Tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen, senarist, yazar ve sanat yönetmeni Muhsin Ertuğrul’un 1911-1925 yılları arasındaki yaşam kesitini konu alan Orhan Bahtiyar, onun sağlam duruşundan ve hep öğrenci oluşundan etkilenmiş.

Mücadele dolu bir yaşam

ÖZGE DOĞAR

Yazdığı tarihi romanlarla ilgimizi çeken Orhan Bahtiyar’ın yeni romanı ‘Muhsin - Sahnede Işıltılı Bir İz’ raflardaki yerini aldı. Bahtiyar ile yeni romanını dolayısıyla Muhsin Ertuğrul’u konuştuk.

Muhsin Ertuğrul sanatçılığında sizi etkileyen ve onunla edebi bir yolculuğa çıkma hevesinizi tetikleyen ne oldu?

2017 yılında sevgili hocam Sunay Akın ile bir Paris gezisi yaptık. Pantheon’a doğru yürürken bir binayı göstererek, “Bu binanın en üst katında Muhsin Ertuğrul kaldı” dedi. Saatlerce Muhsin Ertuğrul’u konuştuk sonrasında. O an yazmaya karar verdim.

Muhsin Ertuğrul’un hayatında beni etkileyen çok şey var. Bir kere 19 yaşında evini terk ettiği akşamki sağlam duruşu. Babası ölmüş, ablası ile eniştesinin yanında yaşayan bir genç. Tüm bunlara rağmen, tiyatro için evi terk edip bir pansiyonda yaşamaya başlaması, Vahram Papazyan ile doktor olan ağabeyinin de yardımıyla Paris’e gitmesi…

19 yaşında tek başına Paris’e giden bir çocuk. Orada sefaleti görüyor, açlığı da… Aşkı da tadıyor. Çok da akıllı bir insan. Fransızcayı en iyi öğrenebileceğim yer neresi diye düşünüyor ve ağır ceza mahkemelerindeki davaları izliyor.

Parası da çok az, ancak her akşam bir oyun izliyor. Her akşam dolu olan 127 tiyatro var o dönem Paris’te… Gündüzleri, sabah kahvaltısında kaldığı pansiyondan aldığı ekmeklerin arasına kestane koyarak yiyor. Sürekli öğrenmeye aç bir beyin ve ruh… Söyleyin bana, böyle birinin mücadelesi yazılmaz da ne yazılır?

Edebiyatı ve tarihi birleştiren bir çizginiz var. Sizin için birbirlerini tetikliyorlar mı yoksa biri diğerine kapı mı açıyor?

Tarihe çocukluğumdan beri meraklıyım. Okuma yazmayı öğrendikten sonra Meydan Larousse Ansiklopedisinden padişahların hayatlarını okuduğumu hatırlıyorum. Tarihe meraklıyım ama tarihçi değilim. Tarih, bana kurgu yapma, zamanın akışını değiştirmeden güzel hikâyeler anlatma fırsatı veriyor. Dünyada yaklaşık sekiz milyar insan yaşıyor. Bu sekiz milyar roman demek. Geçmişte yaşamış insanları da katarsak yazılacak ne kadar çok şey olduğu da ortaya çıkıyor zaten. Tarihle güneş ve ay gibiyiz biz. O bana ışık tutuyor, ben de o ışığı yansıtıyorum.

Muhsin Ertuğrul'un yaşantısında belli bir dönemini işlemişsiniz. 1911-1925 yılları arası sizi etkileyen bir dönem olmuş.

Genellikle kahramanlarım, ya kendilerinin ya da başkalarının yazdığı hayat hikâyeleri olan, bilinen, tanınan kişiler. Bunun üzerine yeniden bir hayat hikâyesi yazmanın da bir anlamı yok bana göre. Neyi anlattığınız değil, nasıl anlattığınız önemli. Odaklandığım zaman aralığı kişinin bana göre yaşamının en önemli dönemi oluyor genelde. Muhsin Ertuğrul için konuşacak olursak; sinema ve tiyatromuzun sancılı kuruluş günlerinden söz ediyoruz. O yüzden özellikle hayatının en heyecanlı ve anlamlı günlerine odaklandım. Çünkü o dönem Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatrosunu yeniden inşa ediyor. Paris, Berlin ve Stockholm günleri… Türkiye topraklarında sahnelenen ilk ‘Hamlet’te rol alan Muhsin Ertuğrul, Cumhuriyet tarihinin de ilk özel tiyatrosunu kuruyor. Birinci Dünya Savaşı’nın en yakıcı günlerinde bile aklında sadece sanat var, tiyatro var. Çünkü Muhsin Ertuğrul, asıl savaşın cehalete karşı sanatla yapılacağının bilincinde. Bence Muhsin Ertuğrul’un yaşamının 1911-1925 dönemi roman olarak en çok değer taşıyan dönemi.

