Kapitalist ekonomide kadın ve erkek emeğinin inşası ve düzenlenmesi toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünü oluşturur. Bu iş bölümü sadece kadının ve erkeğin işlerini birbirinden ayırmaz; erkeğin işine kadınınkinden fazla değer atfederek bir hiyerarşi de yaratır.

Mücadelenin kadınları, kadınların mücadelesi

TRICONTINENTAL ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ

Muhafazakâr neoliberalizmin gerici saldırıları karşısında yükselen direnişler çağında, Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Women of Struggle, Women in Struggle. (Mücadelenin Kadınları, Kadınların Mücadelesi) başlıklı dizisinin ilk yazısını yayınladı. Güvencesizlik, baskı ve sömürü düzenin esas ve birincil hedefi olan kadınların, neoliberalizm ve neofaşizmin tüm saldırılarına en ağır haliyle maruz kaldığı bir çerçevede yazı, Afrika, Asya ve Amerika kıtalarındaki kadın mücadelelerine giriş niteliğinde bir analiz sunuyor.

Bu yazı dizisi, yalnızca siyasal alana geniş bir çerçevede müdahale eden kadınların değil, kadın örgütlerinin kurulmasına ve 20. Yüzyıl boyunca süregelen feminist mücadeleye öncülük eden kadınların hikâyesini anlatıyor.

Kadınların çeşitli teorileri ve örgütsel metotları üzerine çalışmayı feministlerin görevi olarak görüyoruz. Bu görev, kadınların bugüne dek yaptıkları politik katkıları daha iyi anlamanın ötesinde, bugünkü baskı ve sömürüye karşı büyüttüğümüz örgütlü mücadelenin inşasında bize ilham olması açısından da temel bir öneme sahip.

KADINLAR VE EŞİTSİZLİK

Bugün içinde yaşadığımız dünya, özellikle Küresel Güneydeki büyük toplumsal ayaklanmalarla ve emekçilere yönelen boğucu neoliberal saldırılarla şekilleniyor. Sosyal ve siyasal hareketler; siyasal kutuplaşmanın, ekonomik güvencesizleşmenin ve yeniden üretim imkânlarının yok edilmesinin etkilerine karşı direnmek için çabalıyor.

Bu ayaklanmalar, çelişkiler içinde ölümcül bir sürüklenmeye kapılan kapitalizmin güncel krizinin bir parçası. Siyaset, ekoloji ve sosyal yeniden üretim alanlarındaki çelişkiler ekonominin temellerini sarstıkça, kapitalizm kendisini ekonomik olmayan ilişkiler üzerinden restore etmeye girişiyor. Arruzza, Bhattacharya ve Fraser’ın açıkladığı gibi, “kapitalizmin resmî kurumlarının -ücretli emek, üretim, değişim ve finans- yanında onları destekleyen ve yaratan diğerleri vardır: aile, topluluklar, doğa; bölgesel devletler, siyasal örgütlenmeler, sivil toplum ve en az bunlar kadar önemli olan ve hala çoğunlukla kadınların üstlendiği sosyal yeniden üretimi sağlayan ücretsiz emeğin türlü biçimleri.” (2019, p.64)

Tüm bu sorunları -ve yıkımları- yeni bir finansallaşan ekonomi modelinin başlangıç noktası olarak kabul ettiğimizde, kapitalizmin krizlerinin çözülmesi o kadar da kolay olmayan problemler olduğunu görürüz. Eşitsizliğin küresel ölçekte hiç olmadığı kadar derinleşmesi de bu dönülmesi zor problemlerden biri. Oxfam Raporunda (2020) belirtildiği gibi, kadınlar ve erkekler arasındaki büyük uçurumun hala kaybolmamasının yanı sıra, küçük bir azınlığın ve şirketlerin elinde tuttuğu servetin bedeli rekor düzeye ulaşmış durumda. Dünya çapında en zengin %1’in sahip olduğu varlık, 6,9 milyon insanın biriktirdiğinden -ki bu da dünya nüfusunun %92’sine denk geliyor- iki katından fazla. Bunun yanında, dünyanın en zengin 22 erkek, Afrika’daki 667 milyondan fazla kadının toplamından daha zengin.

Ancak, sömürü ve baskı yalnızca ekonomik düzlemde değil, sınıflı toplumda muhafazakâr bir akılla kadınlara yüklenen rollerin devamını sağlayacak biçimde sosyal, kültürel ve ahlaki düzlemlerde de hüküm sürüyor. Bu da sınıflı toplumlarda kadınların sosyal ilişkilerini belirleyen ve bizim partiarka dediğimiz sistemi oluşturuyor. Emeğin örgütlenmesi, bölüşümü ve hiyerarşisi -ayrıca aile içindeki sosyal, siyasal, kültürel öğeler, Devlet, sivil toplum yeniden üretimin kendisi de- bu ilişkileri desteklerken sınıf ve ırk meselelerle de iç içe giriyor.

