Müphem öyküler

Esme ARAS

Kâmil Erdem, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Edebiyat ve Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun oldu, öyküleri edebiyat dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı “Şu Yağmur Bir Yağsa” Antalya Edebiyat Günleri’nde, En İyi İlk Öykü Kitabı Ödülü’nün sahibi oldu. İkinci kitabı “Bir Kırık Segâh” ile 2019 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı. Yazar, “Yok Yolcu” adını verdiği öykülerini yine Sel Yayıncılık etiketiyle Eylül 2021’de okurlarıyla buluşturdu.

Erdem, kitaplarında yer alan öykü karakterlerinin iç hesaplaşmalarını, şiirsel bir dil ve gücünü ayrıntılardan alan zengin bir atmosferle kaleme alıyor. Yazar, zaman zaman ironiye yaslanan öykü dilinde, bugün pek de kullanılmayan eski sözcüklerle bezediği bir üslup yaratırken, alışılagelen gibi kısa değil, bazen bir paragraflık uzun cümlelere yaslanıyor. Mekân ve özellikle doğa betimlemelerinin ayrıntılarına girerek anlatıyor. Eski, neredeyse tedavülden kalkmış kelimelere meftun bir yazar olan Erdem’in öykülerindeki bireyler de öyle; bir kentin mahallesinde, kıyısındaki bir evde, bir kıyı kasabasında geçmişiyle yaşayan kimseler. İçine hapsoldukları zamanın dışına çıkmanın yollarını düşünürken de meramlarını “ehl-i zevk, mahut, makus, bertaraf, mütevekkil, mukavemet, meyyal, temayül, mütemmim cüz, müphem, vuku bulmak, müesses nizam, iane” gibi kelimelerle dile getiriyorlar.

İÇ KONUŞMALAR

Erdem, “Yok Yolcu”nun ilk öyküsünde an, durum öyküleri okuyacağının ipuçlarını okura verirken, daha çok karakterlerin zihninden geçen düşüncelere ve iç konuşmalara odaklanmış. Tahrip edilmiş, soldurulmuş bir zamanın içine hapsolmuş, çıkış yolunu bulmaya çalışan karakterlerin kafasındaki kargaşanın, sisli düşünce balonlarıyla betimlendiği öyküler yazmış. İllaki meraklansın isteyenler, kendini kahramanın yerine koyabileceği olay öykülerini tercih edenler, sınırları belirsiz bir hayatta bireyin var kalma savaşının anlatıldığı bu anlatım biçemindeki öyküler karşısında hayli zorlanabilir. Yazar bu konuyu, “Biçem, kadim konu. Edebiyatın nitelikli koyu gölgesine sığınmak isteyen okur içindir biçemin titizliği. Öyküde öyle bir biçem olsun ki, okuyan, bir iki sayfalık metinde gece patates pişirmeye girişmiş bir öykü kahramanının derinliğine nüfuz edebilsin,” sözleriyle açıklıyor.

İkindi ile akşamı birleştiren sıradan saatler, çıkmaz sokaklar, mekânlar, nesneler dile gelmiş de konuşuyor gibidir Erdem’in öykülerinde. Yalnız insanların, eski bir devrimcinin, aşçının, badanacının olağan yaşamlarına konuk oluruz ama maişet derdindeki o karakterler hiç de sıradan değildir. Düşünürler, sorarlar, sorgularlar, bir işe yaramayı hissetmek isterler. Sezgileri ve içgörüleri yüksektir, duygulu olanı da vardır, biteviye düş kuranı ve mürekkep yalamışı da. Örneğin, her sabah kendi hayatının çıkmaz yokuşlarına doğru camekânlı poğaça arabasını süren Cafer, film çekmek için sokağa uğrayan adamların dekorunu süsler. Yazarın yapmaya çalıştığı tam da budur; objektifi yaşamların üzerinde gezdirerek, bir noktada sadece ayrıntı olarak yer verileni başka bir öykünün ana malzemesi yapmak. Ki yaşamın bütününe baktığımızda, o başrolün figüran olmaktan kaçamadığını görürüz yine.

