Aydın Sezer, “AKP’nin sadece dış politikada değil, iç politikada da bir dağılma sürecinde olduğunu, gündem oluşturamadığını görüyorum. Toptan bir bozulma ve çöküş söz konusu” diyor.

Mutabakat değil, tebligat

İ. Özkan Özöney

Erdoğan bir hafta içerisinde hem ABD hem de Rusya’yı ziyaret etti. ABD’ye BM’nin 76. Genel Kurulu için giden Erdoğan Biden ile görüşmek için her türlü yolu denese de başarılı olamadı. Karşılaştığı bu olumsuz tavrın ardından ise Soçi’de Putin ile 3 saatlik bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme de olumsuz sonuçlandı. ABD ve Rusya arasında yıllardır sürdüğü denge politikası çöken Erdoğan dış politikada oldukça sıkışmış durumda.

Dış Politika Uzmanı Aydın Sezer bu gelişmeleri, AKP’nin dış politikasını, güncel durumu ve Ankara’nın Kremlin-Washington hattındaki gelgitlerini yorumladı.

ABD’ye giden Erdoğan günlerce Biden ile görüşmek için adeta çırpındı. Biden’ın Erdoğan’a randevu vermemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında Erdoğan’ın ABD ziyareti BM Genel Kurulu için organize edilmişti. Erdoğan ABD’ye gitmişken, Biden’la da bir görüşme gerçekleştirmek istedi. Ancak Biden tarafından Erdoğan’a bir randevu verilmedi. Aslında Erdoğan, ABD’ye giderken Biden ile bir görüşme beklentisi de kamuoyunda yoktu. Bu tamamen Erdoğan’ın kendisi tarafından ortaya çıkarılan bir durum oldu. Zaten Türkiye ile ABD arasındaki yapısal sorunlar yarım saat veya bir saatlik bir görüşmeyle giderilebilecek, çözüme kavuşturulabilecek kadar basit sorunlar değil. Bu yüzden, Erdoğan’ın Biden ile görüşme isteği tamamen iç siyasete yönelik bir hamleydi. Bu kadar üzüntüyle karşılamasına açıkçası biraz şaşırdım. Zaten bu iki lider önümüzdeki ay Roma’da görüşecekler. Haziran ayında da NATO zirvesinde görüşmüşlerdi. Bu yüzden Erdoğan’ın hayal kırıklığını ülke içine bir güç devşirememesine bağlıyorum. Yoksa bu şekilde yapılan bir görüşmenin magazinsel boyutu dışında, iki ülkenin ilişkilerini etkileyeceğini düşünmüyorum.

Sonrasında Erdoğan Putin ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Öncelikle Erdoğan ile Putin görüşmesinin programının Türkiye kamuoyunda yeterince tartışılmadığını düşünüyorum. Bu çok şaşırtıcı bir durum. Zira, Erdoğan 2019 ve 2020 yıllarında Moskova’ya ziyaretlerde bulundu. Diplomaside bir karşılıklılık ilkesi olduğu düşünülürse, Putin’in Türkiye’ye gelmesi gerekiyordu. Fakat iki ülke arasındaki sıkıntılı ilişkiler bu ziyaretin yapılmasını önledi. Buna rağmen Erdoğan, Putin ile ısrarla görüşmek istediği için Rusya’ya gitmek durumunda kaldı. Ayrıca bundan daha da önemlisi, bu görüşme iki ülke arasındaki tüm konuların ele alınacağı iki günlük kapsamlı bir görüşme şeklinde gerçekleşecekti. 20 Eylül 2021’de Kremlin sözcüsü Peskov, görüşmenin şeklini böyle tarif etti. Ancak görüşme heyetlerin katılımı olmaksızın, sadece iki lider arasında bir gün olarak gerçekleşti. 20 Eylül’den sonraki süreçte neler yaşandığına yoğunlaşmak, bu durumu anlamamıza yardımcı olacaktır. Peskov, bu açıklamayı yaptıktan sonra aynı akşam Dış İşleri Bakanlığı, “Kırım’daki seçim sonuçlarının bizim açımızdan hukuki bir geçerliği yoktur” açıklamasını yaptı. 21 Eylül’de ise Erdoğan’ın konuşmasında Kırım ve Ukrayna’ya değinmesi Rusya açısından bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine Rusya, görüşmelerin formatını son anda değiştirdi.

