Sunak, koltuğuna oturur oturmaz verdiği bazı kararlarla pek çok konuda soru işaretleri uyandırdı. On iki yıldır iktidarda olan Muhafazakâr Parti’nin kendi bünyesindeki sorunları çözememesi ülkenin geleceğini de etkiliyor.

Muhafazakâr tahribat
İngiltere Başbakanı Rishi Sunak. (Fotoğraf: AA)

Levent ÖZÇAĞATAY - Londra

Geçtiğimiz on iki yıldır iktidarda olan Muhafazakâr Parti’nin kendi bünyesindeki sorunları çözememesi ülkenin geleceğini de etkiliyor. Parti içindeki koalisyonlar sürekli olarak çatırdarken parti sağduyulu, ileri görüşlü ve zeki politikacılar üretemiyor.

Büyük umutlarla parti liderliğine getirilen ve 2010’da başbakan olan Avrupa Birliği yanlısı David Cameron parti içindeki AB karşıtı homurdanmaları bitirmek amacı ile zorunlu olmamasına rağmen Brexit referandumunu seçmenlere sundu ve kaybetti. Onun yerine gecen Theresa May hiç bir gereği yokken parti içindeki gücünü sağlamlaştırmak amacıyla ülkeyi erken genel seçime götürdü ve parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti. Onu yalancı ve yozlaşmış şovmen Boris Johnson izledi. Onun takipçisi Liz Truss ‘aptal mı deli mi’ olduğu anlaşılamadan yedi hafta içinde ülke ekonomisini altüst etmeyi becerdiği için istifa ettirildi. Sonuncu lider Sunak ise parti içindeki koalisyonu bir arada tutmak amacı ile bakanlar kurulunu yeteneklerine ve tecrübelerine bakılmaksızın her kanattan seçtiği milletvekilleri ile doldurdu. Genel seçimlerdeki parti manifestosunu ve kendisinin liderlik seçimi döneminde verdiği sözleri koltuğuna oturur oturmaz askıya aldı ve bunu basın sözcüsü kanalı ile vaatlerin verildiği dönemlerdeki koşulların farklı olmasına bağladı.

Bu arada koltuğuna oturur oturmaz verdiği bazı kararlarla parti içindeki gücü, doğru karar verme yeteneği ve güvenilirliği hakkında soru işaretleri uyandırdı. Bunlardan en çok eleştirilenleri kişisel e-maili kanalıyla parti içindeki müttefiklerine bilgi sızdırdığı tespit edilince istifa etmek zorunda kalan şaibeli eski İçişlerini Bakanı Braverman’ı bir hafta içinde aynı göreve geri getirmesi; tehditler ve küfürlerle zorbalık yaptığı bilinen ve parlamentodaki ofisinde tarantula beslemesi nedeniyle partili milletvekilleri ve parti görevlilerinin hakkında şikâyetlerde bulunduğu eski bakanlardan Gavin Williamson’u bakanlar kuruluna alması; ülkenin ekonomik sorunlarıyla meşgul olduğunu bahane ederek Mısır’daki COP27’ye katılmayacağını beyan ettikten sonra gelen tepkiler üzerine fikrini değiştirmesi oldu. Bu arada Sunak’ın eşinin aile şirketi olan Infosys’ın Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgalinden sonra Rusya’dan çekilmiş olduğunun yalan olduğu ve Sunak’ın liderlik seçimlerinde offshore banka hesaplarından mali destek gördüğü basına yansıdı.

İKİ ÖNEMLİ BAŞLIK

Sunak’in başbakanlığı her ne kadar borsaya ve pazara güven verip sterlinin eski değerine yükselmesini sağlasa da kamuoyu yoklamalarında rakipleri olan muhalefetteki İşçi Partisi ile aradaki farkı fazla azaltmadı. Konservatifler bildikleri ama önemini kaybetmeye başlayan iki silaha sarıldılar; birincisi Brexit, ikincisi göçmen sorunu.

