Doç. Dr. Seda Demiralp, seçmenin oy verirken geriye değil ileriye doğru bakacağını ifade ederek, “Muhalefetin seçimlerden kazanan taraf olarak çıkması için seçimlere başa baş değil net üstünlükle girmesi gerekiyor” diyor.

Muhalefet seçime net üstün girmeli

Sercan Meriç

Macaristan'da altılı ittifak Viktor Orban karşısında zafer kazanamadı. Türkiye'de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için bir araya gelen altılı masa ile Macaristan'daki muhalefet sık sık benzeştirildi. Farklılıkları ve benzerlikleri üzerine birçok yorum yapıldı. Ancak Malezya'da 2018'de bir araya gelen muhalefet ittifakı, iktidarı kazanmayı başarmıştı. Malezya'dan ne gibi dersler çıkarılması gerektiğini, altılı masanın seçmen nezdinde hangi adımları atması gerektiğini, ekonomik buhranın sonuçlara olası yansımasını Işık Üniversitesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Seda Demiralp ile konuştuk...


HAMLELER YETERLİ DEĞİL

Birçok ankette Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı yakın oranlarda görülüyor. Ancak AKP'de bir eriyiş trendinin olduğu da dikkat çekiyor. Cumhur İttifakı, seçimlere avantajlı girmek için seçim yasasını da değiştirdi. Bu hamleler nasıl sonuç doğurur?

AKP oylarında uzun süredir yavaş ama belirgin bir düşüş var, fakat bu düşüş muhalefet oylarına aynı hızla yansımıyor ve AKP’den kopan oyların büyük bir kısmı hala kararsız görünüyor. Bu sebeple hâlâ iki ittifak arası başa baş bir durum söz konusu. Seçim yasasındaki değişiklik, özellikle de ittifaklı d’Hondt sistemi yerine ittifaksız d’Hondt sistemine geçilmesi, muhalefetin parlamento seçimlerinde ittifak kurmakla elde edeceği avantajı azaltıcı nitelikte, fakat başkanlık seçimine böyle bir etkisi yok. Yasadaki ikinci boyut seçim güvenliğiyle ilgili ve seçim kurullarını oluşturan hakimlerin kıdemle değil kurayla belirlenmesine yönelik. Bu müdahalenin seçim sonuçlarına etkisi d’Hondt uygulamasında yapılan değişiklik gibi net ve doğrudan olmasa da Türkiye gibi seçim güvenliği konusunda zayıf bir ülkede tedirginlik ve güvensizlik yaratıyor. Tüm bu sebeplerden muhalefetin seçimlerden kazanan taraf olarak çıkması için seçimlere başa baş değil net bir üstünlükle girmesi gerekiyor.

Muhalefet, ekonomik buhrana vurgu yaparak iktidarın yanlış politikalar sonucu seçimi kaybedeceği görüşünde. Bu tip buhranların otoriterliği de artırıcı sonucu olabiliyor. Bu noktada muhalefet nezdinde bir eksiklik görüyor musunuz?
Ekonomik krizlerde iktidarların oyları elbette azalır ama bu azalmanın seçim kaybettirme seviyesine geleceğinin garantisi yok. Seçmen yaşanan kriz sonucu iktidara yönelik bir düş kırıklığı ve soğuma yaşasa bile son kertede karar verirken, canını kimin acıttığına göre değil onu mevcut durumdan kimin çıkarabileceğine bakarak oy verir. Bu durumda, daha iyi bir alternatif göremezse, çaresini yine canını acıtmış olanda arayabilir. Yani seçmen geriye değil ileriye bakacaktır. Bu açıdan, muhalefetin ekonomik sorunları gündemde tutması, iktidarın gündemi değiştirme veya yaşanan ekonomik sorunları dışsal sebeplere bağlamasına izin vermemesi rasyonel stratejilerdir, fakat yeterli değildir. Muhalefet neyi farklı yapacaktır, net olarak ne vaat etmektedir? Örneğin; iktidara geldikten altı ay sonra enflasyonun, faiz oranlarının ne seviyeye gelmesini, kurun ne durumda olmasını hedeflemektedir? Barınma ihtiyacını çözmek için ne yapacaktır? Vergi sistemi üst sınıfı kollamaya devam mı edecek yoksa orta sınıfın belini doğrultacak düzenlemeler olacak mıdır? Vatandaşın birikimlerinin bir daha Aralık 2021 travmasına benzer biçimde eriyip gitmemesi için ne garantiler verilmektedir? Muhalefet iktidardan böyle farklılaşacak ve iktidardan memnun olmayan seçmenden ancak bu şekilde oy alabilecektir.

muhalefet-secime-net-ustun-girmeli-1012850-1.
Doç. Dr. Seda Demiralp - Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi



MALEZYA DERSLERİ

2018 Malezya seçimlerinin de muhalefet açısından önemli dersler barındırdığını söylüyorsunuz. Muhalif siyasetçi Mahathir Muhammed 60 yıldan uzun süre iktidarda olan Barisan Nasional (BN) koalisyon hükümetini sandıkta devirdi. Malezya'da muhalefet nasıl başardı?