Bu görüşmenin gündeminde neler vardı? Görüşmelerin olumlu geçtiği deklare edildi. Sizce görüşme olumlu muydu?
Bu görüşmede, Türkiye’nin ana başlığının doğalgaz, Rusya’nın ana başlığının da Ukrayna-Kırım meselesi olduğunu düşünüyorum. Suriye meselesi elbette masadaydı ancak o zaten önceden mutabakata varılmış bir konuydu. Bu yüzden Rusya’nın ana gündemi, Türkiye’nin Ukrayna konusunda 2021 Ocak ayındaki tavrına dönmesidir. Rusya sorunların çözülmesini bu şarta bağlamıştır. Bu görüşmeyle ilgili en güzel tabiri Süha Umar “mutabakat değil, tebligat” olarak kullandı. Ben de görüşme öncesi attığım bir tweet’te “diyalog değil monolog olacak” demiştim. Öyle de oldu. Çeviri süresini de düşünürsek yaklaşık bir buçuk saatlik bir görüşme gerçekleşti.

mutabakat-degil-tebligat-928037-1.
Aydın Sezer

Ukrayna ve Kırım meselesinin Rusya’nın ana gündemi olduğundan bahsettiniz, biraz açar mısınız?
2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgali ve sonrasında seçimlerle ilhakından sonra, ABD ve Batı; Rusya’ya ekonomik ambargo uyguladı. Türkiye bu ambargoya katılmadı, Rusya’nın yanında yer aldı. Daha sonrasında 2016’da Ukrayna’yı bypass ederek Rusya gazını hem Türkiye’ye hem de Avrupa’ya götüren Türk Akım 2 projesine Avrupa karşı çıkarken Türkiye bu projeye yine destek verdi. Bu hattın önünü açtı, izin verdi. Türkiye bu dönemde S-400’leri de Rusya’dan satın alarak ABD ve NATO ile ilişkilerini bozmak pahasına Rusya ile yakınlaştı. Dolayısıyla 2021 yılına kadar Türkiye’nin Ukrayna ve Kırım politikasıyla ilgili Rusya’yı rahatsız eden bir durum yoktu. 2021 yılından itibaren Türkiye’nin Ukrayna ile savunma sanayi işbirliğine yönelmemiz, bunun en çok görünen tarafı olarak da İHA ve SİHA satmamız, sonrasında savaş gemisi alanında işbirliğimiz Rusya’yı rahatsız etmeye başladı. Rusya bu konuyu Ukrayna’nın ‘şımartılması’ olarak değerlendirdi. Hatta daha da ileri giderek Türkiye’ye yönelik uçuş yasağı ve turistik ziyaretlerle ilgili kısıtlamalar getirdiler. Ayrıca, Dağlık Karabağ Savaşı’ndan sonra 1 Mart’a kadar sonuçlandırılması gereken Nahçivan-Azerbaycan koridorunun (Zengezur Hattı) çalışmalarını askıya aldı.

Türkiye’nin Ukrayna ile geliştirdiği ilişkiler sonucunda Rusya, Türkiye’ye bu iki yaptırımı uyguladı. Bu süreç zarfında da iki lider arasında yapılması gereken görüşmeler de yapılmadı ve 2021 yılında tam yedi kez Erdoğan Putin ile telefonda görüştü. Son yapılan görüşmenin de Türkiye tarafından ısrarla istendiğini anlıyoruz.