Muhsin Ertuğrul'un Bihter'e yazdığı mektupta şöyle bir soru geçiyor "Rol sahne için midir yoksa hayat için mi?" Benim de düşünmeme neden oldu, sizce?

Sefaleti ve açlığı Paris’te fazlasıyla yaşayan Muhsin, intihar etmek üzere Seine Nehri’nin köprülerinden birinden kendini suya bırakmak üzereyken o sabah okuduğu Andreyev’in bir oyununda geçen bir sözü hayata bakışını değiştiriyor. “Satacak bir pantolonun varsa ölmek neden?”

Tiyatro ve hayat, doğum ve ölüm gibi iç içe zaten. Hepimiz sahnede değil miyiz, yaşamın içerisinde… Konuşmalarımız, davranışlarımız, tepkilerimiz anlık olarak değişiyor. Hayatın bizim için uygun gördüğü rolü doğaçlama yaparak oynadığımızı düşünüyorum. Bu durumda hayatın ne farkı var sahneden?

Sanat, Muhsin Ertuğrul’un hayatının odağı, bunun için evden kaçmış ve çok fazla mücadele etmiş. Kendini var etmeye çalışırken halkı da sanatın yanına çekmiş.

Sıradan Fransız vodvilleri o dönem çok revaçta. Bu tarza komedi ya da komedimsi de diyebiliriz Halk bu tür oyunları çok seviyordu. Bursa’da Ibsen’in toplumsal mesajlar içeren bir oyununu oynayacaklar. El ilanı bastırıp, tüm Bursa’ya dağıtıyorlar. Salon hınca hınç dolu. Behzat Butak, perdenin kenarından sahneye bakıyor “Oyunun vodvil olmadığını söylese miydik?” diyor Muhsin Ertuğrul'a.

Oyun başlıyor, herkes gülmek için hazır. Ama bir süre sonra seyirciler söylenerek salonu terk etmeye başlıyor. Yalnızca beş kişi kalıyor salonda. Oyun sonrası bir seyirci heyecanla yanlarına gelerek, “Beyefendi sizi tebrik ederim. Hayatımda böyle bir şey izlemedim. Tiyatroya karşı çok önyargılıydım. Bakışımı değiştirdiniz, teşekkür ederim” diyor. Reşat Nuri Güntekin bu kişi… Onu, gerçek anlamda tiyatro ile tanıştıran Muhsin Ertuğrul… Reşat Nuri o günden sonra köşe yazılarında tiyatroya sıkça yer vererek halkı bu konuda bilinçlendiriyor.

Muhsin Ertuğrul, tiyatromuzu basit vodvillerden kurtarıp, tiyatro anlayışını değiştirmek için Darülbedayi ile ciddi bir mücadele içine girmiştir.

Romanınızı "Gece gündüz demeden dünya üzerinde çalışan tüm sağlık çalışanlarına" ithaf etmişsiniz. Gerçekten zarif bir düşünce, pandemi dönemi yazın hayatınızı nasıl etkiledi?

Pandemi dönemi pek çok sanatçı için üretim anlamında verimli geçti. Ancak kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Farklı yerlerdeki farklı kafelerde çalışmayı çok seviyorum. Bana büyük keyif veriyor. Pandemi döneminde maalesef hepsi kapandığı için ben de evde çalışmak zorunda kaldım ve bu durum beni çok olumsuz etkiledi açıkçası. Yazım hızım yavaşladı ve yaratıcılık konusunda ciddi sıkıntılar yaşadım. Normalleşmeyle birlikte durumun tersine döneceğini umuyorum.

Yeni çalışmalarınızdan bahsedelim mi?

Şu an Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Jale İnan’ın hayatını yazıyorum. Muhteşem bir hayat yaşayan muhteşem bir kadın. Muhtemelen 2023 yılında yayınlanacaktır. Ayrıca İstanbul Büyük Şehir Belediyesi için Tarih boyunca İstanbul’da yaşamış ya da bir şekilde yolu düşmüş hayvanların öykülerini yazıyorum. O da muhtemelen 2022 yılında okuyucusuyla buluşacak.