Malezya’daki muhalefet stratejisinde en çok dikkat çeken birkaç noktayı kısaca özetlemeye çalışayım. Öncelikle Malezya’da muhalefet iktidardaki olumsuzluklara karşı samimi olarak kenetlendi ve kuvvetli bir ittifak kurdu. İttifak bileşenleri sadece teknik olarak bir araya gelmediler, ortak bir dil, ortak bir liste, ortak bir program ve ortak bir kampanyayla hareket ettiler. Farklı geleneklerden geliyorlardı, farklı dünya görüşleri vardı, ama seçmenin ortak ve öncelikli ihtiyaçları konusunda uzlaşıya vardılar. İktidara gelir gelmez yapacakları konusunda oldukça detaylı bir plan oluşturmakla birlikte son aşamada bunları “100 günde 10 hedef” şeklinde bir sayfalık bir liste halinde kampanyalaştırdılar. Bu 10 hedefi içeren bir sayfalık liste son derece net maddelerden oluşuyordu. İktidarın üç yıl önce uygulamaya koyduğu ve seçmenin çok tepki verdiği satış vergisini kaldırmak, benzini yeniden sübvanse etmeye başlamak, ev kadınlarına yardım yapmak, yabancılara verilen ihalelerin tümünü yeniden gözden geçirmek gibi. Anaakım medya iktidar kontrolünde olduğu için bu mesajı alternatif kanallarla, örneğin billboardlara, afişlere basarak, tişörtlere basıp dağıtarak, duymayan kalmayıncaya kadar tekrar ederek seçmene ilettiler. Muhalefet, evet, çok parçalıydı, ama mesajı tekti. Ve de tabii aday konusu çok mühim. Muhalefetin, siyasi görüşü ne olursa olsun seçmen genelinde saygı ve güven uyandıran bir ortak adayı vardı. Farklı görüşten seçmenlerde şu duyguyu oluşturabildi: “Eğer Mahathir varsa, hakkım yenmez, seçim zaferinden sonra bir kenara atılmam.” Bu duyguyu oluşturabilmek çok mühim. Kurumların güvenilirliğinin az olduğu ülkelerde duygular ve şahıslar çok öne çıkar. Seçmen önünü göremediği için haklı olarak algılarıyla, içgüdüleriyle hareket etmeye çalışır. Malezya’da da böyle oldu.

AKP seçmeninin "yok edilme" korkusundan, bu korku nedeniyle de muhalefete yaklaşamadığından bahsediyorsunuz. Bu korku nedir ve nasıl aşılır?
Siyaset biliminde negatif kimliklenme dediğimiz bir kavram var. Seçmen bir partiye ona duyduğu yakınlıktan daha çok, diğer partilere duyduğu uzaklıktan ötürü oy veriyorsa buna negatif kimliklenme diyoruz. Diğer taraf iktidara gelirse kendi gibilerin yaşam haklarının tehlikeye gireceğine inanmak burada belirleyici oluyor. Türkiye’de, özellikle AKP ve CHP seçmenleri arasında bu tür kaygılar yani negatif kimliklenme oy tercihinde etkili oldu senelerdir. Fakat bu konuda ben son zamanlarda aşama kaydedildiğini düşünüyorum. Hem sağ hem sol gelenekten gelen partilerin içinde olduğu bir ittifakın Türkiye’de kurulabilmesi, ilaveten CHP’nin başlattığı “helalleşme” çağrısı anlamlı gelişmeler. Bu adımları daha da ileriye taşıyan ise muhalefet ittifakının adayı olacaktır. Bu adayın seçmende yaratacağı duygu seçim sonucunda belirleyici olacak. Bu adayın “kâğıt üzerinde en iyi aday” değil seçmende yaratacağı duygu açısından en doğru aday olması gerekiyor. Yani, dünya görüşünden, yaşam biçiminden öte, kişiliğiyle seçmende hem güven hem umut duygularını uyandıran bir isim. İçinde bulunduğumuz seçim sürecinde duygular her zamankinden fazla belirleyici oluyor, olmaya da devam edecek.

Mülteci sorununa dair tartışmalar siyasetin gündeminde. Popülist, ırkçı, faşizan söylemler bilhassa sosyal medyada bir hayli arttı. Bu sorun, anaakım siyaseti nasıl şekillendirir? Muhalefetin bilhassa ırkçılığa karşı nasıl bir pozisyon alması gerekir?
Türkiye’nin önceliği normalleşmektir. Kurumlar yeniden işler hale geldiğinde, demokratik karar verme mekanizmaları yeniden tesis edildiğinde vatandaşlar bu konuda fikrini beyan edebilecek ve siyasete şekil verebilecektir. Mülteci konusunun insani, hukuki ve ekonomik boyutlarının sağlıklı biçimde değerlendirilip demokratik biçimde karara bağlanması için öncelikle siyasi normalleşme gerekiyor.