Kapitalist ekonomide kadın ve erkek emeğinin inşası ve düzenlenmesi toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünü oluşturur. Bu iş bölümü sadece kadının ve erkeğin işlerini birbirinden ayırmaz; erkeğin işine kadınınkinden fazla değer atfederek bir hiyerarşi de yaratır. Üretimi ve yeniden üretimi birbirinden ayıran bu yapıda, yalnızca üretim alanındaki faaliyetler ‘iş’ olarak görülür ve bu alan erkekler tarafından tutulmuştur. Diğer yandan, yeniden üretim, bakım emeği, aile, ev içi işler gibi faaliyetler ‘iş olmayan’ başka bir alana itilir veya iş olarak tanımlansa bile karşılığı ödenmez ve çoğunlukla toplum gözünde değersiz görülür.

Oxfam Raporuna göre, düşük ücretli işleri büyük oranda kadınlar üstleniyor. Dünyadaki ücretsiz bakım emeğinin %75inden fazlası kadınlara ait. Kadınlar ve kız çocuklar yaşlı ve çocuk bakımı ya da ev işleri gibi faaliyetlerle her gün yaklaşık 12,5 milyar saati ücretsiz emeğe ayırıyor (Oxfam, 2020). Ev içi emeğin bu şekilde düzenlenmesinin sonucunda, dünya çapında kadınların %42’si iş piyasasının dışında kalıyor (bu sırada erkeklerin yalnızca %6’sı iş piyasasının dışında).

Bu derin eşitsizlik, kadınları kapitalizmin güncel krizine dair tartışmanın merkezine yerleştiren kadın düşmanı ve sorunlu ekonomik sistemin bir çıktısı. Güvencesizlik ve düşük ücretlendirmede olduğu gibi krizin etkilerini en ağır biçimiyle ve en önce hisseden kadınlar oluyor. Neoliberalizmin geldiği son noktada çocukların eğitimi (günlük bakımları) ve yaşlı bakımını da içeren sosyal haklar mekanizmasının iyice çökmesi ile neredeyse tamamı kadınların sırtında olan ‘bakım ekonomisinin’ yükü de giderek artıyor. Tüm bunların yanında, kadına yönelik şiddet dünya çapında normalleşiyor, her yıl 90,000’den fazla kadın erkekler tarafından öldürülüyor ve bunların çoğunluğu kadınların kendi evlerinin içinde yaşanıyor.

DİRENİŞ VE MÜCADELE

Neoliberal politikalar, toplumsal alanda çatlaklar yaratırken siyasal alanı da parçalara bölüyor. Bu da birleşik bir mücadele zemini kurmayı iyice zorlaştırıyor. Bu noktada, gerici ve neoliberal parçalanma ve yükselen otoriterleşmenin karşısında kurulacak herhangi bir alternatif imkânsızmış gibi görünüyor; -sosyalizm gibi- başka bir yolun izleri silikleşiyor. Bu görünmezliğin içinde, tarihteki özgürleştirici hareketleri hatırlamak ve bugün, Hindistan’dan Şili’ye, yükselen toplumsal direnişin ve ayaklanmaların altını çizmek özellikle önemli.

Vahşi bir baskı ve şiddetle karşı karşıya olan kadınlar da küresel ölçekte baş gösteren hareketlenmenin öncüleri olmaya devam ediyor. Kriz içinde debelenen kapitalizmin darbelerine en yakından en ağır biçimde maruz kalan kadınlar, Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki halk ayaklanmalarında gösterdikleri yüksek katılımla mücadelenin merkezinde olmaya devam ediyor.

Biz de dizinin bu ilk yazısında, Küresel Güney’deki kadınların ilerici, feminist ve kitlesel direnişlerine ışık tutmaya ve 20. Yüzyıl boyunca kadınların yükselttiği mücadeleden ilham alarak devam eden bugünün direniş biçimlerinin ana hatlarını anlamaya çalıştık.

MUHAFAZAKÂRLIĞA DİRENEN KADINLAR

Sağcılaşma, Latin Amerika’da, hem seçimler hem de çeşitli kurumsal darbeler yoluyla gerçekleşti. Yaşanan sağcılaşma süreci aynı zamanda neoliberal projenin bölgede ivme kazanması anlamına geliyordu. 1980ler ve 1990lar boyunca Latin Amerika ülkeleri- özellikle Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvador ve Venezuela- IMF’nin neoliberal yapısal uyum politikalarını benimsedi. Bu uyum politikaları eğitime, sağlığa ve sosyal yardıma yapılan kamu harcamalarında büyük kesintileri ve önemli kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini içeriyordu. Solun egemenliğinde geçen kısa bir soluklanma döneminin ardından, muhafazakâr dönem kendini yeniden var etti ve ivedilikle kemer sıkmaya geri döndü. Kadınların hem evde hem iş yerinde güvencesizliğini arttırdı, sömürüyü derinleştirdi.