Masadaki konulardan biri de Suriye’ydi bu konuyu nasıl yorumlarsınız?
Öncelikle Türkiye’nin Suriye’de bulunması ile İdlib’de bulunması arasında, hukuki olarak bir fark var. Türkiye İdlib’de uluslararası protokoller ve anlaşmalara dayanarak bulunuyor ve ateşkesi korumakla görevli. Bu görev, İran ve Rusya tarafından Astana sürecinde Türkiye’ye verildi. Esad da 2017 sonbaharı itibariyle Türkiye’nin İdlib’deki varlığını meşru saydı. Ancak, Putin her seferinde Türkiye’nin bu protokollere uymadığını dile getiriyor ve Türkiye’yi protokollere uymaya davet ediyor. Bugüne gelindiğinde Rusya Ordusu’nun geniş çaplı hava saldırısına başladığı biliniyor. Rusya’nın, bu konuda Türkiye’den yeni hiçbir talebi yok. Zaten Suriye meselesi kâğıda dökülmüş, taraflarca anlaşma sağlanmış bir konu. Rusya’nın Türkiye’den tek talebi, yükümlülüklerine uymasıdır.

Türkiye son yıllarda ABD ve Rusya arasında sürekli bir denge siyaseti izliyor. Bu iki görüşmeden sonra denge siyasetinin sonuna gelindi diyebilir miyiz?
Biz Türkiye’de bunu denge politikası olarak adlandırsak da Rusya’nın saygın dış politika analistleri bunu “şantaj siyaseti” olarak niteliyorlar. Bu siyasetin artık sonuna gelindi. Her şantajın belli bir aşamadan sonra kaderi buraya çıkar. Hem S-400 alacaksınız hem de ABD ile iyi ilişkiler yürüteceksiniz… Bu bir çıkmaz yoldu ve bu oyunun sonuna gelindi. Bunda sadece dış politikadaki denge siyasetinin değil, U dönüşlerinin de etkisi var. Geçtiğimiz yıl sonbahardan itibaren AB Liderler Zirvesi’nin açıklamalarından sonra Türkiye, Doğu Akdeniz’de geri adım adım attı. Libya için Rusya ile işbirliği protokolü imzaladı. Dahası Türkiye’nin dış politikadaki en büyük hasmı BAE ile sıcak ilişkiler tesis edilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin dış politikadaki çözülüşü ve dağınıklığı sadece denge siyasetiyle sınırlı değil. Toptan bir tutarsızlık var ve Türkiye’nin dış siyaseti dağılma sürecinde.

Seçimlerin yaklaştığını düşünürsek, AKP her zaman yaptığı gibi dış politikayı iç politikanın bir malzemesi yapıp güçlü bir görüntü sergileyebilir mi?
Bu soruya yanıt vermek gerçekten çok zor. Sadece dış politikada değil, AKP’nin iç politikada da bir dağılma sürecinde olduğunu, gündem oluşturamadığını görüyorum. Toptan bir bozulma ve çöküşten bahsediyorum. AKP uzun yıllar dış politikayı, iç politikanın bir öznesi olarak kullandı ve zaman zaman da başarılı oldu. Ancak, başarı gibi lanse edilen bu politikaların artık bir başarısızlık olduğu herkes tarafından görülüyor. Dış siyasette de AKP’nin attığı her adım artık iç politikada da AKP’ye eksi olarak yazıyor. Mesela Türkiye-Rusya ilişkilerindeki doğalgaz sorunu. Doğalgaz anlaşması Rusya ile bu yılsonunda bitecek olmasına rağmen Türkiye, bu anlaşmayı yenileyemedi. Kaldı ki Rusya bu konuda oldukça istekliydi. Ancak Türkiye bir anlaşma sağlamayı başaramadı. Bu yüzden bu kış doğalgaz arz açığımız olabilir. Ukrayna meselesinin gölgesinde yenilenecek bu anlaşmada doğalgazın fiyatının ne olacağı belirsiz. Bu da doğrudan halkın doğalgaz faturasına yansıyacak ve gerçekten sert bir kış Türkiye’yi bekliyor olabilir. Sonuç olarak, dış politikadan iç politikaya devşirilecek bir başarı olacağını düşünmemekle birlikte, hem iç hem de dış politikadaki bu bozgunun birbirlerini tetikleyerek büyüyeceğini söyleyebiliriz.