DALGA GEÇME EĞİLİMİ

Teferruatlı iç konuşmalar düşünce hızına eş atlaya sıçraya akıp giderken, karakterler de kendileriyle, içinde bulundukları durumla her an dalga geçme eğilimindedir. Yazarına göre bu ironi, onları içten içe rahatsız eden “yaşamı ciddiye almanın altında kalma, zindan duvarı da olsa, sırtını sağlam bir duvara yaslayamama endişesi”nden ileri geliyor. Yazar, bu noktada Tanrının bile unuttuğu o “tanımsız” hayatları yazmanın gerekliğini, “Öykü sanırım bu tanıklıkların çeşitlenmesine, içimize yerleşmesine, dal budak sarmasına katkıda bulunuyor. Tanımak, tanımlamak, tanık, tanıklık, tanımsız. Dilin olanakları ve açmazları,” sözleriyle dile getiriyor. Öyle ki başka hayatlara, yazarlara, şairlere, kitaplara, öykülere, dizelere açık ya da kapalı göndermeler yapıyor, metinlerarasılığı kullanarak öykülerinde farklı katmanlar yaratıyor. Sanatlar arasında yakınlık kurarak, “fotoğrafta boşluklar olmasını, orayı bakanın doldurması gerektiğini” söyletiyor karakterine. Bu noktada öykü ve fotoğrafın kardeşliğinden söz etmenin mümkün olduğuna kapı aralıyor.

Okur, bir bakıma gençliğin yeniden kurgulandığı kitabın son öyküsüne geldiğinde yol İstanbul’dan sonra Ankara’ya çıkıyor. Menekşe pasajı, Hergele meydanı, Kavaklıdere’deki küçük park, Konur Sokak, Sıhhiye, Kocabeyoğlu pasajı… İki eski arkadaş için bir zamanlar birer uğrak noktası olduğunu anladığımız bu mekânlar, belli ki yazarın anılarında önemli bir yer tutuyor.

Sonuçta Kâmil Erdem’in, nereye giderlerse gitsinler mütemadiyen yalnızlık ve yabancılık hisseden yaşama uğraşındaki karakterleri, dünyanın hızla değişen düzeninde hayallere, hatıralara, geçmişe, olasılıklara, umutlara ve ironiye yaslanarak hayatın akışında ayakta kalmaya çalışıyorlar. “Kim bilir ne zamandan kalmışız. Kırık dökük kalmışız,” diyor birisi. Bir diğeri ise “Gidip artık asla örneği kalmayan, yanında çınarı, çınarında yalansız öten serçesiyle bir kır çeşmesine sığınmak isterim, ondan kana kana su içmek,” diyor. Ama “Ata yadigarı kadim bir ormanda, asırlık bir meşe ağacına yaslanmayı hayal ederlerken,” yolları hep “tahrip edilmiş, soldurulmuş zamanlar caddesine” düşüyor.

SAİT FAİK ARMAĞANI

Şair, öykü ve roman yazarı Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen 68. Sait Faik Hikâye Armağanı Kâmil Erdem’in “Yok Yolcu (Sel Yayınları)” adlı kitabına değer görüldü. Doğan Hızlan’ın başkanlığını üstlendiği, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Prof. Dr. Jale Parla, Murat Gülsoy, Beşir Özmen (Darüşşafaka Cemiyeti Temsilcisi) ve Metin Celal’den oluşan Seçici Kurul, 68. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, “Hayatı, toplumu, bireyler arası ilişkileri incelikli gözlemleriyle, dile hâkim, şiirsel ve özenli bir anlatımla, ustaca yansıtmasından dolayı” Kâmil Erdem’in kitabına vermeyi kararlaştırdı.