‘Hipperrealizm’in Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Mustafa Sekban, geçtiğimiz günlerde oldukça zorlu bir çalışma sürecinin....

‘Hipperrealizm’in Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Mustafa Sekban, geçtiğimiz günlerde oldukça zorlu bir çalışma sürecinin sonunda ortaya çıkan eserlerini sergilemeye başladı. Sekman’ın yapıtlarında daha çok ‘İstanbul’ ve ‘deniz’ dikkat çekiyor....

İnsanoğlunun, makineleşme sürecinin başlangıcı ile kendi yerini sağlamlaştırma gayreti de arttı. Günlük hayata ve neredeyse bütün üretim aşamalarına dahil olmuş olan makineler yaşamı kolaylaştırmasının yanı sıra insanoğlu ile de amansız bir savaşı başlatmış oldu. Özellikle sanayi toplumuna geçişle hızlanan bu savaş günümüzde yaşanan küresel krizin de önemli bir ayağını oluşturmakta.
Pek çok kişinin hafızasında, Dünya Satranç Şampiyonu Kasparov’un, 1996 yılında IBM firmasının Deep Blue (Derin Mavi) isimli bir bilgisayarı ile yapmış olduğu maçlar tazeliğini korumaktadır. Bazı şirketler, teknolojinin ne kadar geliştiğini göstermek için, şampiyonu yenebilecek bir bilgisayar geliştirmek istediler ve Kasparov ile maç ayarladılar. Yenilen Deep Blue geliştirilerek, Deeper Blue (Daha Derin Mavi) adını aldı ve bu bilgisayar, Kasparov'u beraberliğe zorlamayı başardı. Hatırlatmaya çalıştığım bu olay, makinelere karşı insanoğlu tarafından verilmiş en amansız mücadelelerden biri olarak tarihteki yerini alacaktı.
Sanatsal alanda da benzeri çekişmeler yaşanmıştı, 1960’lı yıllarda Amerika da, Courbet’nin realizmi üzerine inşa edilen ‘hipperrealizm’ ya da başka bir isimlendirmeyle ‘fotogerçekçi’ çalışmalar, fotoğraf makinesinin elde edemeyeceği görüntüleri yansıtmayı denediler. Bu akımın önemli öncüleri Richard Estes, Philip Pearlstein ya da Chuck Close gibi fotogerçekçiler, gerçekliği tam bir fotoğraf makinesi gibi yakalamaya çalışmışlardı. Motiflerinin fotoğraflarını genellikle bir projeksiyon makinesi yardımıyla tuvallere aktarıyorlardı.

'ÇAĞDAŞ’ SANAT ÇIKMAZI
Yeni Nesnelci (New Objectivity) ressamlar gibi fotogerçekçiler de yüzeysel görüntüyü bire bir yansıtmak yoluyla sorgulamak ve eleştirmek istediler. Netliği ve detaylarıyla gerçek fotoğrafı nerdeyse geride bırakan bu resimler, tasvir edilen nesneye yepyeni ve onu teşhir eden bir bakış atarlar. Resmin gerçek bir fotoğraf olmadığını hemen fark eden izleyici, aktarılmış olan bu olağanüstü kopyanın üzerinde gerçek dünya hakkında düşünecek, onun yüzeyselliğinin bilincine varacaktı. Bu açıdan bakıldığında, kitle kültürünü bir anlamda yüceltmekten geri durmayan Pop Art’çıların tersine dış dünyayı eleştirmiş ve mesafeli yaklaşmışlardır. Aslında, 20. yüzyılın başlarında artacağının ilk işaretini vererek, ilerleyen tarihlerde de önüne geçilemez bir duruma getirilen sanatsal akımlar arasındaki hizipleşmeye ve bu hizipleşme sonucunda orijinali arayan ayrışmaların ‘çağdaş’ sanat başlığı altında sürüklendiği çıkmaza, öngörü sahibi bir karşı duruş geliştirerek fotogerçekçiliğin ortaya çıktığını da söyleyebiliriz. Çünkü sanatçıya biçilen yaratıcı rolü; onu teknik ustalık, zekâyı kullanabilme yetisi ve beceri başlıklarının bir araya bilinçli olarak gelerek uygulama sürecine dahil edilmesi olarak açıklanabilir. Böylesi bir üçlemenin ürünü olacak herhangi bir yapıtın tamamlanmış hali, yani izleyiciye bitmiş görünen hali, aslında o yapıtın gerçekte üreticisinin gelişim ya da yaratıcılık sürecine yapmış olduğu etkin katkısı ile değerlendirilebilir. Kuşku yok ki yapıtın bir sanat ürünü olması bir diğer deyişle, insan elinden çıkmış bir iş olması da izleyiciyi ayrıca heyecanlandırıp, hayranlık uyandıran önemli bir ayrıntıdır.

ADETA ŞOV YAPAR GİBİ
‘Hipperrealizm’in Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Mustafa Sekban geçtiğimiz günlerde oldukça zorlu bir çalışma sürecinden sonra ortaya çıkan eserlerini sergilemeye başladı. Makine ile insanoğlunun arasında yaşanan bu küresel savaşa iyi bir örnek oluşturan yapıtlar genellikle figür ağırlıkta İstanbul ve deniz kompozisyonlarından oluşmakta, ancak bu sergiyi görebilirseniz kastettiğim bu savaşın izlerini görebilirsiniz. Sekban, pek çok resminde gerek manuel gerekse dijital fotoğraf makinelerinin elde edemeyeceği ışık ve netlikte eserlere imza atmış. Yeteneğini (gerçekçilik anlamında) doruğa taşımaya uğraşan sanatçı, yukarda değindiğim yaratı sürecinin bedeninde buluştuğunu adeta şov yapar gibi ilan etmektedir. Artık gelenekçiliği elden bırakmayan ve bir akademi geyiğine dönüşen ‘deformasyon’, ‘duygu zorunluluğu’, ya da makineleşmeye karşı teslimiyet olarak da okunabilecek sanatsal akımlara yönlendirme, özellikle kişiselleştirilen süreçte gerçekçilikten uzaklaştırma günümüz sanat anlayışları sayesinde tartışılır hale gelmiştir. Çünkü bu gerçekçilikten uzaklaştırma bir anlamda hayattan da soyutlanması anlamına gelmektedir. Oysa dayatılan üslup olarak kişiselleşme süreci, tıpkı Courbet’nin ‘Realizm’in manifestosu olarak da kabul edilen savaşta kaybolan resmi ‘Taş Kıran Adamlar’ adlı resminde olduğu gibi gerek yaşam gerekse sanatı da tartışmaya açabilir.  
Mustafa Sekban’ın sergisi 11 Mart 2009 tarihine dek görülebilir.
Casa Dell' Arte: İstiklâl Cad. No:163 Mısır Apt. Kat:3 D:10, Beyoğlu-İstanbul Tel: 212-251 12 14