Birleşik Krallık’ın bağımsızlığını sağlayan bir zafer olarak kutlanan Brexit’in aslında ülkenin dünyadaki önemini azaltan, ekonomisini baltalayan ve Kuzey İrlanda’daki barış ortamına balta vuran stratejik bir hata olduğu ortaya çıkmaya başladı. Küçük ve orta ölçekli firmaların Avrupa Birliği’ne yaptıkları ihracat bürokratik engeller nedeni sona ererken diğer ülkeler ile imzalanan ticaret anlaşmaları beklenilen rakamlara ulaşamadı ve ticaret açığı arttı. AB üyesi ülkelerden gelen ucuz emek gücünün yeri doldurulamadığı için de sağlık, bakım, tarım ve eğlence sektörleri başta olmak üzere ülke genelinde işçi sıkıntısı baş gösterdi. Londra merkezli finansal hizmet ve teknoloji firmalarının önemli bir kısmı operasyonlarını ve personelini Lüksemburg, Dublin, Amsterdam ve Frankfurt gibi merkezlere taşıdı. Brexit’ten önce Almanya ekonomisini yakalayacak kadar bir büyüme hızına sahip ekonomi Brexit’ten bu yana Almanya’nın yüzde 70’inden daha azına küçüldü. Londra artık Avrupa Birliği ülkelerinin yalnızca Avrupa’yı değil dünyayı etkileyecek kararları tartıştığı odalara giremiyor.

SIĞINMACI DÜŞMANI

Politik iltica talebi ile yasadışı yollardan adaya girmeyi başaran sığınmacıların sayısındaki artışı ise durdurmak mümkün olmuyor. Yalnızca 2022 yılının ilk sekiz ayında yaklaşık 40 bin sığınmacı küçük teknelerle Fransa’dan Güney İngiltere’ye ulaşmayı başardı. Hükümetin göçmenleri Ruanda’ya gönderme planı ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne takıldı. İçişleri bakanı partinin sağ kanadını memnun etmek için daha önceleri yalnızca faşistlerin kullandığı bir söylemi tekrarlayarak İngiltere’nin göçmenler tarafından istila ediliyor olduğunu beyan etti ve en büyük hayalinin sığınmacıları Ruanda’ya götüren bir uçağın gazetelerde fotoğrafını görmek olduğunu ekledi. Basına sızan bilgilere göre Ruanda’nın yanısıra Paraguay, Belize ve Peru ile de müzakereler devam ediyor. Göçmenlik dairesi sayıları on binleri bulan sığınmacıların sığınma taleplerini inceleyecek personele sahip olmadıkları ve göçmen merkezlerindeki insanlık dışı yaşama koşullarını düzeltemedikleri için pes etmek durumunda kaldıklarını itiraf etti. Son skandal ise göçmenlik merkezinden bir otobüse doldurulan 11 kişilik bir grubun bilinmeyen bir nedenden ötürü Londra’nın bir tren istasyonunda terk edilmesi oldu.

TEN RENGİ DEĞİL SINIFI

Sığınmacı düşmanı bu tür planların Asya kökenli politikacılar tarafından desteklemesi artık garipsenmiyor. Sunak’ın annesi ve babası Hindistan kökenli ama Afrika’da doğmuş büyümüş sonra İngiltere’ye göç etmişler. İçişleri bakanının annesi ve babası da Hindistan kökenli. Onlarda Kenya ve Mauritius’dan İngiltere’ye göç etmişler. Muhafazakâr Parti içindeki Orta Doğu, Afrika ve Asya kökenli politikacıların sayısının sürekli artması ve bunlardan bazılarının önemli mevkilere getirilmesi yeni bir gelişme değil. Doğal olarak bu yüzyılda insanların politik konumlarını ten renklerinden daha çok sınıfsal konumları belirliyor. Buna karşılık Sunak’ın başbakanlığı adanın siyasi hayatına iki ilk getirdi. Birinci ilk putperestlik ve çok tanrılı dinlerin tarihe karıştığı ve Hıristiyanlığın bütün adaya yayıldığı 11’inci yüzyıldan bu yana hem hükümdarların hem de başbakanların hepsinin beyaz ve Hıristiyan olduğu Krallık tarihinde Hint kökenli ve Hindu bir politikacının başbakanlık koltuğuna oturması ve İngiliz kilisesinin başı olan krala piskopos atamaları gibi bazı dini konularda talimat verecek olması. İkinci ilk hakkında fazla konuşulmuyor. 1980’li yıllarda parti ve hükümetlerdeki kilit noktaların çoğuna finans sektöründen gelen bakanların atanmasına karşın politikaya yatırım bankacılığından geçen ilk başbakan Sunak oldu. Bu da Thatcher iktidarında kamulaştırılan endüstrinin özel sektöre satılmayıp Menkul Kıymetler Borsası’na gönderilmesiyle güçlenen büyük finansın iktidarı tamamıyla ele geçirdiğinin göstergesi.