı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne olduğunu birçok yetişkinden daha iyi anlıyor ve örneklendiriyorlar. Bence bu, iktidarın gücünden daha güçlü bir direniş potansiyelini gösteriyor.

M.K.:Mor Çatı, destek için gelen kadınlarla dayanışırken onu mağdur olarak görmüyor kendini üstte görmüyor, hiyerarşi kurmuyor. Kadın olmaktan kaynaklı bütün bu sorunları ve şiddeti hep birlikte yaşıyoruz. Güçlenme bu noktada çok önemli. Mesela sığınakta kadınlarla dayanışırken onlar adına bir şey yapmıyoruz. Deneyim paylaşıyoruz.

>> Kadınlarla dayanışarak onların hayatının değişmesinde önemli rol oynayan Mor Çatı sizin kendi hayatınızda ne değiştirdi?

T.V.: Almanya’da doğdum büyüdüm. Orada sanki eşitiz gibi bir hava var. Ama ben hep farklı yaklaşımı hissetmiştim, isim koyamamıştım. Bizim dönemde feminizmle ilgili önyargılar yaygındı toplumsal cinsiyet, cinsiyetcilik alanında aktif değildim, anti-hiyerarşık, anti-kapitalist ve anti-ırkcı cevrelerde bile kadın erkek eşitsizliği pek tartışılmıyordu. Özellikle diploma tez çalışmamda 'Eleştirel Beyazlık Araştırmaları'n üzerinde bir çok siyahi feministlerin kaynaklarından besleniyordum ama feminizm kavramını üzerine okuyordum.. İstanbul’a geldim Mor Çatı’yla karşılaştım. O kapıdan girdiğim anı hiç unutmam. Enerji bambaşkaydı. Almanya'da ve anti-hiyerarşık politik cevrelerde yaşadığım eşitsizlik ve iktidar konumlandırmasına ad koyabilmek çok iyi geldi.Kadın dayanışmasını girdiğim anda hissettim. Bütün kadınlar çok farklı ama her kadın istediği şekilde katkı sunuyor.

S.Ç.: Biz başka kadınlar için değil, kendi hayatlarımız için bir şey yapıyoruz. ‘Yaşadığımız eşitsizliğin farkında değildik ama bir rahatsızlık duygusu yaşıyorduk’ cümlesinde o kadar kendimi buluyorum ki. Onu fark etmek müthiş bir özgürleşme getiriyor.

>>Maddi kaynak meselesi nasıl hallediliyor?

C.A.:İlk zamanlarda bağışlar çok önemliydi. Sonra AB ve ABD bir proje numarası çıkarttı. Dolayısıyla sen feminizmi onların projelerine göre yapıyorsun. Anlayış şu; ABD’deki kadınlar kurtarılmış kadınlar, çalışma alanını belirleyerek ‘Bugün namus cinayetiyle ilgilenelim’ diyorlar, bir yıl namus cinayetleri konuşuluyor, onu halledip kenara koyuyorlar, bu sefer ‘Kadın sünnetiyle ilgilenelim’ diyorlar. Bir yıl da onu konuşup koyuyorlar kenara. Buna göre de projeler üretiyorlar… Kadın hareketinin devamlılığı ve kadına yönelik erkek şiddetinin sonlandırılması konusunu proje bazına indirgemek hiç hoş bir şey değil…

>>Bugün pratikte buna mahkûm oluyor musunuz?

M.K.: Mor Çatı, 25 yıldır bağımsızlığı ve kendi politik duruşundan hiçbir taviz vermedi. Bağışlar konusunda da çok ilkeli ve seçici. Kendi politikasına uygun olmayan projelere zaten başvurmuyor. Önce kendi ihtiyaçlarını belirleyip, başvuracağı projeleri ona göre seçiyor. Her sosyal sorumluluk projesini de kabul etmiyor. Tabii ki devlet bizi desteklemiyor. Sığınak faaliyetleri de hep finansal durumuna göre yürütüldü. Yedinci yılına girecek, Şişli Belediyesi’nin desteğiyle yürütüyor. Ve tabii ki destekçilerimizin bağışları çok önemli.

S.Ç.:Sosyal sorumluluk projeleri, bir çok kurumdan, fazlaca geliyor. Geleneksel cinsiyet rollerini yeniden üreten projelerde yer almıyoruz. Mesela bir defile projesinde. Mor Çatı’nın sürdürülebilirliğini düşünürken sadece bağışlar diye bakamayız, gönüllülük temel. Aslında bu bizim gücümüzü de veren şey. Bir çok kadının gönüllü desteği ile Mor Çatı 25 yıldır faaliyetlerini sürdürebiliyor. Öte yandan Mor Çatı bir sosyal hizmet kurumu değil. Biz devletin vermesi gereken hizmeti vererek bir açığı kapamak durumunda değiliz, amacımız dayanışmayı kurmak, uygulamadaki eksikleri ortaya koymak ve kadınlar olarak birlikte sözümü söylemek.