Aynı zamanda bölgede gittikçe büyüyen muhafazakâr bir tepki vardı. Sağ örgütler ve dinciler, okul müfredatında ‘toplumsal cinsiyet’ kelimesinden herhangi bir şekilde bahsetmeye ve kürtaja yasal erişimi sınırlamayı içeren kadınları ve LGBT+ kişileri destekleyen kamu politikalarına karşı saldırılar başlattı. Sağ, sosyal medya ve kurumsal medya aracılığıyla “cinsiyet ideolojisi” dediği şeye karşı amansız bir kampanya yürüttü. Bu eğilim Orta Amerika ve Peru’da daha güçlü olmasına rağmen, Latin Amerika’da da on yıllar süren mücadele sonunda kazanılmış haklara bir tehdit oluşturacak şekilde güçlenmeye başlamıştı.

Bakım ekonomisinde kesintiler ve kadın haklarına karşı kampanyalar gibi koşulların yaşanması, kadınların radikalleşmesine yol açarak, onları dünyanın farklı yerlerinde harekete geçmeye ve ilerici örgütlere katılmaya teşvik etti. Daha fazla kadın, farklı bir dünya inşa etme mücadelesinde feminist bir vizyonu merkeze alan yeni bir model talep ediyor. Bu yeni dünya talebi, ataerkil yapısal uyum politikalarına karşı verilen mücadele deneyimleriyle şekilleniyor.

Kapitalist eğilimler ve bu neoliberal dalga cinsiyete dayalı iş bölümünün etkilerini derinleştirdi. Kadına yönelik şiddeti, baskıyı ve sömürüyü arttırdı. Buna karşılık tüm bunlar Venezuela örneğinde de görüldüğü gibi tüm kadınların anti-neoliberal ve hatta sosyalist örgütlenmesini hızlandırdı.

Kadınların maruz bırakıldığı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve baskı, devletin cinsellik ve kadınların yeniden üretim kapasiteleri üzerindeki kısıtlamalarının (Silva Federici tarafından teorileştirildiği gibi) genişletilmesinde kendini gösteriyor. Devletin kadın bedenlerini kontrol etmeye yönelik bu girişimi, kadınların kürtajın yasallaştırılması için mücadele ettiği, ellerinde sembolik yeşil mendillerle topluca sokaklara döküldüğü Arjantin’de olduğu gibi, dünyanın dört bir yanındaki kadın örgütlerinin protestolarına sebep oldu.

Bolivya’da 2019’da Evo Morales’e ve Sosyalizm Hareketi’ne (MAS) karşı düzenlenen darbeye karşı düzenlenen protestoların merkezinde yine kadınlar var. Darbeden bu yana, iktidardaki hükümet, tüm köylü nüfusu ve yerli halkı aşağıladı, zulmetti. Kadınların yaptıkları eylemler, hükümet değişimi çağrısının yanı sıra kadınların ve yerli halkların kurtuluşu çağrısını da içeriyordu.

Brezilya’da da yine İşçi Partisi hükümetine karşı yapılan darbeden sonra çok sayıda kadın harekete geçti. Eylül 2018’deki ünlü Ele Não yürüyüşü Brezilya tarihindeki en büyük gösteriydi; binlerce kadın ve erkek, kadın düşmanlığının büyümesine ve aşırı muhafazakâr aday Jair Bolsonaro’ya karşı Brezilya’nın 114’ten fazla şehrinde sokakları doldurdu.

2019’da Bolsonaro’nun başkanlığı döneminde baskı, otoriterlik ve muhafazakârlık arttı – kadınlara yönelik şiddet oranları fırladı. Bolsonaro’nun hükümetteki ilk yılının ilk yarısında, ülkenin en büyük şehrinde (São Paulo) kadın cinayetleri bir önceki yıla göre %44 arttı. Kadın, Aile ve İnsan Hakları Bakanlığı, şiddet durumlarında kadınlara yönelik yardım bütçesini aynı dönemde 34,7 milyon R$’dan 194,700 R$’a düşürdü. Bunun gibi daha pek çok hakta kesinti yapıldı. Kadınların yaşamlarını ve çalışma koşullarını doğrudan etkileyen bu görmezden gelme çabalarına ve bütçe kesintilerindeki bu artışa, siyasal, toplumsal ve kültürel gericiliğin ve otoriterliğin yayılma süreci eşlik etti. Bu, ülkede yeni bir direniş ve kadın örgütlenmesi düzeyini de beraberinde getirdi.