T.V.:Bireysel bağışların önemi arttı. Çünkü Mor Çatı’nın alanına giren, başvurabileceği fonların bir kısmı artık Merkezi Finans ve İhale Birimi’yle hükümetin kurdurduğu STK’lara aktarılıyor.

>>Şiddet yaşantısından gelen kadınlarla iç içesiniz. İktidarın kadın düşmanı söylemlerinin kadınlar için pek çok olumsuz sonuç doğurduğu konuşuluyor ama bunun en somut örneklerini siz verebilirsiniz… Neler görüyorsunuz?

C.A.:Adamın biri öldürme hakkımı kullandım dedi ya… Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında böyle bir hak varmış gibi…

S.Ç: Kadınlara şiddet uygulayan erkekler, haberleri ‘Bak, senin de sonun böyle olacak’ şeklinde tehdit unsuru olarak kullanabiliyor. Bir de özellikle kürtaj konusundaki söylemin doktorlar tarafından kadınlara söylendiğini görüyoruz. Hakir görmek, kötü muamele etmek ve ‘Duymadın mı başbakanı kürtaj yasak’a varan sözlerin söylenmesine yol açıyor. İktidardakilerin söylemlerinin kadınlara etkisini o kadar net gördük ki… Ne zaman ‘kadın erkek eşit değildir’ söylemleri yükseliyor, o zaman şiddet yükseliyor; çünkü kadınlar geleneksel rolleri kabul etmiyorlar. Daha eşit, daha özgür oldukları başka bir hayat istiyorlar ve bu talebe karşı söylenmiş her söz kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri artırıyor. Bu sözlerin bizim hayatımızda etkisi var, o kadar rahat telaffuz edilmemeli. Ve sözleri söyleyenler sorumluluk almalı. ‘Gündem değiştirmek içindi’ deniyor ya bu kadar basit olmamalı, çünkü bu sözler hayatımızı etkiliyor.

M.K.:İktidarın dili şiddet uygulayanları güçlendiriyor ve haklıymış gibi görüyor. Özgecan’la birlikte - çok büyük bir farkındalık oluştu ama uygulamalara bakıldığında hala hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Özgecan’dan sonra kadınlar yine gizlilikle, tedbir kararıyla ilgili uygulamalarda yaşadıkları zorlukları yaşamaya devam etti. Sığınakta kalan bir kadın, gizlilik kararına müracaat edip geri çevrilirken Özgecan örneğini vermiş savcıya… Geri geldiğinde ‘Toplumda büyük bir tepki var ama yargıda hiçbir değişiklik yok’ demişti. Bu bizi ürkütüyor. Bir taraftan bu devam ediyor diğer taraftan iktidar dili erkekleri güçlendiriyor. İktidarın bu dili çok bilinçli kullandığını düşünüyorum.

FOTO ALTI: (Soldan sağa) Seda Çavuşoğlu, Tanja Völker, Canan Arın, Melike Keleş

***

İmam hatiplerde yetişen kadınlar çok farklı olacaklar

>>Hiç ümitsizliğe kapılmadınız mı?

C.A.:Bir ara çok ümitsizleştim, çünkü özellikle Özal kuşağı gençlerinin hiçbir şeyle ilgileri yoktu, apolitiktiler. Özal dönemi eğitim sistemiyle bu gerçekleşmişti. Şimdi Tayyip Erdoğan da bunu yapmaya çalışıyor ve eğitim sistemini değiştiriyor. Bundan 15 yıl sonraki kadınlar bu nedenle çok farklı olacaklar. Okulların hepsi imam hatipleştiği için. Hak talebinde bulunanlar bizim bugün sahip olduğumuz haklara sahip olabilmek için ciddi bir mücadele verecekler. Tayyip Erdoğan ve ekibi birden bire kadınların ne kadar büyük bir güç olduğunu fark etti. Çünkü onun oraya gelmesine de kadınlar sebep oldu, kadınları kullandı dibine kadar, zaten bunun için kadın alanında çalışacak derneği kurdurdu. Kadınları etkilemek ve avuçları içine almak üzere… Çok tehlikeli bir gidiş var… Şimdi de, feministleri hedef haline getirdi.

S.Ç.: Mor Çatı’ya başvuran kadınlara baktığımızda her sosyo-ekonomik düzeyden her inanıştan kadın olduğunu görüyoruz. Bizler birlikte kadın dayanışmasının gücüyle şiddetten uzak yaşamlar kurabiliyoruz. Kadınları yaşadıkları şiddete karl-şı oluşturdukları bu dayanışma ortaklaştırıyor. İktidar da kadınların dayanışmasının gücünden korktuğu için feministleri hedefine alıyor.