Şilide feminist mücadele son yıllarda önemli ölçüde büyüdü. 2019 8 Mart Dünya Kadınlar Günü eylemlerinden feminist hareketin nasıl katlanarak çoğaldığııkça görüldü. Kadın hareketi, büyüklüğünün yanı sıra, Ocak 2020de 8M Feminist Koordinasyonu’nun oluşturulmasıyla örgütsel gücünü pekiştirdi. Üç binden fazla kadın ve LGBT+ programı tartışmak ve mevcut durumdan bir çıkış planlamak için bir araya geldi.

18 Ekim 2019’da başlayan ve halen devam eden ayaklanma sırasında Şilili kadınlar, ülkelerinin yapısal dönüşümü için sokaklara döküldü. Sebastián Piñera hükümeti tarafından yönetilen, sermayenin ve onun siyasi temsilcilerinin çıkarlarını körü körüne savunan polis ve ordunun acımasız baskısına maruz kaldılar. Protestolar ve baskılar sırasında polisin cinsel şiddeti, korkunç ve sistematik insan hakları ihlalleri arasında yer aldı. Feminist hareket, Las Tesis kolektifi performansı ve Tecavüzcü Sensinsloganıyla bu şiddeti görünür kıldı; bu performans dünya çapında çeşitli dillerde yankılandı.

Şilideki feminist hareket, Augusto Pinochet liderliğindeki diktatörlükten bu yana dayatılan ve bugün de sürdürülen yaşamın güvencesizliğini reddeden diğer toplumsal ve politik hareketlerle dayanışma içinde çalışıyor. Şili’deki ana mücadelelerden biri, neoliberalizmi aşmak ve halkın siyasi katılım hakkını garanti altına almak için mücadele eden anayasal sürecin savunulması olmuştur. Bu mücadelenin bir kısmı da anayasal süreçte cinsiyet eşitliğini ilerletmek.

Venezuela’da, Roxanne Dunbar-Ortiz, Ana Maldonado, Pilar Troya Fernández ve Vijay Prashad’ın açık mektupta belirttiği gibi, Bolivarcı Devrimi savunanların çoğunluğu kadın. Venezüella’daki devrimci sürecin bir parçası olarak, kadınlar, onlarca yıllık kapitalist kemer sıkma politikalarının aşındırdığı toplumsal yapıları yeniden inşa etme rolünde temel rol oynadılar. Çalışmaları, halk iktidarının gelişmesinde ve katılımcı demokrasinin yaratılmasında çok önemli olmuştur. 3.186 komündeki sözcülerin yüzde altmış dördü, 48.160 komünal konseyin liderlerinin çoğu ve Yerel Tedarik ve Üretim Komitelerinin (CLAP) liderliğinin %65’i kadındır. Kadınlar sadece işyerinde değil, komünlerin Bolivarcı sosyalizmin atomları olduğu toplumsal alanda da eşitlik talep ediyor. Toplumsal alandaki kadınlar, neoliberal devletin yapısını yavaş yavaş aşındırarak, kendi kendini yönetme ve ikili iktidar olasılığını inşa etmeye çalışıyorlar.

Latin Amerika’daki mevcut mücadele ve direniş süreçleri, yeni bir dünyanın nasıl inşa edileceğine dair analizlerinde ve tartışmalarında kadınları ve taleplerini merkeze almalıdır.

YARATICILIK, DİRENÇ VE DAYANIŞMA

Tüm dünyada hüküm süren kapitalizm ve yıkımın karşısında yaratma, direnme ve dayanışma potansiyellerini ortaya koyan kadınlar sadece neoliberal ve gerici politikalara karşı çıkmakla kalmadı, bize toplumsal mücadelenin olanaklarını göstermiş oldu. Dünyanın birçok noktasında benzer süreçlerle inşa edilen mücadelelere ve yaratılan çeşitli alternatifler uluslararası dayanışmayı yükseltmenin önemini ortaya koyuyor.

Önümüzde duran bu örnekler bize kadınların mücadelenin bir parçası olmanın ona liderlik ettiğini anlatıyor. Devrimci dönüşüm sürecinde sosyalist feminist bir perspektifin benimsenmesinin garantisi de tam da bu katılım ve liderlikten geçiyor.


*https://thetricontinental.org/studies-feminisms-1/’tan kısaltılarak çevrilmiştir.

* thetricontinental.org’tan çeviren Hande Tuhanioğlu ve Pınar Yüksek